Gönderi

Ahulgo'nun 1839 yılında ikinci kez kuşatılıp düşmesi, Mürit Sa­vaşları'nın dönüm noktası olarak görülebilir. Burada yaşananlar Şamil'in azmini o kadar pekiştirdi ki artık hiçbir şey onu intikam almaktan alıkoyamazdı. Nefret ve intikam duygusuyla bilenen Şamil kıyasıya mücadele edecekti. Mayıs ayında Ahulgo'ya çekilen Şamil, metanetle Rus saldı­rısını beklemeye başladı. Artık her şey Allah' a kalmıştı. Kaleyi hazır hale getirmek için elinden geleni yapmıştı. Sarp dağlarla uçurumların arasında yer alan üç tarafı Andi Koysu Nehri'yle çevrili Ahulgo, doğası itibariyle zapt edilemez bir konumdaydı. Kaya kitlesi, eski ve yeni Ahulgo'nun yer aldığı iki yaylaya bö­lünmüştü. Nehir yatağının tepesinde dik yamaçlar yükseliyordu. Koysu'nun kollarından biri olan Aşilta, avulu ikiye ayırıyordu. A vulun bir yakasından diğerine geçmenin tek yolu, nehrin yirmi metre üzerine kurulmuş dar tahta köprüydü. Ağır top ateşi ol­madan böyle bir kaleyi ele geçirmek mümkün değildi. Bu neden­le karargahını Ahulgo'ya kuran Şamil, rahatlıkla değil belki ama sükunetle Rus saldırısını bekliyordu. Bütün ailesi yanındaydı: annesi, kız kardeşi, eşi Fatma, Cemaled­din, ikinci eşi Cevheret ve iki aylık bebeği Said. Cevheret hakkın -da hiçbir bilgi bulunmuyor. Şamil, Cevheret'le sonraki eşlerinden Zahidet'le olduğu gibi siyasi nedenlerle evlenmemişti. Cevheret, Şuanat gibi esir de değildi. Şamil' in, Fatma'yı ne kadar sevdiği ve kanaatkar şahsiyeti göz önünde bulundurulduğunda, bu evliliği yapmasının nedeni olarak mücadelesini sürdürecek oğullar iste­mesi gösterilebilir. İlerleyen Rus birliklerinden kaçan çok sayıda kadın ve çocuğun Ahulgo'ya sığınması dahi inancını sarsamadı. Naipleri, bakmaları gerekenlere binden fazla insanın eklendiğini söylüyordu ama Şamil endişeye kapılmadı. Her şey Allah'ın elin­deydi. Savunma hattını denetleyen Şamil, ibadet edip düşünmek üzere camiye çekildi. Şafak vakti genellikle çatıya çıkar ve mey­danda toplanan askerlerle birlikte bir süre önce yazdığı "Şamil'in İlahisini" söylerdi. Geleneksel Dağıstan şarkılarının yerini alması için yazdığı bu ilahi, askerlerin moralini yükseltmeyi amaçlama­yan hüzünlü bir eserdi. Bizi yanlışa yola sapmaktan koru Hasretini çektiğimiz sona eriştir. Bu acımasız topraklarda dahi zaman zaman şaşırtıcı eğlencelere rastlamak mümkündü: Köylüler, bazen tanıdık bir melodi çalan bazen de bozuk sesler çıkaran laternaları çok severdi. Hayretler içindeki bir seyyah "Avrupa'da çok kullanılıp eskiyen müzik aletlerinin nihai durağı bu köylerdi" diye yazıyor. Ruslar, 29 Haziran günü şafak vaktinde saldırıya geçti. Silah­larından çıkan dumanlar, gökyüzünü kaplıyordu. Müritlerin savunma hattındaki ahşap payandalar, aldıkları darbenin etkisiyle çatırdıyordu. İki Rus bataryası, öğleye doğru kayalıkların kenarında mevzilendi. Komutanları, sarp yamacı tırmanıp Ahul­go'nun içine sızacak gönüllüler arıyordu. Müritlerin attığı taşlar ve yanan kütükler karşısında savunmasız durumdaki Rus askerlerinin bu emri yerine getirmesi imkansız­dı. Ne zaman yamaca tırmanmayı deneseler ya da birbirlerinin omuzlarına basarak kayalıkta tutunacak bir yere çıksalar, Şa­mil'in kanatlara yerleştirdiği nöbetçi kulübelerinden ateş açılı­yordu (Savaşın bu safhasında Müritler, genellikle ateş açmamayı tercih ediyor, bunun yerine büyük bir maharetle kullandıkları cirit ve hançerlerine güveniyordu). Karanlık çöktüğünde, üç yüz elli Rus askeri öldürülmüş ve kayalar kana bulanmıştı. Ne kadar cesurca saldırırlarsa saldırsınlar işe yaramayınca Ruslar geri çe­kilmek zorunda kaldı. Şamil, en iyi savaşçılarından birkaçını kaybetmişti. Dört gün süren sessizlikten sonra Ruslar tekrar saldırıya geçti. Temirhan Şura' dan mühimmat ve sahra topları getirilmişti. Kalenin doğu­sunda, Müritlerin tüfeklerinin menzili dışındaki bir kayaya yeni bir batarya mevzilendirildi. Buradan açılan ateş sonucu Ahul­go'nun surları yıkıldı ve birçok mürit enkazın altında kaldı. Yine de amansızca avulu savunmaya devam ettiler. Rus generaller ne zaman kalenin düştüğüne kanaat getirip adamlarını içeriye gönderseler, korkunç bir direnişle karşılaşıyorlardı. Sadece dış savunma hatları zarar görmüştü. Kale hala ayaktaydı. Hiç hasar almamış gibi görünen kalenin derinliklerinde mücadele devam ediyordu. Garnizonla bu işi halletmek mümkün değildi. Kalenin bol miktarda erzakı ve su kuyuları vardı. Kayaları aşmaya çaba­layan Rusları daha uzun bir süre avlayabilirlerdi. Rus takviye bir­likleri, 12 Temmuz'da bölgeye ulaştı ama Güney Dağıstan'dan beri zorlu koşullarda yürüyen askerlerin savaşacak hali yoktu. Ahulgo'nun altındaki vadide toplanan asker, mühimmat ve er­zak yığınına katıldı. Çok sayıda asker taarruza hazır bekliyordu. Gecenin karanlığında gönderilen keskin nişancıların çok azı geri dönebiliyordu. Kaleyi zapt etmek mümkün değildi. Yeni bir saldırı düzenlemeden önce kayalara tırmanabilmek için merdivenlere, silahları yukarıya çe­kebilmek için halatlara, asker ve silahları önlerindeki derin uçu­rumlardan karşıya geçirebilmek içinse makaralı sepetlere ihtiyaç olduğuna karar verildi. Bu malzemeler tedarik edilirken Ruslar, Şamil'in kalesine sızmayı deneyecekleri mevzilere geçmeye baş­ladı. Üzerlerine mermi yağıyordu. Korkunç kayıplar vermişlerdi. Kaleyi bir hafta daha gece gündüz topa tuttular. General Grabbe, zaferin yakın olduğunu bildiren casuslarının -başıbozuk aşiret mensupları- getirdiği haberlere inanmaya başladı. Dediklerine göre Şamil zannettiklerinden daha ağır kayıplar vermişti. Dış ve iç burçlar yerle bir edilmişti. Ana depoları isabet aldığı için erzakları azalıyordu. Yem kalmadığı için hayvanlardan me­det ummaları da mümkün değildi. Hiç durmadan devam eden topçu ateşi insanları bezdirmişti. Dahası etrafları henüz gömme imkanı bulamadıkları cesetlerle doluydu. Dalga dalga aşağıdaki Ruslara kadar yayılan koku Müritleri hasta ediyordu. Kavurucu yaz güneşi, ölülerin ve can çekişenlerin üzerine vurmuştu. Et­rafta uçuşan sinekler, insanlara işkence gibi geliyordu. Sürüler halinde kilometrelerce öteden gelen akbabalar, harabelerin üze­rine konmuştu. Su pislenmişti ve her şeyden önemlisi ölüleri defnedecek bir yer yoktu. İlginçtir ki ölümü hafife alan Müslü­man aşiret mensupları, savaş meydanında ölülerini defnetmeden edemezdi. Canlı canlı surlardan aşağıya atlamayı göze alan bu adamlar, etraflarındaki cesetlerden bu şekilde kurtulmayı kabul­lenemiyordu. Bu nedenle enkazın arasında ölüler yığılmıştı. Şamil'in kaçmaya hazırlandığı haberini alan -haber asılsız­dı- Kont Grabbe taarruza geçmeye karar verdi. Üç kol halinde birlikler gönderildi. İlki, tek sıra halinde dağın sırtındaki dar yoldan ilerleyecekti. Karşı tepelerdeki topçular, bu askerlere ko­ruma ateşi sağlayacaktı ancak boş bir kayalık gibi görünen yer­den Üzerlerine kurşun yağdırıldı. Ateşe rağmen yukarıdaki geniş çıkıntıya ulaşmaya çalışan askerler, buradan harabeye dönmüş surlara çıkmayı umuyorlardı. Aşağıdan dürbünle araziyi incele­yen kurmay subaylar, bu alanın taarruza geçmek için mükemmel bir nokta olduğunu düşünmüştü ancak düzlüğe ulaşan Rus askederi, vadideki Rus mevzilerinden görünmeyen, kayanın içine gizlenmiş iki müstahkem mevziden açılan çapraz ateşin arasında kaldılar. Altı yüz Rus askeri bu küçük alanda kapana kısılmıştı. Yarısı ya­ralıydı ve can çekişiyordu. İki tarafları da uçurumdu. Önlerinde sarp kaylar vardı. Geri çekilmek için kullanabilecekleri tek yol ağır ateş altındaydı. Ortalık mezbahaya dönmüştü. Sersemleyen ve kendi kanlarında kayan askerler, uçurumdan aşağı düşüyor­du. Müritler subayları tek tek avlamıştı. Artık acele etmeden nişan alabiliyorlar, kalan mermilerini erlere ayırabiliyorlardı. Askerlerin bitkin düştüğünü ve sığınacak yerlerinin olmadığını biliyorlardı. Çoğu sabaha çıkmazdı. Başka bir yoldan Ahulgo'ya yaklaşan ikinci koldaki askerler, Üzerlerine yuvarlanan kocaman kayaların altında kalarak can verdi. Kayalar ve askerlerin cesetleri, Ahulgo'ya açılan bu dar ge­çidi kapatmış, avulun savunma hattını sağlamlaştırmıştı. Farklı bir bölgeden Ahulgo'ya doğru ilerleyen üçüncü koldaki birlikler, dış savunma hattının bir kısmını direnişle karşılaşma­dan geçmeyi planlıyordu. Ancak uçurumun kenarındaki bir çı­kıntıya ulaştıklarında tepelerindeki harabelerden Üzerlerine at­layan kadın ve çocuklarla karşılaştılar. Kadınlar, (Rusları asker sayısı konusunda kandırmak amacıyla) erkek kıyafeti giymişti. Amazon atalarının geleneklerine uygun olarak ellerinde kılıçları düşmanlarının üzerine yürüyorlardı. Hançer sallayan çocuklar­sa Rus süngülerinin altından sürünerek geçip askerlerin karnını deşiyordu. Çocuklar vurulduğunda anneleri evlatlarının beden­lerini kaldırıp yaklaşan düşmanın üzerine atıyordu. Sonra deli gibi tüfeklerin üstüne atlıyorlar ve Rus askerleriyle birlikte uçu­rumdan aşağıya düşüyorlardı. İndirdikleri her asker, Ahulgo'ya saldıracak bir adamın eksilmesi demekti. Rus komutanlar bir kez daha geri çekilmek zorunda kalmıştı. Askerlerini yeniden düze­ne sokup bir sonraki saldırılarını planlayacaklardı. Avulun içindeki manzara, Tatar casusların söylediği kadar ka­ranlık değildi. Şamil, gecenin karanlığında yaralıların büyük kısmını Koysu'nun karşı yakasına tahliye etmeyi ve diğer avul­lardan takviye birlik toplamayı başarmıştı. Rus keskin nişancı­ların gözü önünde Ahulgo'ya mühimmat ve erzak getiriliyordu. Kuyu suyu kirlendiği için Şamil'in adamları, geceleyin iplerle yamaçlardan aşağı inip ırmaktan su getiriyordu. Bu şartlarda ku­şatma bütün kış sürebilirdi. Kafkas dağlarında kışın sürekli kar yağar ve acımasız iklim Rus askerlerini mahvederdi. Savaşa ara verilmiş, taraflar durum değerlendirmesi yapıyordu. Şamil ve naipleri camiye çekilmiş ibadet ediyordu. Minaresi Rus topları tarafından yıkılmış olsa da cami hala ayaktaydı. Ka­dınlar, mağara ve harabelerden çıkmaya başladı. Bu durumda dahi etrafa çeki düzen vermeye çalışıyorlardı. Ekmek yapmak için kerpiçten ocaklar yapıyorlar, enkazı topluyorlar, caminin pirinç lambalarını siliyorlar, seccadeleri silkeliyorlardı. Katı mizacıyla tanınan Şamil dahi camiyi bu güzel seccadelerden mahrum bırakmamıştı. Bir araya gelen kadınlar, kılıçlarını yan­larına koymuş askerlerin yırtılmış elbiselerini dikiyor, ayakka­bılarını tamir ediyor ve çerkeskalarını yamıyorlardı. Karanlık mağaradan çıkmış küçük mahluklar gibi güneşlenen hoplayıp zıplayan çocuklar, kuytu köşelerde oyun oynuyordu. Beş altı yaşından büyük çocuklar, cirit atma talimi yapıyor ve ustaca hıncallarını biliyordu. Şamil'in sekiz yaşındaki büyük oğlu Cemaleddin de bu çocuk­ların arasındaydı. Gelecekte Mürit Savaşları'nda önemli bir rol oynayacaktı. Narin, soluk benizli bu çocuk kocaman kara göz­lerini annesinden almıştı. Eşsiz bir gülümsemesi vardı. Vakur tavırları göze çarpan Cemaleddin, bir an olsun babasının peşini bırakmıyordu. İyi bir binici ve nişancıydı. Şamil'le birlikte birkaç baskına katılmış, cüssesiyle karşılaştırıldığında çok ağır görünen bir hıncalı kullanmıştı. On iki yaşına basan bir erkeğin savaşçı kabul edildiği Kafkasya'da bu, olağandışı bir durum değildi. On yaşına kadar sütanneleri tarafından beslenen Svaneti çocukları devasa bir cüsseye sahip olurlar ve yedi yaşından itibaren savaş meydanında boy gösterirlerdi. Kuşatma boyunca babasının ya­nından ayrılmayan Cemaleddin burçlarda, camide, Müritlerin savaş meclisinde, kısacası her yerde Şamil'in hep bir adım arka­sında duruyordu.
·
108 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.