Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Lakırdı
Bozpek'in 2023 muhasebesini dinledim geçen gün. Düzeltmelerim ve eklemelerimle birlikte aklımdakiler şöyle: 6 Şubat depreminden sonra, adına millet denen bir şeyin varlığını hatırladık, yer yer midelerimizi bulandıran hadiselere tanık olduysak da. Acıda ortaklaştık. Fakat pek çoğumuzun derinlerinde gezen, aramızdaki ilişkilere sirayet eden bir hastalık da vardı. Bulaştıranı elbette medya vasıtasıyla siyasi diskur. Afetzedelerin bir kısmı bugün dahi fizikî manada yaralarını saramamışken, depremin, AKP'nin ya da muhalefetin siyasi kaderine etkisi ana gündem maddesi oldu. Bu bir nevi odadaki fildi. Görsek de görmesek de kendimize itiraf etsek de etmesek de böyle. Bu şunun sonucu; fertleri insan olarak, yurttaş olarak, vatandaş olarak görmek yerine seçmen olarak görmek. Seçmen olarak görme dolayısıyla, seçmenle simbiyotik, karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi kurma işini de Türkiye'de bu iktidar bir habis kültür haline getirdi. Aslında çok açık, -kimine göre belki dürüst- bir menfaat ilişkisi var. Çocuğuna iş bulmak için ilçe teşkilatındaki tanıdığına özgeçmiş belgesi ileten anne babadan, makamını kullanarak uyuşturucu ticaretiden kazanımlar elde eden eski içişleri bakanına belirgin bir örüntü var. Kulvar ve ölçek farklı olabilir. İlki masum, ikincisi habis görünebilir. Fakat söylemeli; temelde aynı arıza mevcut. Muhalefetin de, toplumun faylarını harekete geçiren hadiselere yaklaşımı hastalıklı. Refleksif bir biçimde, ilk olarak vuku bulan hadisenin siyasi sonuçları üzerine düşünmek sakatlığı... Vuku bulan hadiseye yönelik gösterilecek tepkinin, siyasal açıdan kayıp ve kazanımlarının muhasebesi yani. Siyasal iletişim çalışmalarının, mutasavver "vatan" bağlılığının, yani vatandaşlığın önüne geçmesi. Buna "milletin çözülmesi" demek isabetli olacaktır. Gerçi bu durumda da "millet mi vardı ki çözülsün" kavlinden bir soru sorulabilir. Geçiyorum. Gezi Ayaklanması'ndan bu yana on bir koca yıl geçti. Nesiller çocukluktan ilk gençliğe, ilk gençlikten erken yetişkinliğe, erken yetişkinlikten yetişkinliğe, yetişkinlikten orta yaşa, orta yaştan ihtiyarlığa yol aldı. Laik cumhuriyete karşı Fethullahçı-AKP güç birliğinin çözülmeye başladığı yıllardan bugüne, toplaşma, eylem, protesto, yürüyüş kademe kademe kamu hafızasından silindi. Her fırsatta ayaklar altına alınan, ona yönelik keyfiliğin en üst seviyede gözümüze sokulduğu anayasa; eylem, protesto, yürüyüş, nümayiş söz konusu olduğunda, gayr-ı hukukî bir biçimde sığınılan liman oldu. Gerçek manada ses çıkaran TCK 216'dan, TCK 309'dan işlem gördü. Öte yandan, kimilerimizin ibretle izlediği, devlet eliyle tertiplenen mitingler carileşti. Bakıldığında, bir açıklamaya ihtiyaç duymayan, kendiliğinden bir tür kara mizah. Yarın bir gün, çeşmenin başını tutan iktidar silinip gidecek. Küplerini doldurmak için iktidara tebaa olanlar; iktidarın arkasından söven ilk taife olacak. İlk taşı en suçlu atacak. İnsanoğlu böyle. Bunun ne siyasetle, ne diyanetle, ne ideolojiyle zerre ilgisi yok, tamamiyle ontolojik. Hal böyleyken, kişilere, cemaatlere, partilere tebaa değil, Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaş olmak için direnenlere, tebaadan fazla iş düşecek. Bu tarihte de böyle oldu. Suçlarını perdelemek için mübarek Türk bayrağını kullananlar yüzünden, bayraktan soğumak nasıl mümkün değilse, tâbî olmak durumunda kalan, tebaalaştırılan, tâbîyette ferahlık bulanlardan da aynı şekilde... İç cephelerini tahkim etmeyi beceremeyen sömürge sonrası coğrafyanın üyelerine, Türkiye'deki milyonlarca vatansız insana dikkatlice bakmayı öneriyorum. Gönül isterdi ki, önerimi kaale alacak ya da almayacak olanların yekünü, başka gidecek yerleri olmadığından değil, burada kalmak istedikleri için, burayı güzelleştirmek istedikleri için kalanlar olsun.
·
144 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.