Gönderi

Nereden geliyor bu hırsımız? Renkleri, sesleri, kokuları ile önümüzde salınan bu dünya bize neden yetmiyor? Niçin bakmakla dinlemekle, koklamakla kalmıyoruz da ille anlamak, her şeyi kendimize, sonra da birbirine bağlamak istiyoruz? Yaşamak, yalnız tenimizle, tenimizin iştihalariyle yaşmak az bir bahtiyarlik mı? İşte hayvanlar, işte bitkiler, işte büsbütün cansız sandığımız taşlar... Onlar da yaşıyor, başlarına bir de ruh derdi çıkarmadıkları için yaşamağı, her günün getirdiği zevki bizden daha iyi tadıyorlar. Biz ise duygularımızın bildirdikleriyle kalamıyoruz; onlara inanmıyoruz, ışığın aldattığını, ışığın eşya üzerinde bir örtü olduğunu sanıyoruz. Işık kalkınca da memnun değiliz. Gene her seyin, bizden kendini gizliyen, bize kendini sezdirmek istemiyen bir yanı olduğunu düşünüyoruz. Bilmek, anlamak hevesi bir bilmemek, anlamamak hevesi oluyor. İçimizde sanki ne kadar uğraşsak, didinsek bilemeyeceğimizi, dışarıyı da kendi kendimizi de kavrıyamıyacağımızı bildiren bir ses var;"o melâle düşüyor", gene de durmadan o yolda koşuyoruz. Koşmak, durmadan koşmak, ama öyle bir koşmak ki ilerletmiyor, yer değiştirtmiyor. Kendi kendinde kalan bir hız...
Sayfa 60 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
·
1 artı 1'leme
·
14 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.