Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

479 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Tehlikeli Oyunlar
Tehlikeli Oyunlar İnceleme Romanı incelemesi ve yorumlaması çok zor, hatta imkanız denebilir. Belirli bir altyapıya sahip olmak gerekiyor, bende bu altyapı ne yazık ki mevcut değil hatta bu altyapıya yakın bile değildim. Ben de ilk 150 sayfası okuduktan sonra kitabı bıraktım, aslında dönüp tekrar okumayacaktım, ta ki şu alıntıyı 1K’da görene kadar : beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum Bu alıntıdan sonra kitaba tekrar döndüm zaten haksızlık ettiğimi düşünüyordum. Kendi aptallığımdan dolayı eseri yarım bırakmak gerçekten hem yazara hem de esere çok büyük saygısızlık ve haksızlıktı. Önce kendime altyapı hazırlamalıydım ve bir iki farklı oyun okuyup Oğuz Atay’ın hayatını araştırmaya başladım. Yaşadıkları gerçekten beni çok üzmüştü, sevilmiş fakat anlaşılamamış, fark edilememişti. Toplum tarafından anlaşılamama sebebi büyük ihtimal ilk post modern romanı Tutunamayanlar’ı yazmış olmasıydı. Sonuçta bir şeyin ilki genelde başarısız olur ya da sonradan değeri anlaşılır. İlk eseri Tutunamayanlar ödül almasına rağmen bir türlü Türk edebiyatında yer bulamamış ve unutulup gitmiş, eserle beraber Oğuz Atay’da unutulmuş ve tutunamamış. Bunu sinema sektöründe de gördük, mesela Esaretin Bedeli filmi çıktığında hiç sevilmemiş hatta film yerden yere vurulmuş. Sebebi, filmin anlatıcı ağızla anlatılması. “Fight Club” filmi de eleştirmenler ve izleyiciler tarafından hiç sevilmemiş ve yerden yere vurulmuştu, şimdi günümüzde Brad Pitt’in en iyi filmlerinden olduğu savunuluyor. Bence çok abartılıyor o kadar iyi bir film değil, aptal ergenler nedense Tyler Durden karakterini çok seviyor. “Brad Pitt’in en iyi filmi” demeyi bırak en iyi üç filmi arasına bile giremez. Kesinlikle en iyi üç Brad Pitt filmi: SE7EN – Joe Black - Interview With Vampire Neyse konumuza dönelim. Tutunamayanlar romanının alıntılarında gezerken şu alıntıyı gördüm : Belki de bu yazarları okumaya cesaret edemeyenlere onları böyle basit, günlük olaylar çerçevesinde anlatmanın bir yolu bulunsaydı, daha çok okunurdu bu kitaplar. İnsan beyninin böyle farklı güçte olması, birinin yazdığını, ötekinin okuyacak kadar bile bir zekâya sahip olmaması çok üzücü. Sayfa 571 Sonra Tutunamayanlar eserinin en çok yarım bırakılan eser olduğunu öğrendiğimde daha çok üzülmüştüm. Bende Tehlikeli Oyunları yarım bırakmıştım. Yarım bıraktığım için kendimi suçlu hissetmeye başladım, Oğuz Atay anlaşılmayı ve okunmayı hakkeden bir yazardı ve onu okumalıydım zaten anlayamazdım ama yine de denemek zorundaydım. En sert ve acımasız duygu suçluluk duygusuymuş bunu tekrardan teyit etmiş oldum ve Rodion Raskolnikov’a biraz daha üzüldükten sonra, Tehlikeli Oyunlar’ ı okumaya karar verdim. Hamlet, Macbeth ve Fırtına’ya sevmediğim halde tekrar katlandım ve bitirdim. Bence yararlı oldu. Sonrasında Tehlikeli Oyunlar’ a başladım. Çok yorucu ve anlaşılması zor olmasına rağmen üç günde bitirdim. Tehlikeli Oyunlar bir bulmaca gibiydi, sayfalardan ve bazı diyaloglardan sonra durup 5 – 10 dakika boyunca düşünüyordum, Hikmet Benol karakteri gerçekten anlaşılması zor bir karakterdi. Diyalogların altında çok güzel ve farklı farklı anlamlar çıkabiliyordu bazen şakalar yapıyordu ve okurken sırıtıyordum ama hemen sonraki satırda öyle şeyler söylüyordu ki ona acıyordum. Aşırı ironik bir dil kullanıyordu. Oğuz Atay bu ironik dili Tutunamayanlar eserinde de kullanmış sanırım, keşke okuyacak cesaretim olsa. Neyse bi ara denerim. Hikmet karakteri, kelimeleri ve anlamlarını sembollerle o kadar mükemmel gizliyordu ki anlatamam, sanki anlaşılmak istemiyormuşçasına öyle şeyler söylüyordu ki karşıdaki insan zor durumda kalıyordu. Kendini toplumdan dışlamış ve bir gecekonduya yerleşmişti, onu seven ve değer veren bir iki kişi vardı fakat nedense Hikmet karakteri bir kara kutu gibiydi. Belki de anlaşılmak istemiyordu, zaten onu anlamak mümkün değildi, öyle uçuk bir kafa yapısı vardı ki anlatılamaz ve anlaşılamazdı. Doğal olarak kendi kendini toplumdan dışlamıştı, evet toplumdan kendini dışlamıştı ve bence birazda bencildi. Oğuz Atay yazmaya yeni başladığı sıralar şunları söylemiş: “Sanırım bu romanın kahramanı da tutunamıyor. Bu konudaki yakınmalarını pek ciddiye almıyorum. Selim kadar haklı değil galiba. Hikmet de (yeni romanın kahramanı) bunun farkında olacak ki tatsız sıkıntılarını dindirmek için oyunlara başvuruyor. Kitabın adı ‘Tehlikeli Oyunlar’ olacak. “ Selim’i tanımıyorum ama evet Hikmet haksız. Sevgi ve Bilge karakterlerine yaşattıkları gerçekten çok üzücü ve bencilce, kesinlikle bunları hakketmemişlerdi, kesinlikle suçlu olan kişi Hikmetti neden bu kadar derin olmak istiyordu ki ? Kendini toplumdan soyutlamıştı ve bence diğerlerinden biraz daha üstün görüyordu, herkesi kendi yanında istiyordu fakat istediği şey çok zordu, bazen insanları anlamak gerekir hep anlaşılmayı beklemek aptallık ve bencillikti. Bazen mutlu olmak için başkalarının seviyelerine inmek gerekir. Hikmet bu yüzden çok mutsuzdu, mutlu bir evlilik geçirmiyordu, karı onu anlamıyordu o da karısını anlayamıyordu. Okurken en çok üzüldüğüm karakter Bilge oldu, Bilge kesinlikle çabalıyordu ve çok uğraşmıştı ayrıca onu seviyordu daha ne yapsın ? Hikmet sanki sevilmek istemiyormuş gibiydi. Demek ki gerçekten “İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de.” 1984 / George Orwell, Sayfa 272 Hikmet’in yaptığı tek şey Bilge’yi kendinden biraz daha uzaklaştırmaktı. Hikmet onun sevgisine ihanet etmişti Bilge çabaladıkça Hikmette uzaklaşıyordu. Bu yüzden Hikmeti suçlayamayız nedense yapısı böyle, böyle olması kendi elinde değil gibi. Aslında Hikmet karakteri de bir noktada bunun farkına varıyor ve topluma inmeye karar verip bir de öyle anlaşılmaya çalışıyor, Gecekondu ya yerleşme sebebi aslında kendini burjuva hayattan kopartmaktı fakat bu onu daha çok yaralamış olduğunu fark etmiş olacak ki toplumun derinliklerine inmek için oyunları bir araç olarak kullanıyor diyebiliriz. Bu oyunları Albay Hüsamettin Tambay ile yazıyordu. Hikmetin en açık olduğu karakter Hüsamettin Tambay karakteriydi. Hüsamettin abimiz ayrıca benim en sevdiğim karakter oldu, Hikmet için en önemli karakterdi Hüsamettin. Kendisi bir albaydı, Oğuz Atay sanırım semboller kullanmayı seven biriymiş, kesin Hüsamettin karakterini albay olarak yazmasının farklı ve büyük ihtimal karışık bir anlamı vardır fakat ne yazık ki anlayamadım. Büyük ihtimal dönemden dolayı falandır, öylesine alınmış bir karar değildir diye düşünüyorum. Hikmet, Hüsamettin albaya gerçekten çok büyük bir saygı duyuyordu, sadece saygı değil ona ayrıca hayranlıkta duyuyordu. Bu alıntıyla ne büyük hayranlık duyduğunu anlayabiliyoruz: "albayım hayatla ilgili her şeyi biriktirmişti: inanılmaz bir koleksiyoncuydu. bütün hayatını, sonunda oynayacağı büyük oyun için biriktirmişti. albayım, bir hayat koleksiyoncusuydu. hayatının hiç bir bölümünü çöp sepetine atmamıştı; bir gün lazım olur diye bir köşede saklamıştı. kendisine yazılan bütün mektupları biriktirmişti. kendi yazdığı mektupları da bir süre sonra geri almıştı. tanıdıklara gider ve 'mektuplarım zaman aşımına uğradı, onların üzerindeki hakkınızı kaybettiniz,' derdi. evet, hayatını büyük bir kıskançlıkla, büyük bir cimrilikle biriktirmişti. kimse ondan bir şey alamamıştı. büyük ve yüksek amaçlar uğruna her dakikasını, her saniyesini bir kenara koymuştu.." Bu sefer sayfayı not etmeyi unutmuşum. Bu iyi bir şey herkesin hayranlık duyduğu biri olması lazım, böylesi daha sağlıklı. Birine sadık bir şekilde saygı duymak gerçekten mükemmel hissettiriyor. Bunu herkese tavsiye ederim, insana bir amaç katıyor daha iyi hissetmesini sağlıyor. En kötü, okuldan bir öğretmeninize bu şekilde bağlanmak sizi gerçekten iyi hissettirir veya gerçekten arkadaşlarınıza sadık olmak. En önemlisi de bu saygının sadakatin çift taraflı olması. Hüsamettin için de Hikmet çok önemliydi. Hikmet, Bilge’ye ondan söz edip övüyordu. Bilge’yi onunla tanıştırmaya bile götürmüştü ve hayal kırıklığına uğramıştı, Albayı gözünde o kadar büyütmüştü ki Bilgenin tepkilerini yetersiz bulup onu suçlamış ve küçük düşürmüştü denebilir, ama Bilge’den ne bekliyordu ki ? Olan yine kız cağız a oldu :( Bilge’ye gerçekten üzülüyorum, yazarken tekrar bunu fark ettim ve biraz daha üzüldüm. Neyse biz albaya dönelim. Albay, Bilgeyle tanıştıktan sonra mahvoluyor diyebiliriz, Hikmet sürekli ama sürekli üçüncü şahıs olarak Bilgeden söz etmesine o kadar alışır ki sonunda Bilge ile tanışınca albay utanır hatta utanmaktan da öte bir şeydir bu onun için, Bilge kanlı canlı onun karşısındadır ve bu gerçek kaldırılamayacak kadar büyüktür. Albay aynı zamanda Hikmet için sopadır diyebiliriz, Hikmete sözünü geçirebilen tek kişidir. Bu yalnızlık yolunda birliktedirler, albay da Hikmeti çok sever, onunla oyun yazmak çok zor olmasına rağmen yılmadan yıkılmadan birlikte zevkle oyun yazar ve hiç de şikâyet bile etmez. Yani aslında bazen şikayet eder ama bunu Hikmetin gurunu kırmadan ve onu incitmeden yapar arada bir fırçalar o kadar. Hikmetin kafasının içinde fırtınalar kopuyor, öyle sert bir iç dünyası var ki bu hem kendisini hem çevresini delirtir, bazen çok sinir bozucu olur bazen de çok üzücü ve sert. Okurken gerçekten yoruyor sadece okuyucuyu değil romandaki karakterler de çok yoruluyordu ama Albay Hüsamettin bu zorluklara rağmen Hikmete katlanıyor ve anlamaya çalışıyor terslemeden hep dinliyor. Çok fazla dinler o kadar çok dinler ki okurken gerçekliğinden şüphe ederiz hatta Hikmet bile bir noktada albayın gerçekliğinden şüphe eder. Tıpkı bizim gibi o da karaktere anlam veremez, onun zihninde olduğunu ve gerçek olamayacağına inanmaya başlar. Şu alıntıyı koyuyorum: Benim zayıf tarafımı biliyorsun.” “Biliyorum albayım. Bunun için de siz -sadece siz- oyunu bedava seyredeceksiniz. Başka herkes bilet alacak. Çünkü onlar gerçek; çünkü siz gerçek değilsiniz. Siz de oyunun -dolayısıyla kafamın- içindesiniz. Çünkü, bir insanı gerçekten seyretmek isteyen, onun oyununa gerçekten katılan biri, o insanın ancak kafasında yaşayabilir.” “Saçmalama,” dedi albay. “Beni ne hakla ortadan kaldırıyorsun?” “Olmaz, albayım, siz gerçek olamazsınız. böyle bir emekli albay gerçek olamaz. Böyle bir gecekondu olamaz.” “Gecekondu değil,” dedi albay, zayıf bir sesle. “Sesinizde zayıfladı albayım. Gittikçe, Hikmet’in kafasının bir ürünü oluyorsunuz.” “Sen gerçekten aklını kaçırıyorsun galiba Hikmet. Oğlum, kendine gel.” “Şimdiye kadar nasıl da oldu da sizin, daha önce kafamda yaşadığım olaylar gibi bir hayalden ibaret olduğunuzu düşünemedim? Oysa her şey ne kadar açıktı. Size ihtiyacım olduğum için yarattım emekli albayı. Ne Sevgi, ne Dumrul, ne de Bilge bana dayanırlardı. Onları yeniden yaratamazdım; buna izin vermezlerdi. Dul kadın da, siz de karşı koymadınız. İnsana ancak hayallerinde karşı konulmaz, ancak rüyalarda olur böyle şeyler. Siz bir rüya kahramanısınız albayım. Beni çok ezdiler, çok horladılar albayım; onun için bir dul kadına, yani Nurhayat Hanıma ihtiyacım vardı. Ha-ha. Nerede görülmüş böyle dul bir kadın? Hem de adı Nurhayat. Oğlu askerde piyes yazıyor. Albay da tarihe meraklı; benim gibi karısından ayrılmış. İşte böyle bir Hüsamettin Bey; yaşına, başına ve mevkiine geçmişine bakmadan beni anlıyor. “Hikmet, korkutuyorsun beni,” diye uyardı albay. Çok güzel alıntı, resmen okuyucunun zihni ile oyun oynuyor. İşte bahsettiğim buydu, Oğuz Atay okuyucuyu da eserin bir parçası yapmaya itmiş bence. Tıpkı 1977 yılında Freddie Mercury’nin ‘We Will Rock You’ şarkısında yaptığı gibi, grup bir şekilde seyircini de onlara katılmasını ve eşlik ederken gösterinin bir parçası olmalarını istiyor, Freddie’de mükemmel derecede iyi olan şu ritim olayını buluyor Yani bence iyi benzetme oldu. Okuyucu da esere kendini kaptırıyor ve eserin bir parçasıymış gibi kendi kendine, kendi ile tartışıyor, iç konuşmalar yapıyor ve teoriler üretiyor, Tehlikeli Oyunlar buna çok müsait olmuş, yazar bunu planlamış bence. Dizilerde ve filmlerde genelde başrollerin bu şekilde ölmesini severim, olaya fazladan gerçekçilik katar. Tabi karakterlerin altyapısını ve temelini çok güzel atmak gerekir, bir hikâyenin (dizinin, filmin veya bir kitabın) en önemli parçası karakterleridir. Karakter gelişimi ve çöküşü kesinlikle en önemlisidir, evet çöküşü diyorum çünkü bir gerçekçi yazılmış bir karaktere gerçekçi bir son gerekir ve gerçekçi son kesinlikle ama kesinlikle mutlu son değildir. Hikmet’in mükemmel bir karakter gelişimi var. Özellikle sonlara doğru Tehlikeli Oyunlar oynamaya başladıktan sonra kendini gerçekten açıyor hem bilinç akışı karmaşıklaşıyor hem topluma daha da açılıyor. Özelikle ‘Son Yemek’ bölümü. Bu bölümden önce Hikmet oyunları hayattan kaçmak için kullanır, ironik dili aslında gerçeklerden nefret etmesi ve kaçmaya çalışmasıdır. Zihninde kurduğu karakterlerle yaşar, semboller kullanır ve anlatmak istediği şeyi hep gizler fakat hayat ile baş edemez, Tehlikeli Oyunlar oynar zarar görmek istemez ama en fazla zararı bu altına sığındığı oyunlar yüzünden görür. Sonunda öyle bir noktaya gelir ki geri dönemez, gerçekle oyunu ayırt edemez. Hayat gerçektir ve gerçekler bir oyun olamayacak kadar acıdır oysa. "Kaçmakla, bi bakıma bütün dünyayı suçlamaktır belki de. Böyle bir topluluğun içinde yaşayamayacağını anladığı için kaçmaktan başka çare bulamamıştır." Sayfa 439 Hikmet’te bir noktadan sonra bunu fark eder ve sonrasında müthiş bir çöküş başlar. Çöküş kısmına gelmeden önce gülüşü hakkında bir iki şey zırvalayacağım. Ha-ha. Bu gülüş karakterin iç dünyasının en büyük özeti aslında. Dediğim gibi Hikmet gerçeklerden kaçmak için kendi kafasında bir şeyler kurar ve oynar, bu gülüşte onlardan biri. Daha açık olmak gerekirse savunma mekanizması diyebiliriz. Oğuz Atay Okuyucuya mizahi unsur olarak da kullanmış gibi ve kesinlikle kişisel bir ironi mevcut, sonradan bu yapay gülücük daha da açılıyor, Hikmet gibi bizde bu gülüşün altındaki acıların farkına varıyoruz. Bu Ha-ha’lar daha çok boğulmakta olan Hikmetin son imdat bağırışları. Karakterin kendi iç dünyasında verdiği savaşları bu gülüş ile anlayabiliyoruz, Hikmette bu gülüş ile daha çok kendi içindeki savaşlara dönüyor, örnek olarak şu alıntıyı verebilirim: Ben bir şey yaparsam gülünç olur. O halde gülelim. Ha-ha. Bir bu ‘ha-ha’ ile iyi geçiniyoruz, o kadar. Çünkü içimden söylüyorum onu. Ulan Ha-ha! Herkesi gülünç duruma düşür, olurmu ? Sayfa 89 “…Beni dalgınlıklar mahvetti albayım ha-ha” Sayfa 85 “ha-ha, sen güldüğüme bakma aslında ıstırap çekiyorum.” Sayfa 318 Dış dünyaya bir isyan var aslında, bunu bu gülüşü ile yapıyor ama aynı zamanda kendine de isyan ediyor. Oğuz Atay kesinlikle mükemmel yazmış, karakterin içsel karmaşasını bu Ha-ha’lar ile çok çok iyi işliyor ve okuyucuya çok iyi yansıtıyor. Karakterin zaten kendini topluma yansıtma problemleri var, o yüzden bu sahte Ha-ha’ları çokça kullanılıyor. Şimdi ‘Son Yemek’ bölümüne gelelim. Bu bölüm en sevdiğim bölüm oldu, gerçekçi bir hikâyenin en sevdiği kısmı karakterlerin çöküşe geçtiği kısımlardır. Ve bu Hikmetin çöküşünün başlangıcı olmuş, eserdeki en etkileyici bölüm. Bu bölüm direk olarak Leonardo Da Vici’nin İsa’nın ‘Son Akşam Yemeği’’ni resmetmiş olduğu eserden referans alınmış. İsa’nın ve tablonun sembolleştirilmesi çok iyi kullanılmış, olaya çok güzel yedirilmiş çok çok iyi göndermeler var, örnek olarak şu alıntıyı vereyim. "Bir din adamının böyle uzun bir masada, bir takım sakallılarla birlikte yemek yediğini görmüştüm," diye bilgiçlik tasladı Bakkal Rıza' nın karısı. Rıza Bey karısını payladı: "Aptal, o son yemek. Allah göstermesin." Kadın kızardı... Sayfa 432 İnsanın tüyleri diken diken oluyor. Eserde çok ironik dil çok ince kullanılıyor zaten demin de dediğim gibi, ironi çok iyi ama bu bölümde çok çok daha iyi. Oğuz Atay’ın anlatım tarzı zaten yeterince mükemmel olduğu yetmemiş gibi bu kısımlarda daha da mükemmelleşiyor, okuyucuyu sadece hikâyenin yüzeyine değil, aynı zamanda karakterlerin psikolojik derinliklerine de çekmekte oldukça başarılı. Bu kısımlar ‘Sonun Başlangıcı’ olmuş. Zaten o son geldiğinde okuyucu etkisinden çıkamıyor. ‘Son Yemek’ bölümü Hikmet için dönüm noktası. Bu bölümle birlikte hikayedeki mizahi ton daha da artıyor, arttığı yetmemiş gibi okuyucuyu daha da düşündürmeye başlıyor. En azından bende öyle olmuştu, en gerildiğim bölüm. Bu bölümünde toplumsal eleştiri çok daha fazla Bu bölümü benim için değerli kılan en büyük unsur diyaloglar ve iletişim oldu, kesinlikle eserdeki diyaloglar çok zengin ve özenle yazılmış ama bu bölüm bir başka, karakterler arasındaki etkileşim çok iyi, ortama tam bir kaos hakim. ‘Son Yemek’ bölümü karakter gelişimi açısından oldukça önemli, Hikmet karakterinin yaşadığı deneyimler ve bu deneyimlere verdiği tepkiler, onun kişisel gelişimini şekillendiriyor ve değiştiriyor. ‘Son Akşam Yemeği’ tablosu ve ‘Son Yemek’ arasındaki paralellikler çok iyi ve etkileyiciler Her iki eser de bir grup insanın etrafında döner. ‘Son Yemek’ bölümü, karakterler arasındaki dinamikleri ve içsel çatışmaları ele alıyor. Hz. İsa'nın ‘Son Akşam Yemeği’ tablosu ise İsa'nın havarileriyle olan son anlarını gösterir ve bu da bir grup insanın içsel ve dini birlikteliğini tasvir eder, ikisi de son anlarını yaşıyordur ve ikisi de çok kritik bir andadır, ikisi de çöküş yaşıyorlar, kaybediyorlar. İşte bu çok etkileyici. Bu yemek sofrası İsa için de “son” oldu Hikmet içinde. Ve tıpkı İsa gibi Hikmet’te karakter gelişimini tamamladı, dibi gördü, çöktü. Tıpkı bir Shakespeare karakteri gibi. Zaten Oğuz Atay karakter isimleri seçerken Shakespeare’den yardım almış. Hikmet tıpkı Hamlet’e benziyor, bence Macbeth’e de baya benziyor. Diğer isimler de almış internette okumuştum ama çok bir bilgim yok o yüzden Shakespeare olayını atlıyorum. Sadece bir bahsedeyim dedim. Esere puanım: 9/10 ‘Son Yemek’ bölümü bana resmen bütün romanı sevdirdi, önceki sayfalar da iyiydi fakat on üzerinden değerlendirseydim, yedi gibi komik bir rakam verirdim. Bu bölümden sonra kesinlikle dokuz veriyorum. Benden on üzerinden on almak imkânsız gibi bir şey, hatta dokuz puanı bile çok çok iyi. Esere on veremememin sebebi altyapımın çok zayıf olması aslında, keşke daha dolu olabilseydim Sanırım biraz yetersiz kaldım ve bu beni üzdü. Eseri bu kadar sevmemin en büyük nedenlerinden biri de Hikmet gibi benimde çok sık iç konuşmalar yapmam oldu. Bu iyi olduğu kadar aynı zamanda berbat bir şey, bazen biri bana bir şey anlatırken, bam başka şeylere dalabiliyorum ya da rasgele sorulara evet diyebiliyorum. Başıma bir iki kere dert açmıştı. Hikmet karakterini bu yüzden çok sevdim. İç konuşmalar ve bilinç akışı insanın en büyük dostudur aslında özellikle yalnızken ya da film izlerken veya kitap okurken, hem yorumlama yeteneğini de geliştiriyordur bence. Sadece bu bile 9/10 vermeme yeter,” You” isimli ucuz diziye sırf şu olay yüzünden dört sezon katlandım. Ve gerçekten gereksiz uzamasına rağmen diziyi kendini sevdirmişti, karakter kesinlikle sempati duyulmaması gereken bir canavardı ama Joe’yu anlamak bile onu sevmeme yetiyordu. Yani bunları anlatmamın sebebi şu, bu basit şey bile kusurların üstünü örtmeye yetiyor. Karakterlerin gerçekçiliği de her kusurun üstünü örter bence, fantastik dünyalardan örnek vericem. Fantastik örnek vermemin sebebi gerçeklikten uzak olmalarına rağmen gerçekçi karakterlere sahip olabiliyorlar. Benim için bir eserdeki en önemli şey gerçekçiliktir. Karakterlerin gerçekçiliğinden bahsediyorum. Hatta bu yüzden a Song of Ice and Fire evrenini çok sevmeme rağmen Middle Earth evrenini çok sevmem, severim ama pekte bayılmam. Şahsen ‘Sauron’ veya ‘Nazgûl’’ler olamasa ‘Yüzüklerin Efendisi’’ne hayatta katlanamazdım. Tam bir işkence, ve karakterler çok basit. Yani demek istediğim şu, Buz ve Ateşin Şarkısı evrenini çok seviyorum çünkü karakterler çok gerçekçi, fakat evren gerçekçi olduğu kadar da eksik ve yanlış. Çok salak saçma ve yazar kesinlikle son yazmayı bilmiyor, karakter gelişimleri de felaket havada kalıyor ve bitmiyor ama ona rağmen bunca kusuru, karakterlerin gerçekçiliği ve derinliği örtüyor. Geriye sadece boşa harcanan bir çok potansiyel kalıyor ve bu çok üzücü, ama yine de evreni seviyorum hatta bayılıyorum. Fanatiklikten nefret ederim ama sanırım bu evrenin fanlarındanım. Neyse saçmalamadan burda bitiricem. Yazıda pek çok eksik ve kusur var, imla hataları ve gereksiz fazla olan virgülleri saymıyorum bile :D Bunu sebebi yazıyı çok dağınık ve berbat bir ortamda yazmam bir de her sayfa farklı günlerde yazıldı yaklaşık on gündür yazıyorum fakat araya bir şeyler giriyor ve eksik kalıyor, sonrasında ise laptop un başına bir iki gün sonra oturuyorum ve kafamdaki pek çok şey uçmuş oluyor. Bu yüzden inceleme hatalarla ve soru işaretleriyle dolu. Zaten kafa dağıtmak için birde ne yalan söyleyeyim sırf incelemeleri üçe tamamlayım, sıkı okur rozetini hakketmek için yazdım. Tamam Premium var ama parayı veren herkesin bu rozeti alması sinir bozucu. Bence hakketmek gerek. Birde şuan bir arkadaşımla boşluktayım denebilir, boş vakitlerde sıkılmayalım diye bunu yazıyorum bir yandan da sohbet falan ediyoruz saat genelde sabaha karşı üç veya dört oluyor bu yüzden biraz karışık ve garip oldu. Ya kısacası boş vakitleri doluruyoruz işte. Arada kendimi tekrar ediyorum şimdi fark ettim, tabi günler sonra tekrar yazmaya başlayınca daha önce yazdıklarımı unutuyorum ve bir bakmışım aynı yerdeyim veya kendimi gereksiz tekrar ediyorum. Yazıyı World üzerinden yazıyorum ve pek çok şey ekledim fakat bu değişiklikler ne yazık ki 1K’da gözükmeyecek. Örnek: 1K yazısını kırmızı renkle yazıyorum ama burdan ayarladığım yazı tipleri ve benzeri süslemeler orda gözükmüyor bu yüzden biraz garip oluyor. Neyse yazı bitti, sonuna kadar okuyan ve katlana bilen varsa teşekkürler :) Ve evet biliyorum kimse sonuna kadar okumayacak. Neyse takipçi kasarken incelemeler iyi iş yapıyor, algoritma daha çok öne atıyor.
Tehlikeli Oyunlar
Tehlikeli OyunlarOğuz Atay · İletişim Yayıncılık · 202230,9bin okunma
·
1 artı 1'leme
·
290 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.