Gönderi

Ahulgo'da yaşanan felaketten bir yıl sonra 1840'ta Şamil'in tek­rar ortaya çıkmasıyla kıyasıya mücadele yeniden başladı. Ne re­form yapmaktan ve daha merhametli bir yönetimden bahseden Ruslar için ne de daha önce Müritlerle tam anlamıyla ittifaka yanaşmayan dağlılar için artık bir orta yol bulmak mümkündü. Dağlılar, akın akın Şamil'in saflarına katılıyordu. Şamil ise elin­deki birlikleri dalga dalga Rus askerlerinin üzerine gönderiyordu. Davalarına yürekten inanan bu insanlar kahramanca çarpışıyor­du. Şamil, çok sayıda güçlü aşiret reisini yanına çekmeyi başar­mıştı. Onun yönetimi altındaki aşiretler, Çeçenistan ormanla­rında bir çeşit gerilla savaşı yürütüyordu. Rus askerleri, ağaç ve çalılarla kaplı arazide topların ve ikmal arabalarının taşınabilme­si için yol açmaya çalışıyordu. Şamil'in adamlarıysa sürünerek, emekleyerek ve yeri geldiğinde kedi gibi tırmanarak işgalcilerin etrafını sarıyordu. Rus birliklerini ormanın derinliklerine çeken Şamil, düşmanlarını burada yok ediyordu. Son zamanlarda Karadeniz'in kıyısında, Anapa'nın güneyinde bir dizi baskın ve kuşatma yaşanmıştı. Ruslar son derece kah­ramanca savaşmasına rağmen bütün çatışmaları Çerkes aşiretler kazanmıştı. Rus kaleleri, bir bir Çerkes aşiretlerin eline geçmiş, Rus garnizonlarında görevli bütün askerler katledilmişti. Bu bölgede oldukça yaygın görülen veba ve sıtma gibi hastalıklar (Bu nedenle bölge, Slavların Şeytan Adası yani askerlerin sür­gün yeriydi) birkaç ay içinde bütün bölükleri kırıp geçirmişti. Bitkin düşen askerler, canla başla mücadele etse de kuşatmaya direnecek güçleri kalmamıştı. Lazarev Kalesi, Velyaminov Kale­si, Nikola Kalesi, Mihailovski Kalesi üç ay içinde art arda düştü. Rusların itibarı, büyük bir darbe almıştı. Rivayete göre kıyı şeridindeki ayaklanmalar, Kafkas illeriyle İran sınırı arasındaki iletişimi daha da zorlaştırmayı amaçlayan İngil­tere tarafından gizlice organize edilmişti. İngiltere, Kafkasya' da­ki mücadeleye dahil olmaktan ziyade Rusların Afgan savaşları­na müdahil olmasının önüne geçmeye çalışıyordu. Bu iddianın doğru olup olmadığı hala bilinmiyor ancak Yüzbaşı Beli ve ajan­larının, Kırım ve Türkiye sınırı arasındaki kıyı şeridi boyunca fa­aliyet gösterdikleri kesin. Hatta öyle ki 1839 yılında Ubıhlardan oluşan büyük bir birlik, beş bin Rus askerine saldırdı. Yüzbaşı Beli, Ubıhlara bizzat komuta ediyordu. "Şiddetli bir çatışma ya­şandı ancak askerlerin yardımına gelen Rus savaş gemilerinden açılan ateş sonucu, isyancı askerlerin büyük kısmı can verdi. İs­yancılar, tepelere doğru geri çekilmek zorunda kaldı..." Rusya, sahil şeridi boyunca aşiretlere bel bağlamak zorunda kalmadan iletişimi sağlayabileceği ve askerlerini konuşlandırabileceği bir kaleler zinciri inşa etmeye koyuldu. Ruslar kaleler inşa ediyor, dağlılar da her adımda onları durdurmak için mücadele ediyor­du. Rus General Rayevski, Doğululara özgü mübalağalı ifadelerle süslediği şu beyannameyi yayınladı: Ordularının haddi hesabı olmayan yüce Çar'ımız, beni kud­retli donanmasına kaleler ve cephanelikler inşa etmek üzere Tuapse, Suplika ve Semez'i almakla görevlendirdi. Buralarda yollar ve limanlar inşa edeceğim. Herkes barış içinde geri çe­kilsin! Yüce ve kuvvetli Çar'ımız, sahip olduğumuz kudrete rağmen önce barış ve uzlaşma yolunu denememizi emir bu­yurdu. İtaat edin. Yoksa dersinizi almaya hazır olun. Ey ka­çaklar, başıbozuklar ve isyancılar, dinleyin! Beş yıldır İngiltere Kraliçesi, Fransa Kralı ve Sultan'dan yardım gelecek umudu ve vaadiyle oyalanıp durdunuz. Ancak Çar'ımız, bu asil şahsiyet­lerle barış içindedir. Biz Bonapart'la savaşırken, onlar bizim müttefikimizdi. Şimdi sizin için hiçbir şey yapmayacaklar . . . Nasıl ben gelen şüpheli adamlara kanmıyorsam (belli ki onları siz gönderiyorsunuz), siz de yalancı peygamberlere kanmayın. Bana akıllı ve şerefli adamlar gönderin, onlarla anlaşayım. Eğer istediğiniz barışsa, dostunuz olayım. Dileğim savaşmak değildir. Beni buna mecbur etmeyin. Çerkesler, öfkeden deliye dönmüştü. General'e, mağrur ve son derece tehditkar (altı kanla imzalanmış) bir cevap gönderildi: 294 On iki yıldır ülkemizin efendisi ve fatihi olmakla övünür du­rursunuz. Yalan söylüyorsunuz! General Rayevski, şunu bilin ki sizin kaleleriniz, bizim ormanlarımızdaki sayısız türbeden farksızdır. Bize ne faydaları dokunur ne de zararları. Asla si­zin tebaanız olmayacağız. Son adamımıza kadar direneceğiz. Yıllardır İngilizlerin oyununa geldiğimizi söylüyorsunuz. Siz öyle dediniz diye onlara inancımız azalacak değil. Kalenizden çıkıp bir saat yürümeyi deneyin bakalım, ne olduğumuzu gö­receksiniz. Hakikaten dostumuz olmak istiyorsanız, Çar'ınıza askerlerini geri çağırmasını, Anapa'dan Karotchas'a kalelerini yıktırmasını söyleyin. İşte o zaman meselelerimizi halledebili­riz. Aksi takdirde yapacak bir şey yok. Fakat Ruslar aşırı küstahtı. Çerkes sahillerinde yer alan hilal şek­lindeki küçük koylardan birine demir atan Rus donanması, savaş malzemeleri indirmeye başlamıştı. Çerkes aşiret reisleri, doğal olarak Ruslara niyetlerinin ne olduğunu sordu. Ancak Ruslar, Çerkes liderlerle görüşmeyi reddetti. Mütareke ilan edilmiş­ti. Anlaşmaya bağlı kalan aşiretler silahlarını bırakmıştı. Fakat aşiretlerle görüşmeye dahi tenezzül etmeyen Ruslar, getirdikleri malzemeleri indirmeye devam ediyordu. Sonunda sabırları taşan aşiret reisleri, bir kez daha savaş bayrağını çekti. Mollalar, Rus­lara karşı savaşmanın cihat etmek olduğunu söylüyordu. Kıyı şeridinde yaşayan halk galeyana geldi ve aşiret reislerine destek vermeye başladı. Çerkesler, dehşet verici bir güçle Ruslara saldır­dı. Ağır bir darbe indirdikten sonra hemen geri çekildiler. Şimdi hedeflerinde Navaginsky garnizonu vardı. Bu garnizondaki as­kerler, önceki gün çıkan şiddetli bir fırtınada kayalara çarpan ge­milerdeki mürettebatı ve kıymetli eşyaları kurtarmak için tedbir almadan kalelerini terk etmişti. Rus askerlerin etrafını saran Çer­kesler, düşmanlarını adım adım denize dökmeye başladı. Gemi enkazlarının arasında sığ sularda yakaladıkları Rus askerlerini öldürdüler. Sadece yüz Rus askeri buradan sağ kurtulabildi. Bu zafer, "isyancıları" şarap gibi çarpmıştı. General Grabbe, si­lahlarını bırakmalarını istedi ancak kabul etmediler. "Tek bir sa­vaşçı yaşadığı müddetçe Çerkesler Moskof hakimiyetine boyun eğmeyecektir" diye cevap verdiler. Şaşkalarını bileyip camide ibadet eden Çerkesler, Şamil'in saflarına katılmaya hazırlanı­yordu. Şamil'in güçlenmeye devam ettiğine dair haberler Çar'a ulamıştı. Çar'ın gönderdiği emirleri taşıyan ulaklar, son sürat güneye doğru yola çıktı. Çar'ın yazdığı satırları okuyan subaylar korkudan titriyordu. 1840 yılının yaz ve sonbahar aylarında Kafkasya' da kıyasıya mü­cadele devam etti. Sayıca az olan Ruslar, General Klugenav'ın cüreti sayesinde Gimri'ye ani bir baskın vermeyi başardı. 1832 yılında yaptıkları gibi tepedeki iki yüz metre uzunluğundaki dik keçi yolundan dolanmışlardı. Gimri ilk kez baskına uğradı­ğında, Gazi Molla avulu savunurken can vermiş, Şamil ise Rus toplarının üzerinden efsanevi bir şekilde zıplayarak düşmanla­rına yakalanmaktan kurtulmuştu. Gimri'nin ikinci kez kaybe­dilmesi, son derece başarılı seferler düzenleyen Şamil'in itiba­rını pek sarsmadı. 1841 yılının Ocak ayında Klugenav, Şamil'in birinci naibi Hacı Murat'a karşı iki bin kişilik bir kuvvet gön­derdi. Katkasya'ya teftişe gelen İmparatorluk Topçu Kuvvetleri Başkomutanı General Bakunin, gönderilen birliğin başındaydı. Savaş tecrübesi kazanmak için can atan ve bir muharebede ko­mutanlık yapmanın kendisine yakışacağını düşünen Bakunin, gönderilen birliğin başına geçmek için ısrar etmişti ancak bir dağ kalesine baskın düzenlerken öldürüldü. Rus birliklerine bağlı olan başıbozuk milisler, bu kritik anda savaşmaya yanaş­mamıştı. Askerlerinin üçte birini kaybeden Ruslar, geri çekil­mek zorunda kaldı. Şamil, her geçen ay daha da güçleniyordu. Yazın ortalarına doğ­ru Golovine şu satırları kaleme aldı: "Bugüne kadar Şamil kadar vahşi ve tehlikeli bir düşmanla karşılaşmamıştık... İslam'ın ilk dönemlerinde Hz. Muhammed'in dünyanın üçte birini sarsma­sını sağlayan dini-askeri kudretine benzer bir kudret kazandı.... Rehineler, merhametsizce öldürülüyor. Atadığı yöneticiler, onun kölesi. Hakimiyetine karşı çıkanların sonu ölüm... Bu korkunç istibdadı sona erdirmek, bizim birinci önceliğimiz ol­malı." Fakat Rusların komuta kademesi de en az Şamil kadar katıydı. Çar'ın gözüne girmek isteyen bazı generaller, araların­da yaşanan entrika ve ihtilaflardan dolayı güçten düşmüşlerdi. Rus komutanlar birbirleriyle uğraşırken Gazi Kumuk'a baskın düzenleyen Şamil aşiret reisini, ailesini, buradaki Rus valiyi ve Kazak muhafızları öldürdü. General Grabbe'nin dikbaşlılığı, büyük bir felakete yol açacak­tı. İtirazlara kulak asmayan Grabbe, Dargiye-Vedan'ın üzerine yürümekte ısrar ediyor, Gumbet ve Andi'yi dize getirmeyi plan­lıyordu. Kurmayları, Grabbe'yle tartışmanın bir işe yaramayaca­ğını gördü. Prens Argutinski'nin küçük birliklerinden vazgeçip kanatları tutmaya çalışmanın, bütün ülkeyi Şamil'in akıncıları­nın merhametine bırakacağını anlatmaya çalışmak nafileydi. O dönem Rus birlikleri, Dağıstan' da küçük gruplar halinde mev­zileniyordu. Pek de iyi tahkim edilmemiş merkezlerden, Rus hakimiyetinden rahatsız olan bu geniş ve çetin araziyi kontrol etmeye çalışıyorlardı. Bütün itirazları göz ardı eden Grabbe, ka­rarlı ve güçlü adımlar atılması gerektiğini söylüyordu. On bin­den fazla askerden oluşan bir kuvvet topladı ve yola koyuldu. Birliklerin renkli sancakları dalgalanıyordu. General Golovin, yaşanan felaketi şöyle tarif ediyor: Topladığı kuvvetin büyüklüğü, seferin etkinliğine zarar veri­yordu. Yanında büyük miktarda askeri malzeme ve kumanya, çok sayıda araba ve yaklaşık üç bin at vardı. Zorlu yol şartla­rından dolayı yük konvoyu, birkaç verst boyunca uzanıyordu ve bu konvoyu korumak için askerler seyrek yerleştirilse dahi mevcut kuvvetlerin yarısı gerekiyordu. Birkaç tabur asker öncü birlik olarak gönderilmiş, birkaçı da arka kademede görevlen­dirilmişti. Geriye kalan askerler, konvoyun iki tarafında bir ko­ruyucu hat oluşturuyor, arabaların ilerlemesine yardım ediyor­du. Bütün birlik, son derece zayıf düşmüştü. Diğer birimlere destek olarak gönderilebilecek hiç boş adam yoktu. Bir yandan karşılaştıkları doğal zorluklarla başa çıkmaya çalışırken, diğer yandan dağlılarla uğraşıyorlardı. Dağlılar, sık ağaçlarla kaplı ormanın içinden yapılan bu yürüyüşün kendilerine eşsiz bir fırsat sunduğunun farkındaydı. Birlikler bu zor araziyi aştıkla­rında, onları yok etmek için ellerine geçen en iyi şansı kaybet­miş olacaklardı. . . 30 Mayıs. Birlikler, sadece yedi verst yol alabildi. Karşılarına düşman çıkmamıştı. Gece yağan yağmur, yolları o kadar kö­tüleştirdi, ilerlemeyi o kadar zorlaştırdı ki 3 1 Mayıs akşamı­na kadar yol boyunca göremedikleri düşmanlarının aralıksız devam eden tacizleriyle mücadele etmelerine ve on beş saat sabırla yürümelerine rağmen, altı üstü on iki verst ilerleye­bildiler. Geceyi geçirmek için susuz bir ovada kamp kurmak zorunda kaldılar. Ertesi gün düşman sayısı artmıştı. Ancak güvenilir kaynaklara göre ana kuvvetler Şamil'in yanın­da Gazi Kumuk'ta olduğu için bu sayı, iki bini geçmiyordu. Yol, git gide daha da zorlaşıyordu. Konvoy, sık sık (dağlıların aceleyle yaptığı) barikatlarla karşılaşıyordu. İkinci gün as­kerlerin suyu tükendi. Birkaç yüz yaralı vardı. Her geçen saat karışıklık daha da artıyordu. Birlik, üç günde yirmi beş verst yol alabilmişti. General Grabbe, sonunda ilerlemeye devam etmenin mümkün olmadığını anladı. . . Artık kimse, kahramanlık nutukları atmıyordu. 1 Haziran akşa­mı bu teşebbüsten vazgeçti ve aynı yoldan geri dönülmesi emrini verdi. Golovin şöyle yazıyordu: "ilerlemek talihsizlikti. Ama geri çekilmek tam bir facia oldu." Boğucu bir ormanda kapana kısılan ve etrafları keskin nişancı kaynayan bu askerlerin, kendilerini ne kadar çaresiz hissettiği­ni tahmin edebiliriz. Müritler mevzilerini almıştı. Devasa ka­yın ağaçlarına otuz-kırk kişi yerleşmişti. Yaklaşan Ruslara ateş yağdırmaya başladılar. "Koca taburlardan açılan yaylım ateşi, uyduruk savunma kulelerindeki askerleri yerinden oynatmayı başaramadı." Kafkas seferlerini yakından takip eden bir Alman askeri gözlem -ci "Aslında Rus halkı savaşmayı sevmiyor" diye yazıyordu. "Na­diren silahlarını yanında taşırlar. Romalılar ve İspanyollar gibi hayvanları dövüştürmeyi de sevmezler." Ruslar, Alman ırkının asli özelliklerinden olan o kasıntılı askerlik ruhuna ve gaddarlığa sahip değildi. Kafkas aşiretleri gibi baskın yapmaya, kılıçlara ve Lermontov'un tabiriyle "dostluk nişanesi olarak birbirini kılıç­tan geçirmeye" düşkün değillerdi. Çeçenistan'a sefere gönderilen birliklerden geriye kalan askerler, 4 Haziran' da Gerze! avuluna ulaştı. İki bin askerin yanı sıra be­raberlerindeki bütün erzak ve malzemeleri kaybetmişlerdi. Fakat Grabbe, Çar'ın şahsi dostuydu ve Çar, General'in yanlış yapabi­leceğine ihtimal vermiyordu. 1839 ile 1842 yıllarında komutanlık yapan Grabbe'nin hatalarını görmezden gelmişti. Üstelik kendi­sini bir stratejist olarak gören Nikola, savaşa burnunu sokmayı seviyor, başkentten komutanlara tavsiye ve emirler gönderiyor­du. Savaş meydanında anında karar vermek isteyen Y ermolov gibi generaller görevden alınmış, yerlerine daha itaatkar isimler atanmıştı. Ancak savaş uzadıkça uzuyordu. Tatmin edici bir sonuç alınamamıştı. Başarısızlığının ve askerler arasında artan hoşnutsuzluğun farkında olan General Grabbe, Aralık ayında görevden affını talep etti. Yerine General Neidhardt atandı. Grabbe gibi kifayetsiz komutanların emrinde olmaktan rahatsız olan bazı genç ve zeki subaylar, bu atamayı kuşkuyla karşıladı. "Namı taburlara bedel" Passek, Tümgeneral Prens Argutinski­Dolgurukov ve Freitag gibi birçok komutanları, yıllardır Kaf­kas savaşlarında tecrübe kazanıp kendilerini ispatlamıştı. Fakat uzun zamandır savaşa dair son sözü, ne Kafkasya'ya yaraşan ne de Şamil'le aşık atabilen adamlar söylüyordu. General Neidhar­dt, Grabbe döneminde Rus ordusunun cesaretini kıran facia ve hatalar zincirine yenilerini ekledi. Aptal, ukala ve miskin biriy­di. Kimse, Çar'ın neden Neidhardt'ı başkomutan yaptığını açık­layamıyordu. Göreve atandıktan kısa bir süre sonra Neidhardt, Şamil' in başını getirene ağırlığınca altın vereceğini ilan etti. Bunu duyan Şamil, General' e bir mektup yazarak başına bu kadar yüksek bir değer biçtiği için şükranlarını bildirdi. Bu iltifatın karşılığını vereme­diği için üzgün olduğunu ancak General Neidhardt'ın başını getirene bir çöp dahi vermeyeceğini yazıyordu. Atını dörtnala Temirhan Şura'ya süren bir Tatar ulak, mektubu elden teslim etmek üzere Neidhardt'ın kapısına vardı. Siyah aygırının tozu dumana katmıştı ancak o toz bulutunda dahi parlayan dişleri seçilebiliyordu. Şaşkınlıktan donup kalan muhafızların önünde at kişniyor ve olduğu yerde asice dönüyordu. Naralar atan Tatar yıldırım gibi uzaklaştı. Kasaba'nın etrafındaki bariyerlerin üze­rinden atlayarak dağlarda kayboldu...
142 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.