Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

708 syf.
10/10 puan verdi
Söyle tanrıça, Alerikoğlu Hasci’nin yalnızlığını söyle. Kendi başına kendi getirdi böyle bir uğurlu günü. Huzur’un gelip de içine dolmasına sebep, diğer tüm ölümlülerin arasında, gözüne çarpması ölümsüzlerin, bu yalnızlığının sonucuydu. Zeus’un evinde oturmaktaydı hep var olan tanrılar, sessiz sedasız, yüzyıllar geçmiş yapamamışlardı ağız tadıyla bir tek şölen, çünkü gök gürleten Zeus’un yerinde değildi keyfi, Olympos’un en yüksek zirvesinde, oturmaktaydı tek başına, kederli. Asırlar olmuştu Kronosoğlu’nun anılmaz olalı ismi, bir ölümlü tarafından, saygıyla. Babaları bu haldeyken cesaret gösteremiyordu tekmil tanrılar, nektar içmeye, şölen yapmaya. Bir gün anlaşıp, gece yarısı ava çıkan kurtlar gibi, vardılar inek gözlü Here’nin yanına. “Sıcak koynuna alsan tanrıların babasını, belki o zaman dağılır kederdi, yine kurarız sonsuz şölenler, eğleniriz eskisi gibi.” dediler, Here de cevap verdi: “Derman olamaz hiçbir ölümsüz bulut getiren Zeus’a, sıcak yatağıyla ya da tatlı sözüyle; hatırlanmaktır derdi, bahar çiçekleri gibi geçkin bir ölümsüz tarafından.” Bunu duyup fısıldadı kendi aralarında tekmil tanrılar, içlerinden biri bir adım ileri çıktı, Athene’di bu, kalkanlı Zeus’un kızı, akıllıydı babası kadar. “Hep beraber seçeriz bir ölümlü, aklına gireriz onun tekmil tanrılar, söyletiriz ona Kronosoğlu’nun adını, sunaklarda adak adamasını bile sağlarız belki.” dedi ve kabul etti diğerleri. Buldular bir ölümlü, Zeus gibi yalnız, görmüşlerdi onu ulu çınarların altında, güneş battıktan sonra başını eğen ayçiçekleri gibi boynunu eğmiş yürürken. Zeus’un gönderdiği yıldırımlar gibi, anında inecekti Ares, Hasci’nin yanına, tutmasaydı onu Apollon. Tanrılara döndü okçu tanrı ve dedi ki: “nice zaman oldu yüz çevireli ölümlülerin biz tanrılardan. babamız Zeus da ondan bu halde değil mi? gidemeyiz şimdi onların yanına eskisi gibi, kulaklarına söyleyemeyiz buyruklarımızı, gönlümüze göre, önceden olduğu gibi saymazlar bizi.” Tekmil tanrılar katıldı sözlerine, ne yapacaklarını sordular. Apollon anlattı planını tane tane; Merak ve Heves’i alacaktı yanına, girecekti kanına yavaş yavaş Alerikoğlu’nun. Apollon izledi gece gündüz Hasci’yi, kutsal İda Dağı’nın tepesinden, hani bir aslan sürüdeki bir ceylanı gözüne kestirir de, uzun otların arasında eğilerek izlerse onu nasıl, uygun an için fırsat gözlerse, öyle gözlüyordu Apollon, Alerikoğlu Hasci’yi. Çok geçmeden tanıdı onu akıllı Apollon, içine düştü derin bir acı, görünce tanrı tanımaz olduğunu. Düşündü başka bir ölümlü mü bulmak gerek diye, Olympos’a, tanrıların yanına eli boş dönmeyi, kabul etmedi, yellere, dalgalara dayanan kayalar kadar sağlam olan gururu. Çeşit çeşit kitaplar görmüştü elinde, ölümsüzler tarafından seçilmiş olanın. O an hatırladı Homeros’un İlyada’sını. Argosluları memnun etmek için anlatmıştı yıllar önce, tekmil tanrıları anlatmıştı, bir de Argoslularla Troyalıların nice yiğitler yutan savaşını. Çağırdı hemen Heves ve kardeşi Merak’ı. İnsan kılığına girdiler sayısız defa, İlyada’dan bahsettiler Alerikoğlu’na tekrar tekrar, sözü güzel Homeros’un söylediği. Alreikoğlu Hasci düşünür olmuştu kitabı, lakin bir türlü başlamamıştı okumaya. Olympos’ta, gök gürleten Zeus’un evinde bekleyen tanrıların yoktu sabrı, bekleyemeyiz dediler bir ölümlünün keyfini, Iris’i haberci yollamaya karar verdiler. “Git çık karşısına, hep birlikte seçtiğimiz, yalnızlığı Zeus’a benzeyen ölümlünün. Anlat her şeyi bir bir, inanırsa sana, Kronosoğlu’nu ansın, adaklar adasın ona. İnanmazsa ver ona İlyada’yı. Okumaktadır o onca kitap, bir de bunu okusun.” dedi Zeus’un karısı Here, Iris de yaptı söyleneni. Hani bir oğlak yeni çıkmıştır anasının karnından, açılır açılmaz gözleri, merakla gezdirir onları bir o yana bir bu yana, anlamaya çalışır bu yeni dünyayı, çok geçmeden zıplamaya başlar sağa sola. Hasci de karşısındakş Iris’i öyle izledi bir süre, sonra konuşmaya başladı, çimlerin üzerinde göt atan ak oğlaklar gibi: “Çok tanrılar vardır dünyada, Zeus’tan eskidir kimi, kimi yenidir. Hepsi ister biz ölümlülerden, tapmamızı, anmamızı kendi ismini. Her birini anacak olsam yetmez benim bahar çiçekleri gibi geçkin ömrüm. Anamam o yüzden Zeus’u, kimdir bilmeden, lakin okurum, ne zamandır aklımda olan İlyada’yı, Homeros’a ait olan. Bunun için de zaman isterim sizden, zeytin ağacı olan diyarlara götürmenizi isterim beni. Ancak o zaman anlarım, Zeus anılmaya değer bir tanrı mıdır.” Hasci’nin sözlerini taşıdı Olympos’a tanrıların habercisi Iris. Tekmil tanrılar kabul ettiler söylenenleri, çaresiz. Yol gösterici Hermeias aldı götürdü Alerikoğlu’nu zeytin ağaçları tarafından çevrelenmiş Laodikya’ya. Öttürmesi için kitabı bitirince, öküz boynuzundan bir bıraktı ona, Olympos’a yenice çıkmıştı ki, duyuldu borunun sesi. Şaşırdı tekmil tanrılar, işleri bozuldu diye hepsi korktu. Gerisin geri döndü Hermeias, Tanrısal Laodikya’ya. Boynuzu uzattı Alerikoğlu, dedi ki: “Okudum kitabı, güzel sözlü Homeros’a ait olan. Bahtı kara Hektor’un cenazesini, Tanrısal Akhellius’ öfkesini, Argosluların yiğitliklerini, Troyalılar ve yardımcılarının mücadelesini, tekmil tanrıları okudum. Lazım gelir hakkını teslim etmek hepsinin ama madem söz verdim sizlere, anacağım akıllı Zeus’u, pek bir ayrı şekilde.” Sözünü tuttu Alerikoğlu. Onun sesini Olympos’un en yüksek tepesinden duyan gök gürleten Zeus oturduğu yerden doğruldu. Hani güneş gücünü yitirince yaşlılık belasına yakalanmış bir yiğit gibi, kış gelir de sarar bütün dağ ve ovayı, don tutar dere tepe, her yer buz olur, sanki durur hayat günlerce, sonra Notos eser sakince, erir don yavaş yavaş, kımıldar toprak, işte öyle hayat geldi Kronosoğlu’nun üzerine. Pek memnun kaldı, yıllar sonra gelen bu saygıdan, Iris’i çağırdı yanına dedi ki: “git bul Alerikoğlu Hasci’yi, tanrıların babası Zeus’un, Olympos’ta misafir etmek istediğini söyle Alerikoğlu’nu, nice tanrılara gösterdiğimden fazla hürmet edeceğimi anlat. Asırlar sonra bir ölümlü ismimi andığı için, pek sevinçliyim şimdi evimde.” Iris şimşek gibi inerken Olympos’tan, omuzlarına dökülen saçlarından tanıdı Alerikoğlu’nu, vardı hemen yanına, dedi ki. “Tanrıların babası Zeus, Olympos’ta misafir etmek ister seni, nice tanrılara göstermediğinden fazla hürmet edecek sana, asırlar sonra bir ölümlü ismini andığı için pek sevinçli şimdi evinde.” düşündü ve cevap verdi Alerikoğlu: “İstemem çıkmak, yıldızlar arasındaki Olympos’a, ne kadar çok sevsem de dağları. Orası tanrılar içindir, bilirim. İlla konuk edecekse beni Kronosoğlu Zeus, İlyon’da olsun isterim, uğruna can verdiği Hektor’un.” Akıllı Zeus şaşırdı Hasci’nin Iris tarafından taşınan sözlerine. “Canlıdır hala Hellespontos, akmaktadır gürül gürül, ama harabedir artık İlyon. Başlarında bir lider bulunan homurtulu domusz sürüsü dereye inip de su içmek için koşarken yokuş aşağı, geçtiği ekin tarlarını nasıl çiğnerse, nasıl ezilirse sarı başaklı ekinler ayaklar altında, İlyon da öyle yerle bir olmuştur. Yakışmaz tanrıların babasına, misafir ağırlamak orada.” Zeus’un söylediklerini aynen aktardı Iris, Hasci cevap verdi: “yakışmaz beki tanrıların babasına, ama yakışır benim gibi bir ölümlüye yıkık İlyon. Bir zamanlar Troyalılar yaşardı orada, dimdik ayaktaydı şehir, duvarlarını geçemezdi düşmanlar. Yiğit Hektor vardı korucusu, tüm zenginliklere sahipti Hektor, tanrılar da onu çok severdi. Fakat sonunda Hades’in ülkesine gitti o da, diğerleri gibi. Ben sahip değilim Hektor’un zenginliklerine, lakin biz insanlar, ortak olarak sahibiz tek bir şeye, ölümdür onun adı. Günü gelince alır götürür seni. O yüzden, ne şatafat isterim ne göksellik. Hektor’un anısını yüreğimde hissetmektir dileğim, tanrılarında insanlarla birlikte savaştığı o yerde.” Anlaştı Kronosoğlu ile Alerikoğlu. Okuyacaktı önce Hasci, güzel sözlü Homeros’un söylediği Odysseus’u, buluşacaklardı sonra Troya’da, biri nektar içecekti, diğeri kara üzümlerden yapılma şarap. Bu şölenden eşit pay alacaktır her insan, zaten tek bir insan bulunacaktı orada. Memnun ayrılacaktı bir ölümlü, bir ölümsüz. Böyle yaşanacaktı Hasci ve Zeus’un uğurlu günü. Yukarıdaki oyunum için kimseden özür dilemiyorum. Oğlan çocukları oyunlarında babalarını taklit eder, yaptıkları hiç benzemese de babalarının yaptıklarına. Günün birinde kendim de unuturum diye açıklayayım yukarıda yazılanları: İlyada'yı okumak ne zamandan beri aklımda. Bazı kitaplar var, hakkında pek bir fikrim olmasa bile bir bağ kuruyorum. Martin Eden böyleydi, Mrs. Dalloway böyle. Ama şimdi bırakalım onları. İlyada'yı da böyle seviyor ve arzuluyordum. Bu kadar kalın kitapları İstanbul'dayken okumayı pek sevmiyorum. Yanımda taşımak zor olur, trende metroda çıkarıp okumak daha zor. E ama bu vakitleri de okumadan geçirmek istemiyorum. Evde başka bir kitap yolda başka bir kitap da benim yapacağım iş değil. Her şeyde olduğu gibi bunda da sadelikten yanayım. Bir haftalığına Denizli'ye tatile gelince soluğu kütüphanede aldım. Hemen kaptım İlyada'yı. Denizli'de yol kenarlarında hep zeytin ağacı dikilidir. Bunu görünce hoşuma gitti. Ege anlatısı sonuçta, zeytinsiz diyarlarda olmaz! Hasci'nin tanrılardan zaman ve zeytinli bir memlekete gitmeyi istemesi buradan çıkma. Kendi tahminimden bile hızlı bitirdim kitabı. Hermeias bana boruyu ve kitabı bırakıp Olympos'a döner dönmez boruyu çalıyorum. Troya'nın kalıntıları olduğunu da duydum. Odysesus'u da okuyup gideceğim oraya. Bir şarap alacağım yanıma. Zeus'u bekleyeceğimden değil ama sağımdan uçan bir kartal gönderse de tadından yenmez. Çevirmenlere değinmek zorundayız bence. Diyor ya "bir ulusun şükranını kazanacağına inanıyorum" sonuna kadar haklısınız efendim. Bu ulusun bir ferdi olarak, şükranlarımın en safı, en güçlüsünü kazandınız. Eserin orijinali hakkında bir fikrim olması mümkün değil ama okurken hissettiğim bu hava mükemmel bir iş yapıldığının kanıtı. Bir başka mükemmel iş de kitabın başındaki önsöz. Şimdiye kadar okuduklarım arasında en kapsamlısıydı. Bir o kadar daha sürse yine merakla okurdum. Kitabı, hakkını vererek okumakta çok faydası oldu. Sondaki sözlük de aynı şekilde. Kitapta, başta, ortada ve sonda olmak üzere üç kırılma noktası var. Önsözü okuyan biri bunların hepsinden haberdar olacaktır. Ben kitabın gidişatı hakkında en ufak bir ipucu bile öğrenmeyi sevmeyen biri olsam da bu sefer rahatsızlık duymadım çünkü önsözü okumam sonunda kazandıklarım kaybettiklerimden kat kat fazlaydı. İlyada'yı okurken elimden tuttukları için çok teşekkür ediyorum. Bazı kitaplara, modern estetik anlayışımıza uymayacağı kaygısıyla "dönemine göre değerlendirmek lazım" yaftası yapıştırıyorlar. İlyada da onlardan biriydi. Fakat efendim, boş verin dönemi falan. Bu kadar keyifle okunan başka kaç kitap daha vardır Allah bilir. Bir elin parmaklarını geçmezler sanıyorum. Büyülü bir hava vardı kitapta. Bu havaya girebilmek için sayfalarca okumak gerekmedi. Daha ilk cümleden itibaren sarmıştı her bir yanımı. (Yukarıda belirttiğim gibi önsöz de etki sahibi bunda) Kitabı okumaya ara verip geri döndüğüm her an da kaldığı yerden devam ediyordu bu büyü. İleriye doğru akan bir savaş vardı. Düz bir koridora benzetebiliriz bunu. Hayır, doğrusal olarak dizilmiş odalar olarak hayal etsek daha doğru. Her odanın karşılıklı iki kapısı kesin var. Biz bir kapıdan giriyoruz odaya. O an odada belki Olympos'taki bir tartışma anlatılıyor belki savavşta bir erin diğerinin göğsüne kargı saplayışı. Tam karşıdaki kapıdan diğer odaya geçmek mümkün, bunu yaptığımız pek çok oda var. Ama iki kapıdan ibaret olmayan da çok oda var. Yan kapılarımız var bazı odalarda. Yalnız bu kapıların ucu çıkmaz sokak. Yani oralara girdiğimizde gezip gelip yine eski odamıza dönüyor, doğrusal ilerleyişimize sonra devam ediyoruz. Bu yan odalar İlyada'nın asıl güzelliği desem abartmış olabilirim belki ama asıl hattan aşağı kalır yeri yok. Ne zaman karşına çıkacağını bilmiyorsun. Bir anda bir yan odaya giriyoruz ve asıl akıştan bambaşka şeyler görüyoruz. Geri döndüğünde zihin, yan odada karşılaştığı güzelliklerin sarhoşluğundayken güçlü akış tekrar kapıyor insanı heyecanı yüksek bir şekilde. Kitabı okurken kaybolurum diye korkuyordum. Bilmediğim isimler korkumun asıl sebebi olsa gerek. Hatta önsözü okuyunca bile tam geçmedi bu korkum. İlk sayfalarda sıkça sözlüğe başvurdum ama bir yerden sonra çok alıştım. Herkesi tanıyordum. Karşıma ilk defa çıkan isimlerin de hangi taraftan olduğunu anlıyordum ki kendilerine verilen rol bu kadarsa bu bilgi yeterli oluyordu. Yani korktuğum gibi olmadı. Benzetme belki de edebiyatın en gözle görülür oyunlarındandır. Ben de diğerlerinin arasında en çok onu severim. Kısa bir cümleyle benzetmeden ziyade güzelce dokunmuş bir yapı. Homeros da bunun kralıymış, görmüş olduk. Sık sık karşımıza çıkan "hani, olursa," kalıbı o kadar hoşuma gitti ki anlatamam. Köyle içli dışı olduğumdan dolayı, benzetmelerin bir tarafını tutan gündelik olayları sırıtarak ve hayranlıkla okudum. Ve birkez daha fark ettim ki çok yakın bir tarihe kadar insanlık tamamen aynıymış. Sabanından tırpanına... İlyada'da bolca ifade tekrarları olsa da detaylarıyla insanın gözünün önünde gerçekçi bir şekilde canlanan ölüm sahneleri birbirlerinden farklı gibiydi. Ölen insanların isminin söyleniyor olması, bir ölümün şekil olarak aynı olsa bile uğradığı kişi açısından gösterdiği farklılıktan dolayı böyle eşsiz algılanmasına sebep oldu. İsimleri zikretmenin hatta kimi zaman bu kişilerin geçmişini anlatmanın bir diğer etkisi de orada bulunan herkesi bir asker olarak değil, anası babası olan bir insan olarak görmemi sağladı. Homeros'un durmadan vurguladığı, savaşın vahşeti ve iki taraf için de faydasız oluşu bu sayede çok daha net hissedildi.
İlyada
İlyadaHomeros · Türkiye İş Bankası Yayınları · 20147,3bin okunma
118 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.