Fakat Müslüman hükümdar bir otokrat olmasına rağmen, tam bir despot değildi. Her zaman, hem teoride hem de büyük ölçüde pratikte, İslamiyet'in kutsal yasasına tabiydi. On sekizinci yüzyıla gelindiğinde, Osmanlı padişahının fiili otoritesi; ulema, yeniçeriler ve ayanlar gibi köklü ve güçlü gruplarla sınırlıydı. Ancak bu grupları temsil edecek kurullar yahut yapılar bulunmuyordu. İslam hukuku hiçbir kurumsal tüzel kişiyi tanımaz. İslam tarihi hiçbir konsey, kolektif, sinod, parlamento ya da seçilmiş ve temsili bir meclis olmadığını göstermektedir. Hukuk bilginlerinin çoğunluğun kararı ilkesini hiç kabul etmemiş olmaları ilginçtir. Müşterek, kolektif bir karar alma prosedürüne ihtiyaç duyulmadığı için bunun bir anlamı yoktu. Cennette bir Tanrı vardı ve tekti. Yeryüzünde mahkeme yoktu ama tek bir yargıç vardı, bir devlet yoktu ama tek bir hükümdar vardı.
Bu eski otokrasi ve teslimiyet geleneği ilk olarak Fransız Devrimi'nde ortaya çıkan fikirlerin etkisi ile ihlal edildi.