….Bununla birlikte, aynı doğrultuda, daha az tartışılan fakat daha ihtilaflı ve bütün hatları ile nispeten daha başarılı bir arayış daha vardı: toplumsal özgürlük, bilhassa toplumda haklarından mahrum edilmiş unsurların haklarının geri verilmesi. İslam, prensipte güçlü bir eşitlikçi niceliğe sahiptir. İslami eserler ve gelenek, herhangi bir şüpheye mahal vermeyecek şekilde miras kalmış her türlü toplumsal ayrıcalığı reddeder ve kınar. İster ırksal ister toplumsal olsun, rütbe ve itibarı belirleyen liyakat, onur ve şahsi başarıdır, nesep değil. Fakat gerçekte, diğerleri gibi Müslümanlar da elde ettikleri başarıları çocuklarına
aktarma konusunda can atarlar. Bu nedenle, doğum ve statü ile sağlanan ve güce ve zenginliğe dayanan, kendini tekrar eden bir yeni elitler yaratma eğilimi vardır. Toplumsal eşitsizlikler İslam yüzünden değil, ona rağmen ortaya çıktı ve yakın geçmişe kadar, sınıflar arasındaki sosyal sınırlar Hıristiyan Avrupa'ya kıyasla daha esnek ve daha geçirgendi.
Fakat, İslami öğretide statüsel ya da sınıfsal eşitsizlikler prensipte reddediliyorken, pratikte bu daha gevşektir, İslam şeriatı tarafından onaylanmamış ama düzenlenen ve uygulanan başka eşitsizlikler vardı. Üç temel eşitsizlik vardır: erkek ve kadın arasında, inanan ve kafir arasında, hür ve köle arasında.