Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

517 syf.
·
Puan vermedi
·
8 günde okudu
“içimde söylemek istediğim çok şey var sanki. Çok büyük şeyler. Bunları ifade etmenin yolunu bulamıyorum. Bazen bana öyle geliyor ki bütün dünya, bütün hayat, her şey içimde duruyor ve sözcüsü olmam için feryat ediyor. Hissediyorum… ama anlatamıyorum…. Bunun ne kadar büyük bir şey olduğunu biliyorum ama konuştuğumda bir bebeğin ıngaları gibi sesler çıkıyor ağzımdan. Duygu ve duyarlıkları, okuyan veya dinleyenlerin içinde benzer duygu ve duyarlıklar oluşturacak şekilde sözle veya yazıyla ifade edilmiş konuşmalara dönüştürmek büyük bir görev. Asil bir görev. Görüyorsunuz, yüzümü çimlere gömüp aldığım tek nefes bile binlerce hayal ve düşünceyle ürpermeme neden oluyor. Çünkü içime çektiğim her nefes, evrenin soluğu. Şarkı söyleyip kahkahalar atmasını, başarıyı ve acıyı, mücadeleyi ve ölümü iyi bilirim; yine de nasıl oluyorsa sadece çimlerin kokusu bile beynimde bazı görüntüler oluşturuyor ve ben bunları size, bütün dünyaya anlatmak istiyorum. Ama nasıl anlatacağım? Dilim bağlı. Şu anda çimlerinin kokusunun bende yarattığı etkiyi size sözlerle dile getirmeye çalıştım. Ama başaramadım. Beceriksiz konuşmalarla bazı ipuçları vermek dışında bir şey yapamadım. Kendi sözcüklerim bana bile abuk sabuk geliyor. Ama öyle bir anlatma arzusuyla doluyum ki…Of!.. İmkansız! Anlatılamaz bunlar! İfade edilemez!” Toplumda alt tabaka olarak nitelendirebileceğimiz bir erkeğin burjuva sınıfından bir kadına olan aşkının hikayesi. Tabii ki klasik ve sıradan bir zengin kız fakir oğlan hikayesi değil. Ki bunu bir aşk hikayesiydi olarak da asla temalaştıramam. Aynı zamanda psikolojiye, felsefeye, sosyolojiye dair birçok hoş yerlere atıflarda bulunuluyor. Jack London hikayeyi o kadaaar güzel bir dizaynda yazmış ki, ben kaleminin kuvvetine ve biçemine vuruldummm. Aşkı için kendini içsel olarak güzelleştirmeye çalışırken kendini bulması ve de aynı zamanda kendini kaybetmesi yolcuğu, ne eski hayatına geri dönebilmesi ne de yeni hayatına adapte olabilmesi… Ruth üniversite okuyorken Martın ilkokul mezunu. Öncelikle ekonomik olarak birbirlerinden farklı sınıfta olmalarını geçtim eğitimsel ve kültürel olarak da çok farklı sınıftalar. Martin bu yüzden Ruth ile tanıştıktan sonra okula gidiyor. Ruth’un arkadaşlarından da çok etkileniyor. Sırf onun için öğrenmeye, çalışmaya bu şekilde aralarındaki uçurumun kalkacağını düşünüyor. Onu daha iyi anlayabilmek ve kendini de daha iyi açıklayabilmek için. Bu kendini ve hayatı anlayabilme sürecinde bir zaman sonra çok iyi bir yol kat ediyor. Bu durumu o kadar çok seviyor ki düşünce ve hislerini yalnız Ruth’a değil herkese aktarmak istiyor, bu yüzden de yazar oluyor. Tabii daha yolun başlarında olduğu için bundan çok para kazanamıyor. Ruth ailesinin baskısı ve kendi korkuları sebebiyle Martin’ın bu yazarlık sürecininde onun yanında olamıyor, en azından para kazanabileceği bir işte çalışmasını istiyor. Hayat amacını bulmuş ve bundan çok keyif alan bir insanın hayallerinden bu şekilde vazgeçirilmeye çalışılmak, bilakis de aşık olduğu kişi tarafından yapılması korkunç kötü bir şey olmalı. Martin her ne kadar kendini geliştirse de ailesi ve çevresi aslında aynı. Ruth’un ailesinin gözünde bu sınıfsal farklılığı hiçbir zaman aşamıyor. Yazarlık sürecinde ele aldığı hayata dair aslında gerçek olan konuları da doğru bulmuyorlar. Bu yüzden Ruth ona ne kadar aşık olursa olsun korkuları sebebiyle onu terk etmek durumunda kalıyor ( “Ruth, Martin’i kendisi olduğu için sevmişti o kesin. Ama burjuva toplumunun insanlara değer biçme yöntemini, Martin’i sevdiği kadar, hatta ondan da daha çok seviyordu.”) Martin nihayetinde ünlü bir yazar oluyor ve bundan sonra Ruth ona tekrar geri dönüyor. Martin de değerinin bu şekilde ölçülmesi durumundan çok rahatsız oluyor. (“En ufak bir değişiklik yok bende. Aynı Martin Eden’im, hatta aslına bakarsan biraz daha fenayım; artık sigara içiyorum. Nefesim kokmuyor mu?”) Öyle ki yalnızca aşkının gerçek olmadığını değil (“Onu gerçekten sevmediğini şimdi anlamıştı. Sevdiği şey Ruth değil, idealize ettiği, kendi sayfasında yarattığı uhrevi bir şeydi; kendi aşk şiirlerindeki ışık saçan ruhtu. Hakiki Ruth’u, sınıfının tüm o kusur ve zaaflarını taşıyan, o sınıfın psikolojisinin umutsuz sınırlarıyla kısıtlanmış burjuva Ruth’u hiç sevmemişti. Sadece düşünsel olarak muhteşemdi, fikren harikaydı. Normalde ateş gibi olması gereken bir anda Martin onu ancak buz gibi takdir edebiliyordu.”) insanların ve hayatın da gerçek olmadığını (“ait olduğu yeri bulamamıştı. Kendini bulduğu her yere uyum sağlamış, işte ve eğlencede iyi olması sebebiyle hakları için savaşma ve karşısındakine saygı uyandırma isteği ve yeteneği sayesinde her zaman ve her yerde sevilen biri olmuştu. Ama hiçbir yere kök salamamıştı. Etraftakileri memnun edecek kadar uyum sağlamış ama kendisi tatmin olamamıştı. Her zaman bir huzursuzluk hissiyle altüst olmuş, daima ötelerden gelen bir çağrıyı duymuş,hep dolaşmış ve aramıştı.”) düşünüyor. Aslında bu kendini arama yolculuğu çok büyük bir kazanç olarak görünse de geçmişte yaşadığı dar perspektifteki değerlerin hepsinin şimdi yok olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor ve nihayetinde trajik bir son :( Bu kitapla alakalı hiçbir şeyi değiştirmek istemezdim. Kesinlikle böyle olması gerekmiyordu orası evet ama dile getirilmek istenen şeyleri derinlemesine kavrayabilmek için bu şekilde gelişmesi ve yaşanmasını gerekiyordu. (Başta denizci olan anakarakterimizin sonunda kendini denize atıp zorla boğdurtarak intihar etmesi ve aslında boğulma eyleminin ilk etapta gerçek anlamının dışında kullanılması ve bu şekilde somutlaştırılması detayları çarpıcıydıııı)
Martin Eden
Martin EdenJack London · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202390,4bin okunma
·
36 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.