Her yalan içinde bir gerçeği barındırırken acaba her gerçek de içinde bir yalanı mı barındırır. İnsan bazen öyle bir noktaya gelir ki kendine bile güvenmez olur. Bunun sebebi ise en güvendikleri insanlar tarafından darbe almalarıdır. Çevresindeki insanları ailesi, dostu ve sevdiği adamı delicesine seven ve ona sonsuz güvenen Karaca şimdi bir bilinmezlikte kayboluyordu belki de. Geçmişde yaşanan olaylar ve alınan yaralar üstü kapatıldığı zaman ve hiçbir şey olmamış gibi devam edildiğinde ilerde bir gün karşına çıkıp seni dumura uğratabiliyordu. İşte o zaman insan ne nefes almak ister ne de kendine de dahil birine güvenmek. Güven her şeyden önde gelen bir duygudur aslında. Bütün duyguların ve ilişkilerin temelidir, yapı taşıdır. Ve bir bina temelden sağlam olmadığında ya da o temel hasar gördüğünde bir daha asla eskisi gibi olamaz hatta yıkılmak zorunda kalır sıfırdan inşa edilmek için. Ve güven yerle bir olduğunda birini ölümüne sevsen bile o güveni inşa etmek çok zorlaşır. Çünkü aklına ve yüreğine şüphe düşmüştür bir kere. Şüphe ise çok zehirli bir tohumdur ve ekildiği andan itibaren zehrini bütün hücrelerine ve hatta ruhuna yayar. Bundan kurtulmak ise çok çok zordur. Karaca ve Kuntun bir anlaşmayla başlayan ilişkisi gerçek bir aşka dönüştü ardından geçmiş ve saklanan sırlarla adete şiddetli bir deprem etkisinden paramparça oldu. Peki Karaca öğrendiği bu gerçeklerle ve geçmişten gelen tehlikeyle nasıl başa çıkacaktı. En önemlisi tekrardan güvenebilecek miydi sevdiği adama ve ailem dediği insanlara???