Gönderi

Nikolay Rostof, öbür yana döndü ağır ağır; bir şey arıyormuş gibi uzaklara, Tuna’nın sularına, gökyüzüne, ufka, güneşe bakmaya koyuldu... Ve gök ne kadar güzel, ne kadar derin, ne kadar mavi, ne kadar sakin görünmekteydi ‘Tanrım!’ Ve ufka yaklaşan güneş nasıl da parlak, nasıl da göz kamaştırıcıydı! Ve parlamaktaydı insanı çağırırcasına! Tuna’nın ötesinde, uzaklarda görünen mor dağlar, manastır, gizemli dar geçitler, tepelerine dek sisle örtülü çam ormanları daha da, daha da güzeldi! Sessizlik oradaydı, mutluluk orada... ‘Orada olsaydım hiçbir şey istemeyecektim, hiçbir şey!’ diye düşünüyordu Rostof. ‘Yalnız bu güneşte bile, bende ve güneşte öylesine büyük bir mutluluk var ki! Buradaysa... iniltiler, acılar, ve korkular... Sınırsız bir kargaşa ve dipsiz bir telaş... İşte gene bağırıyorlar, geriye doğru bir yerlere koşuyorlar gene... ve ben de koşuyorum onlarla birlikte... koşuyor, koşuyorum! Ve işte, tam üstümde ölüm var, çevrem ölümle kaplı... Her yanım ölüm!.. Bir an, bir an evet, yalnız bir an... Ve sonra... Sonrasızlık başlayacak sonra... sonra bu güneşi, bu suyu, bu dar geçidi artık göremeyeceğim...’ O anda güneş bulutların arasına gizlenmeye başlamıştı. Başka sedyeler belirdi Rostof’un önünde... Ölümle sedyelerin uyandırdığı korku ve güneşle yaşama beslediği sevgi, ve heyecan verici bir duygu olarak birbirine karışıyordu içinde genç adamın. Ve Rostof, yüreğinde derin bir ürperişle kendi kendine şunları fısıldadı: “Tanrım! Şu göklerde olan sen! Kurtar, bağışla, koru beni!”
·
28 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.