Gönderi

W. R. S. Ralston
W. R. S. Ralston
-
Rus Masalları
Rus Masalları
Bir zamanlar ülkenin birinde üç oğlu olan ihtiyar bir adam yaşardı. Oğullarından ikisinin aklı başındaydı fakat üçüncüsü budalanın tekiydi. Yaşlı adam ölünce oğulları, mallarını paylaşmak için aralarında çöp çektiler. Kurnaz olanlar her türlü güzel şeyi kaparken aptal olanın payına bir öküz düştü. Üstelik kemik torbası bir öküz! Neyse, zamanı gelince akıllı kardeşler hazırlanıp ticaret yapmak için yola çıkmaya karar verdi. Budala oğlan bunu görüp dedi ki: “Ben de sizinle geleceğim, ağabeylerim. Öküzümü satacağım.” Bunun üzerine öküzün boynuna bir ip bağlayıp şehre götürdü. Yolu bir ormana düştü. Bu ormanın ortasında yaşlı bir huş ağacı vardı. Rüzgâr her estiğinde huş ağacı çatırdıyordu. “Şu ağaç ne diye çatırdayıp duruyor?” diye düşündü Budala. “Öküzüm için pazarlık ediyor olmalı. Pekâlâ, öküzümü almak istiyorsan itirazım yok. Yalnız, fiyatı yirmi ruble. Bundan aşağısını kabul etmem. Haydi, sökül bakalım paraları!” dedi. Huş ağacı hiç cevap vermeden sallanmaya devam etti. Fakat Budala, ağacın öküzü veresiye almak istediğini sandı. “İyi, tamam,” dedi, “Yarına kadar beklerim ben de!” Öküzünü huş ağacına bağlayıp oradan ayrıldı. Ardından akıllı ağabeyleri gelip sordular: “Ne oldu, Budala? Sattın mı öküzünü?” “Sattım.” “Kaça?” “Yirmi rubleye.” “Peki, para nerede?” “Daha parayı almadım. Yarın gidip alacağım, öyle anlaştık.” “Senden de bu beklenirdi!” dediler. Budala sabah erkenden kalkıp giyindi ve parasını almak için huş ağacının yanına gitti. Ağaç oracıkta rüzgârla salınıyordu ama öküz ortalıkta yoktu. Hayvancağız, gece kurtlara yem olmuştu. “Haydi, komşu!” diye seslendi ağaca. “Paramı öde. Bugün ödeme yapacağına söz vermiştin.” Rüzgâr esti, ağaç çatırdadı ve Budala bağırdı: “Yalancının tekiymişsin! Dün ‘Paranı yarın vereceğim,’ diyordun, şimdi yine aynı şeyi söylüyorsun. Öyle olsun. Ama bir günden fazla beklemem. Paramı yarın isterim.” Eve dönünce ağabeyleri yine sorular sormaya başladı: “Paranı aldın mı?” “Hayır. Yine beklemem gerekiyor.” “Kime sattın ki?” “Ormandaki solmuş huş ağacına.” “Ah, geri zekâlı seni!” Üçüncü gün Budala, baltasını alıp ormana gitti. Parasını istedi ama huş ağacı çatırdamaktan başka şey yapmıyordu. “Yok, komşu, böyle olmaz!” dedi. “Bana vaatte bulunup duracaksan seninle işimiz iş. Ben böyle şakalardan hiç hoşlanmam. Bu yaptığını sana ödeteceğim!” Bu sözleri söyleyip baltasını savurmaya başladı. Huş ağacının içinde bir oyuk vardı ve haydutlar bu oyuğa bir küp altın saklamışlardı. Balta darbeleriyle ağaç ikiye yarılınca, altınlar ortaya çıktı. Budala, kaftanının eteklerine alabildiği kadar altın doldurup eve koştu. Ağabeylerine altınları gösterdi. “Bu hazineyi nereden buldun, Budala?” diye sordular. “Bir komşu öküzüm karşılığında verdi. Ama hepsi bu değil, daha çok var! Haydi, gelin ağabeylerim, geri kalanını da siz alın!” Hep beraber ormana gidip bütün altınları topladılar ve eve getirdiler. “Bak şimdi Budala,” dedi iş bilir ağabeyleri, “bu kadar çok altınımız olduğunu kimselere söyleme.” “Korkmayın, kimseciklere tek laf etmem!” Ansızın bir Diyaçok* çıktı karşılarına ve dedi ki: “Ormandan ne götürüyorsunuz öyle, biraderler?” Akıllı kardeşler cevap verdi: “Mantar.” Ama Budala onların sözlerini inkâr ederek dedi ki: “Yalan söylüyorlar! Para götürüyoruz. İşte, bak!” Diachok derin bir ah çekip altının üzerine atıldı ve ceplerini avuç avuç altınla doldurdu. Bu işe çok öfkelenen Budala, baltasıyla Diachok’u bir hamlede yere serip öldürdü. “Budala! Sen ne yaptın?” diye bağırıştı kardeşleri. “Sen iflah olmaz bir adamsın. Bizim de felaketimiz olacaksın! Bu cesedi ne yapacağız, ha?” Uzun süre düşündüler ve sonunda cesedi boş bir kilere götürüp attılar. Fakat biraz zaman geçince en büyük ağabey, ortancaya endişelerini anlattı: “Bu işin sonu kötü olacak. Diachok’u aramaya başladıklarında, göreceksin bak, Budala içinde hiçbir şeyi tutmadan her şeyi anlatıverecek. Şimdi ben diyorum ki bir keçi öldürüp kilere gömelim ve ölü adamın cesedini başka bir yere saklayalım.” Her neyse. Kardeşler gece oluncaya dek bekledikten sonra bir keçi öldürüp kilere attı. Planladıkları şekilde Diachok’u da başka bir yere götürüp gömdüler. Birkaç gün geçtikten sonra insanlar her yerde Diachok’u arayıp sordular. “Ne yapacaksınız Diachok’u?” dedi Budala kendisine sorulduğunda. “Birkaç gün evvel baltamla öldürdüm onu. Ağabeylerim de kilere götürdü.” İnsanlar Budala’nın yakasına yapışıp bağırdılar: “Hemen bizi ona götür, nerede olduğunu göster.” Budala, kilere gidip keçinin başını tuttu ve sordu: “Sizin Diachok siyah saçlı mıydı?” “Evet.” “Sakalı var mıydı?” “Evet, vardı.” “Peki ya boynuzları?” “Ne boynuzundan bahsediyorsun sen Budala?” “Gelin de kendiniz görün,” dedi keçinin başını onlara çevirerek. Kilerdekinin keçi leşi olduğunu görünce Budala’nın yüzüne tükürüp evlerine gittiler. * Ortodoks Kilisesinde ruhban sınıfında sayılmamakla birlikte, diğer din âlimlerinden daha düşük rütbede olan kilise görevlisi.
··
2 plus 1
·
123 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.