Hayatın Terkibi
…
Istırabın şekillendirdiği ağırlığımla yavaşça oturuyorum ve bana hiç de yabancı gelmeyen manzarayı izliyorum. Erenköy mâhut cazibesiyle acı bir istihzayla karşımda. Erenköy yanıyor. Ben düşüncelerle kaybolurken tehlikeli bir sessizlikle küçük halvetlerle açık sarı- kumral saçların oynaştığını görür gibi oluyorum. Yanımda duruyor, oturuyor, yüzüme bakmıyor. Saatler gibi geçen dakikalarda sadece birlikte karşıya bakıyoruz. “Hani benim kitaplarım?”
Sonunda yüzüne bakıyorum. Ateşli gül bahçelerinin dikenleri kalbime saplanıyor. Yine bir süre çeviremiyor kafasını. Durumu idrâk etme fırsatı buluyorum. Gözleri şişmiş, ağlamış belli. Bakışı muzdarip, gözleri şişmiş. Otomatik gülüşleri derinlere gömülmüş, büyümüş. Sonunda gözleri gözlerimle buluşuyor. Aralarında bizim anlayamadığımız bir konuşma geçiyor. İçim anlamak şehvetiyle yanıyor. Dudaklarında mahçup gayr-i ihtiyarı bir gülümseme beliriyor. Erenköy’ün sesi ikimize de yetiyor, uzun süre konuşmuyoruz. “Güçlü adamsın!” diyor. Sesi, tenimin en derinlerine işledi. Affedilmeyi bekleyem bir bakış attıktan sonra mahut bir ses tonuyla “Ee kuzum, hangi romanı okuyacaksın bugün?”
Erenköy yanıyor.