"Çok da tatlı dillisin." Yalnızca Gideon'la birlikte olmak ve
onun o an sadece bana odaklandığını bilmek yetmişti depresyonumu silkip atmama. "Yoksa yine pantolonumun içiyle mi
ilgileniyorsun?"
"Pantolon yok ki üstünde."
"Hayır anlamına mı geliyor bu?"
"Evet anlamına geliyor; eteğinin altıyla ilgileniyorum."
Başparmağını dişlerimle yakaladığımda gözleri koyulaştı.
"Ve o sıcak, ıslak, dar, küçük yarığınla. Bütün gün onu istedim. Her gün onu istiyorum. Şimdi de istiyorum ama sen
kendini daha iyi hissedene kadar bekleyeceğiz." "Öpersen geçer belki."
"Neyi öpeyim, tam olarak?"
"Her şeyi. Her yeri."
Onun böyle yalnızca bana ait olmasına alışabilirdim. Alış
mak istiyordum. Ama bu imkansızdı tabii ki.
Binlerce küçük parçasını binlerce kişiye, projeye ve bağ
lantıya adamış durumdaydı. Eğer annemin başarılı işadamlarıyla yaptığı bütün o evliliklerden öğrendiğim tek bir şey
varsa o da bu tip adamların karılarının çoğunlukla metres
durumuna düşüp neredeyse her zaman ikinci planda kaldıklarıydı, çünkü kocaları aslında işleriyle evliydiler. Bir adamın kendi sektöründe lider olmasının bir nedeni vardı: işine her şeyini vermesi. Hayatındaki kadın da geriye kalanlarla yetiniyordu.