Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

256 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Beşpeşe’nin Peşinden
Beş yazarın bir araya gelerek yazdıkları Beşpeşe, Türk edebiyatında teknik itibarıyla bir ilk… 2002’de Murathan Mungan ile başlatılan proje, 2004 başlarında Pınar Kür’ün romanın son bölümünü yazmasıyla tamamlanıyor. Konsept ve tasarımını Bülent Erkmen’in yaptığı bu proje kitap, beş ayrı bölümden oluşuyor. Her bölümün ikisi kadın, üçü erkek olmak üzere beş ayrı karakteri var, tıpkı yazar kadrosu gibi… Çünkü yazarların da ikisi kadın üçü erkek. Yazarlar, üslupları açısından serbest bırakılmışlar fakat kendilerine ayrılan bölüm 80.000 daktilo vuruşuyla sınırlandırılmış. Romanın temelinde bir aşk hikâyesi var. “Murathan Mungan’ın temel yapıyı ve karakterleri kurarak romanı başlatacağı, Faruk Ulay’ın soğutarak mesafe koyacağı, Elif Şafak’ın olayı ve karakterleri hareketlendireceği, karıştıracağı, Celil Oker’in gerilimi tetikleyeceği, Pınar Kür’ün de “beklenmedik” olanla toparlayıp romanı bitireceği” düşüncesiyle yazar kadrosunun sıralamasını Bülent Erkmen yapmış. Roman diyebilirsek eğer -ben daha çok birbirine eklemlenmiş öyküler demek istiyorum- çünkü bana bir roman gibi gelmedi, teknik itibarıyla gerçekten de farklı. Kitaptaki çocuk oyunlarına çağrışım ve özellikle de seksek üzerinden bir açılım göz önüne alınırsa Bülent Erkmen, yine bir oyunun çağrışımlarının izinden mi gitmiş? Çocukluğumuzda “Kim / Kiminle / Nerede / Ne Yapıyordu / Kim Gördü / Ne Dedi” diye bir oyun oynardık. Oyuncuların her birine şeritler halinde kesilmiş birer kâğıt verilir, oyuncular da yukarıdaki soruların cevabını yazarak bir sonraki oyuncuya verirdi. Tur tamamlandığında kâğıtların her biri açılır ve ortaya çıkan cümle okunurdu. Bazen çok komik bazen de çok saçma cevaplar çıkardı ortaya. Sonuç itibarıyla değil ama teknik itibarıyla bu kitap bana bu oyunu çağrıştırdı nedense. Burada farklı olarak yazarlar, kendinden önceki yazılanları okuyorlar ve romanı öyle geliştiriyorlar. Murathan Mungan’ın yazdığı ilk bölüm, bir çocuk oyunu olan Seksek ile başlıyor. Şöyle diyor yazar: Seksekte tek ayaktan çift ayağa geçerken duyulan rahatlık çoğu kez yanıltır. Hiçbir adımda durum tam güvenli değildir; seksek ayakla, çizgiyle, taşla oynanan bir güven oyunudur. Adıma, çizgiye, taşa, dönüşlere, rastlantılara güven. Kısaca hayatın güvenilmezliğine duyulan güven. Bu yüzden yalnızca bir çocuk oyunu değildir, bir hayat oyunudur. Kız çocuklarını tek ayak üstünde hayata hazırlar, erkekler dünyasındaki hayata. Seksekte ayak kendi kaderini adımlar, oysa taşın kendi kaderi vardır. Onu taş yapan kaderi” (Sayfa 46 /Beşpeşe) Aslında kitabın sonuna geldiğimde Mungan’ın bu düşüncesinin Zehra’nın bölümden bölüme, yazardan yazara savrulan kaderinde de gerçekleştiğini düşünmeye başladım. Zehra’yı, Rıdvan’ı hele hele Fırat’ı… Mungan’ın bölümünün sonlarında ortaya çıkan “yaralı yüz” Fırat’ın sayfalar boyunca gelişen ve sonra da Pınar Kür’ün bölümünde, yani son bölümde şaşırtıcı bir şekilde sona eren serüveni beni hayal kırıklığına uğrattı. Hatta romanın başıyla sonu arasında bir kopukluk hissetmeme sebep oldu diyebilirim. Belki de ben Fırat’tan çok daha başka şeyler bekliyordum. En azından ilk bölümün sonunda böyle hissettim. Romanın ana kahramanlarından Rıdvan da son bölümde ortadan kayboluveriyor. Rıdvan’la Zehra’nın ilişkilerinin aniden bitirilişini de çok anlayabildiğimi söyleyemiyorum doğrusu. Murathan Mungan’ın Zehra, Rıdvan, Fatin isimlerini de karakterlerin özelliklerine uygun olarak verdiğini düşünüyorum. Bilinçli bir seçim yani… Zehra: yüzü pek beyaz ve parlak olan kimse; Rıdvan: razı olan, hoşnut olan; Fatin: zeki, anlayışlı, zihni açık, kavrayışlı,uyanık… Zehra, güzelliği; Rıdvan, rızayı, kaderine razı oluşu; Fatin ise zekâyı temsil ediyor. Mungan’ın bölümlerini numaralandırması da Seksek oyunundan ilhamla olmuş. Hani oyunda 1 / 2 / 3/ 4-5/ 6 / 7-8 gidiş, sonra geriye 8-7/ 6/ 5-4 / 3 / 2/şeklinde oyunun bittiği gibi bölümleri de bu şekilde Seksek oynar gibi bitirmiş Mungan. Bu bölümleme oyunu, çok zeki ve yaratıcıydı bence. Faruk Ulay’ın bölümünde kendimi bir Yeşilçam filminde gibi hissettim. Özellikle Fırat ve Zehra’nın tanışmasındaki zorlama tesadüfler beni çok yordu. Ayrıca Ulay’ın araba markalarını sanki katalog bilgisi verircesine anlatması da motivasyonumu etkiledi hatta bir ara kitabı bırakıp yazarın anlattığı arabalara baktım İnternet’te. Bu bölümde en çok merak ettiğim, Fırat’ın Zehra’ya doğum günü hediyesi olarak Avusturya’dan getirdiği Elfriede Jelinek adındaki yazarın Modern Kadınların Hastalığı adlı elli sayfalık kitabı oldu. Öyle ki Zehra, “Kim bu Jelinek?” diye sorduğunda Fırat “Jelinek’i bilmeyen tiyatrocu olur mu?” şeklinde bir ifadesi de merak uyandırdı doğrusu bende. Elif Şafak, önceki bölümlerde Zehra’nın edilgenleştirildiğini düşünerek kendi bölümünde feminist bir çıkış yapıyor. Öyle ki bölümün sonlarına doğru Zehra, bir anda Fatin Bey’in eşi Vedia’ya aşık olacak duruma geliyor. Garip bir ilişkiler ağının kucağında buluveriyor insan kendini. Kitabın sonunda yazarlara ayrılan bölümde Elif Şafak, Zehra’ya öfke ve geçmiş kattığına inandığını ve Zehra üzerine yoğunlaşırken kendisini de yazmış olduğunu anlatıyor. Celil Oker hariç dört yazar da kendini kanıtlama derdine düşmüşler sanki. İçlerinde en mütevazı olan Celil Oker gibi geldi bana. Hele Pınar Kür, kendinden öncekileri yok saymış neredeyse. Beşpeşe’yi bitirdiğimde, aklıma ilk gelen; lise ikide gördüğüm permutasyon konusu oldu. Aradan geçen onca yıla ve edebiyatı matematiğe çoktan tercih etmeme rağmen neden bu konu geldi derseniz onu da şöyle cevaplayayım: Beş yazarın birbirini tamamladıkları bir roman kaç farklı geliştirilebilirdi diye şöyle bir hesap yapınca 5! = 5.4.3.2.1 yani ortaya 120 roman çıkacaktı. Bizim okuduğumuz şekildeki Beşpeşe’yi Murathan Mungan başlatıyor, Pınar Kür bitiriyor. Acaba Pınar Kür veya Elif Şafak başlatsaydı, yazarların sırası değişseydi ortaya nasıl bir roman çıkardı. Beşpeşe ile ilgili ilk düşüncem bu oldu. Bu yazma serüvenini beş yazarın sırasıyla şoförlüğünü yaptığı bir otomobil yolculuğuna benzetirsek; Murathan Mungan’da hızlı bir çıkış, Faruk Ulay’da yavaşlama, hatta anayoldan ayrılma; Elif Şafak’ta keskin bir viraj alırcasına savruluş, Celil Oker’de tünelde seyahat ve Pınar Kür’de ise son durağa geldik diyerek yolcuları silkeleyerek uyandıran deneyimli ama yorgun bir şoför hareketi var dersem yanılmış olur muyum bilmem. Bir okuyucu olarak rahat ve keyifli bir yolculuk yapamasam da beş şoförün arasında sıkışıp kalsam, sarsılsam da yine de sarsılmak iyidir diyorum. En azından farklı bir deneyim kazanmak açısından gereklidir sarsılmak…
Beşpeşe
BeşpeşeElif Şafak · Metis Yayıncılık · 2012675 okunma
·
1 artı 1'leme
·
79 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.