Bir zamanlar bir şehrin girişinde yaşlı bir adamcağız otururmuş. Onu tanımayan bir yabancı yanına gelip sormuş:
“Bu şehre ilk gelişim; burada yaşayanlar nasıl insanlardır?”
İhtiyar soruya soruyla karşılık vermiş: “Senin geldiğin yerdeki insanlar nasıldır?”
Yabancı demiş ki, “Bencil ve kötü. Zaten o yüzden buraya geldim.”
İhtiyar ise şöyle demiş, “Burada da aynı öylelerini bulacaksın!”
Bir süre sonra bir başka yabancı gelip bizim ihtiyara sormuş:
“Buraya yeni geldim, söyle bana ihtiyar burada yaşayanlar nasıl insanlardır?”
İhtiyar ona da aynı cevabı vermiş:
“Söyle bana ahbap, senin geldiğin yerdekiler nasıldır?”
Yabancı cevap vermiş:
“İyi ve misafirperverdirler. Orada çok dostum vardı ve orayı zor bırakıp geldim.”
İhtiyar şöyle demiş:
“Burada da aynı öylelerini bulacaksın.”
Az ötede develerini sulayan bir çerçi konuşmalara kulak misafiri olmuş. İkinci yabancı uzaklaşır uzaklaşmaz bizim ihtiyarın yanına gelip sitemkâr bir eda ile şöyle demiş:
“Aynı soruya nasıl olup da tamamen farklı iki cevap verebiliyorsun?”
Bizimki demiş ki:
“Çünkü herkes yüreğinde kendi dünyasını taşır. Dünyaya yönelik bakışımız, dünyanın kendisi değildir; bizim algıladığımız hâliyle dünyadır. Bir yerde mutlu olan insan her yerde mutlu olacaktır. Bir yerde mutsuz olan da her yerde mutsuz.”