Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Edebiyat bilimcilerine ve öğretmenlerine
TÜRK EDEBİYATINDA DİL VE MİLLİ EDEBİYATIN SEYRİ Geçmişten günümüze edebiyatımızın seyrine kısaca göz atalım. 1299’da Osmanlı’nın kurulmasıyla birlikte Divan edebiyatı başlamıştır. Bu edebiyatın zemini Arap, Fars ve Acemlerin dilleri ve edebiyatları üzerine teşekkül ettirilmiştir. Edebiyat sahası, ecnebi ülkelerin milli değerlerini kullanarak kendi milli değerlerine yüz çevirmişlerdir. Hatta o dönem Arapça, Farsça kelimeler o kadar popüler olmuş ki, Divan yazan şairlerimiz ününü artırmak için Türkçe Divanlarının yanına birde Farsça Divan eklemişlerdir. Anadolu sahasında gelişen bu edebiyat dünyasını halk anlamamıştır. Anlamaması gayet normaldir. Çünkü kendileri Türk’tür lisanları ise Türkçedir dolayısıyla yazılan şiirlerin, mesnevilerin ve kasidelerin Türkler tarafından anlaşılmaması eksiklik değil ekseriya imtiyazdır. Eğer insanlar bu edebiyatı anlasalar ve içselleştirselerdi, belki kendilerinin kullandığı Öz Türkçe kelimeleri unutacak yerlerine yabancı kelimeler koyacaktı. Bu durum ise Türkçe kelimelerin unutulmasına sebep olacak aynı zamanda bizim manevi olarak asimile olmamıza sebep olacaktı. 13.yy’dan 19.yy’ın ilk yarısına kadar devam eden Doğu’nun değerlerini kullanma çılgınlığı, yerini Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla birlikte, Batı’nın değerlerini kullanma çılgınlığına terfi ettirmiştir. Aslında küçük nüanslar dışında izlediğimiz yanlış yolda, değişen bir şey olmadığı aşikârdır. Neden mi? Çünkü 600 sene boyunca Doğu’dan tezahür etmiş kaside, gazel, edebi sanatlar vb. oluşumlar kısmi olarak bırakılıp artık Batı’dan tezahür etmiş roman, deneme, tiyatro, sone, terzarima vb. türler ve şekiller edebiyatımıza girmiştir. Bu durum ise şu soruların teşekkülüne sebep oluyor; biz taklit edebiyatı mıyız, kendimizi tür ve şekil üretmede hangi konumda görüyoruz? Şairlerimiz ve edebiyatçılarımız bu yanlış izlediğimiz yolda, bazı yanlışlarımızı keşfetmiş ve edebiyat dünyamıza tanıtmaya çalışmışlardır. Tanzimat Fermanı’yla(1826) birlikte kimi ediplerimiz gazete, dergi ve kitap çıkararak Türk edebiyatında ağır dil kullanımına yönelik muhtelif eleştiriler ve çalışmalar yapmışlar. Bu çalışmaların nihai amacı lisanı sadeleştirmek olamasa bile lisanın sadeleştirmesi fikrinin doğmasına ekseriya gelecek kuşaktaki şairlerin, ediplerin yol çizelgesini belirlemesine sebep olmuştur. Bu çalışmalar şunlardır: • Takvim-i Vekayi (1247/1831): Memleketimizin ilk Türkçe gazetesidir. Gazete, Sadrazam Reşid Paşa’nın teşvikiyle Sultan Mahmud tarafından devletin iç ve dış umuru hakkında bilgi vermek amacıyla çıkarılmıştır. Yalnız bu gazetede dikkat çeken durum şudur: ‘’Gazetenin geniş halk kesimlerine ulaşabilmesi için sade bir dil kullanılmıştır.’’ • Tercüman-ı Ahvâl (1277/1860): İlk özel Türk gazetesi olarak, İstanbul telgraf müdürü Agâh Efendi tarafından Şinasi ile birlikte çıkarılmıştır. Şinasi ilk defa bu gazetenin birinci sayısında yazdığı ‘’Mukaddime’’de ‘’… giderek umum halkın kolaylıkla anlayabileceği mertebede işbu gazeteyi kaleme almak mültezem olduğu dahi, makam münasebetiyle şimdiden ihtar olunur.’’ bu ifadeyle, dilin sadeleştirilmesi meselesini ortaya atmıştır. • Tasvir-i Efkar (1278/1862): Bir yıl önce Tercüman-ı Ahvâl gazetesinde ortaya atılan dil meselesi, Bu defa Şinasi’nin yalnız başına çıkardığı bu gazetede daha geniş bir şekilde ele alınarak işlenmiştir. • Mecmua-ı Fünûn (1279/1862): ‘’Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye’’ adlı bir cemiyet tarafından, 1862’De çıkarılan ilk dergidir. Bu cemiyetin nizâmnâmesindeki, 28. maddeye uygun olarak, Münif Efendi (Paşa) derginin ilk sayısında, ‘’Herkesin anlayacağı surette sehlü’l-ibâre olmak üzere’’ çıkarılacağını söyler. • Dağarcık (1288/1868): Baş muhabirliğini Ahmed Mithat Efendi’nin yaptığı bu dergi, dilde sadeleşmeyi vurgular. • Lehçe-i Osmani: Ahmet Vefik Paşa, önce Ebulgazi Bahadır Han’ın Çağatayca yazılmış Secere-i Türk’ünün çeviri işini tamamlamış; daha sonra Anadolu Türkçesinin ilk sözlüğü olan Lehçe-i Osmani adlı eserini yayımlamıştır. Bu eser, kendinden sonraki milli dil çalışmalarına kuvvetli bir örnek olmuştur. • Kamûs-i Türki: Şemsettin Sami tarafından yazılmış olan bu sözlüğün ön sözünde, dilin sadeleştirilmesi hakkında muhtelif görüşler vardır. Yukarıda örneğini verdiğim dilde sadeleşme çabaları, gerek o günün şartları gerek sistemli olarak yapılmaması bu muhtelif görüşlerin gerçekleşmesine ve başarı kazanmasına sebep olmamıştır. Ancak, yukarıda da belirttiğim gibi bu çalışmalar ileriki kuşaklar tarafından bir nevi navigasyon görevini üstlenmiştir. İleride bahsedeceğim; Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp vb. şairlerin mefkûrelerini belirlemesinde en önemli araç olmuşlardır. Tanzimat’tan yaklaşık yarım asır sonra Sultan Abdülhamid tarafından, I. Meşrutiyet ilan edilmiştir. Bu ilanın sonucunda muhtelif edebiyat toplulukları teşekkül etmiştir. Bu toplulukların en önemlilerinin başında şüphesiz Servet-i Fünûn topluluğu gelmektedir. Yalnız bu toplulukta dikkat çeken durum şudur; Tanzimat’ta tam anlamıyla olmasa bile kısmen dilde sadeleşme çabaları, I. Meşrutiyet sonrası adı geçen toplulukla yavaşlamıştır. Servet-i Fünûn topluluğunun eserlerine göz attığımızda şu kısa sonucu görmekteyiz: Fransız edebiyatı esas alınarak, adına Osmanlıca denilen Arapça, Farsça lisanın arasına serpiştirilmiş Türkçe kelimelerden tezahür etmiş Türk edebiyatı literatüründe ismi anılan Servet-i Fünûn topluluğudur. Bu tekerleme değil, bilmece de değil; bu Türk edebiyatına girmiş bir topluluktur. Servet-i Fünûncuların edebiyatımıza katkısı şüphesiz oldukça fazladır. Ama lisan konusundaki düşünceleri, yaptıkları Tanzimat’ta kısmi olarak başlamış dilde sadeleşme çabalarını bertaraf etmesine sebep olmuştur. Bu durumu somutlaştırmak için aşağıda Tevfik Fikret’in ‘’Hayata Karşı Beşer’’ şiirinden örnek vereceğim. Ey hüsn-i mültefit, bize aldanma, biz denî Bir aşk-ı bî-sebat ile iğfal eder seni İğfal eder, mülevves eder sonra neş’esiz Görmektesiniz ki 21 kelimeden oluşan şiirin 10 kelimesi Türkçe; 11 kelimesi yabancıdır. Kullanılan gramer Arapça tamlamalardır. Nazım biçimiyse Fransa’dan tezahür eden sonedir. Aklınıza yine o döneme göre fazla Türkçe kelime kullanılmış, eskiye göre yine iyi diyebilirsiniz. Ancak, içerisinden yabancı kelimeleri çıkarıp bir daha okuyunuz. Bu şiire Türkçe diyenlerin bir sünnet çocuğu kadar masum olduğunu anlayacaksınız. Edebiyatımızda bu dil özelliklerini ihtiva eden bir çeşiti daha vardır. Ona dil ve edebiyat bilimcilerimiz Selçuklu Dönemi Türkçesi demiştir. Bu dönemde yazılan Ferâiz Kitabı, Behçetü’l Hadâyık gibi eserleri İran ve Anadolu’da oluşan Oğuz Türkçesinin ortak özelliklerini gösterdiği için ‘’Karışık Dilli Eserler’’ başlığı altında toplamıştır. Selçuklu Dönemi Türkçesi’nden hareket ederek düşünürsek, genelde Divan edebiyatı özelde ise Servet-i Fünûn topluluğu da karışık dilli eserlere girer. Eğer bunlar girmezse Selçuklu Türkçesiyle yazılmış eserlerde girmez. Bu konu daha geniş şekilde başka çalışmada ele alınacaktır. 1911’e gelindiğinde ise Selanik’ten kopan kıvılcım ve onun devamındaki yangın, yangının sonucunda ise büyük bir muvaffakiyet. Yeni Lisan makalesi… Osmanlı tarihinde dilde sadeleşme çabalarını görmüştük. Ancak sistemli olmayışı, pek fazla taraf bulmamaları, dönemin getirdiği zorunluluklar hasebiyle başarıya ulaşamamıştı. Ancak, Ömer Seyfettin’in önderliğinde çeşitli çalışmaların sonucunda dilde sadeleşme çabaları artık başarıya ulaşmıştır. Halk artık düzenli şekilde okuyabiliyor, anlayabiliyordu. Bu makalenin ana hatlarını oluşturan mefkûresi, artık dilimizde yabancı kelimelerin kullanılmaması, kendi dilimizle eserler yazıp yayımlayalım düşüncesiydi. Bu düşünce kısa sürede diğer şairleri etkilemiş ve tarafına çekmiştir. Artık şairlerimizin çoğu önemli ölçüde hem sade dille yazıyor hem de Türklerin milli vezni olan hece ölçüsüyle yazıyordu. Bu yeniliğin başarıya ulaşmasının en büyük etkenlerinden biriside şüphesiz yeni kurulan devletin Türkçülük adı altında bu mefkûreyi desteklemesinden kaynaklanıyor desek, yabana atılacak bir cümle olmayacaktır diyebiliriz. Edebiyat bilimcilerimiz, Milli Edebiyat akımını Ömer Seyfettin’in Yeni Lisan makalesiyle başlatır. Yalnız şunu değerlendirmekte fayda var. Bu makale ve Ömer Seyfettin’in ve yoldaşlarının asıl amacı milli bir edebiyat teşekkül ettirmekten ziyade dilin sadeleşmesiydi. Dolayısıyla ‘’Milli Edebiyat’’ sözcüğünün üzerine düşünmek gerekiyor. TDK’ye göre milli kelimesinin anlamı ‘’Millete özgü’’ anlamını bize verir. Edebiyatın anlamı ise ‘’Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirme sanatıdır’’ ifadesi vardır. Bu ikisini terkip edip Milli Edebiyat tanımı yapacak olursak eğer, Millete özgü; olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirme sanatıdır diyebiliriz. Millete özgü kelimesinin üstüne durmak istiyorum. Özgü kelimesinin TDK’de anlamı ise ‘’Öze has’’ anlamını katmaktadır. Bu tanımlardan yola çıkarak şu anda da devam eden Milli Edebiyat akımını sorgulayalım. Milli edebiyatın bazı türleri şunlardır; roman, deneme, öykü gibi türler; bu edebi türler ise Fransa’dan tezahür etmiş türlerdir. Az önce yaptığımız ‘’Milli Edebiyat’’ tanımına baktığımızda, ‘’Millete özgü has; olay, düşünce ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirme sanatıdır.’’ diye tanım yapmıştık. Bu tanımdan hareketle düşünce ve hayaller bizim, tür Fransa’nın. Dolayısıyla roman, öykü, deneme bizim olmadığı için yani milletin özüne has olmadığından bu tanım yanlıştır. Haddizatında şu anda ‘’Milli Edebiyat’’ diye adlandırılan akımın bir milli edebiyat değil; milli edebiyat yolundaki basamak olduğunu bilmek elzemdir. Bu tanıma göre, aklınızda şöyle yorum yapıyor olabilirsiniz; o zaman basit bir şekilde milli edebiyat sahasındaki sanatçılar; Türk milletinin, yöresini, harsını ihtiva eden eser yazdığında zaten milli edebiyat sahasına girer şeklinde yorumunuz olabilir. Lâkin bu yorumunuzun üstüne şunu da düşünmenizi istiyorum, milli edebiyat sahasındaki bir şair Orta Doğu’daki bir çocuğun hikâyesini yazdığında hangi tasnife almamız gerekir? Bu suale mantıklı cevap veriyorsanız, metni bir daha okumanızı tavsiye ederim. Bu değerlendirmeler dikkate alındığında görmekteyiz ki, uzun süre sonra edebiyat sahasındaki bir yanlıştan yaklaşık 600 yıl sonra dönülmüş oldu. Bir yanlışın bu kadar uzun süre sonra dönülmesi bizim için ne kadar üzücü bir durumsa; bu vakadan ders çıkarmamız içinde önemli bir tecrübedir. Ömer Seyfettin’in önderliğindeki ve bu mefkûreyle dirsek çürütmüş bütün şairlerimizin, bu yanlışın giderilmesindeki katkılarından dolayı kendilerine şükranlarımı sunup, mekânlarının cennet olmasını temenni ediyorum. İşte hareket etme zamanı şimdi bize geldi. Emanet aldığımız kalemleri oynatma sırası bizde. Edebiyat sahamızdaki yaklaşık 700 yılı devirmiş olan bir yanlışı da biz düzelteceğiz. O yanlış ise şudur; şair ve ediplerimizin ecnebi ülkelerden tezahür etmiş olan türleri kullanması. Çalışma metnimi okuduğunuz için teşekkür ederim. Devamı bir diğer çalışmamdadır. Saygılarımla. KAYNAKÇA Türkçe Sözlük, s.1683, TDK yayınları Türkçe Sözlük, s.754, TDK yayınları Türkçe Sözlük, s,1869 TDK yayınları Yusuf Ziya Öksüz, Türkçenin Sadeleşme Tarihi Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi, s.16, TDK yayınları
185 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.