Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Nutuk'da Hilafetin kaldırılması üzerine,
"Bilginize sunmalıyım ki, Şükrü Efendi Hoca ve onu ve imzasını ileri süren politikacılar, sultan veya padişah unvanını taşıyan bir hükümdar yerine, unvanı halife olan bir hükümdar koyarak konuşmuşlar ve iddialarda bulunmuşlardı. Şu farkla ki, herhangi bir ülke ve ulusun hükümdarı yerine dünyanın değişik yerlerinde topluluklar halinde yaşayan, çeşitli ırktan üç yüz milyonluk bir topluluğa hükmü geçen bir hükümdardan ve onun görevleri ve yetkilerinden söz etmişlerdi. Bu bütün İslam dünyasına egemen büyük hükümdarın eline, kuvvet olarak, üç yüz milyon Muhammet ümmetinden yalnız, on-on beş milyon Türk halkını vermişlerdi. Halife adındaki hükümdar, 'Müslümanların işlerini yönetecek ve dünya işlerine ait hükümlerden, onların çıkarlarına en çok uyanları hakkında karar' verecekti. Bütün Müslümanların 'haklarını savunacak, işlerine ve sorunlarına etkili bir kararlılık ve iradeyle' sahip çıkacaktı. Halife adındaki hükümdar, dünya yüzündeki üç yüz milyon Müslüman arasında adaleti devamlı kılacak, yurttaş haklarını gözetecek, güvenlik ve huzuru bozacak olaylara engel olacak, Müslümanlara başka dinden olanlar tarafından yapılması olası saldırıları önleyecekti. İslam toplumunun iyileşmesini sağlamaya hizmet edecek uygarlık ve refah çarelerini hazırlamakla yükümlü bulunacaktı. Saygıdeğer efendiler, bu kadar bilgisiz, dünyanın hal ve gerçeklerinden bu derece habersiz Şükrü Hoca ve benzerlerinin ulusumuzu aldatmak için, İslam hükümleri diye yayımladıkları safsataların aslında tekrarlanacak değeri yoktur. Fakat, bunca yüzyıllar boyunca olduğu gibi, bugün de ulusların bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak bin bir türlü siyasi ve kişisel amaçla çıkar sağlamak için dini alet ve araç olarak kullanmak girişiminde bulunanların, içteki ve dıştaki varlığı, ne yazık ki, bizi bu konuda söz söylemekten henüz uzak bulundurmuyor. İnsanlıkta din konusundaki uzmanlık ve derin bilgi, her türlü yanlış inançlardan arınarak gerçek bilim ve tekniğin ışıklarıyla tertemiz ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine her yerde rastlanacaktır. Şükrü Hoca'ların ne kadar anlamsız, mantıksız ve uygulanma niteliğinden yoksun fikir ve hükümler savurduklarını anlamamak için, cidden Hoca Efendi gibi Allahlık denilen yaratıklardan olmak gerekir. Halife ve hilafetin otoritesi, onların dediği gibi, bütün dünya Müslümanlarını kapsaması gerekince, bütün varlığını ve güç kaynaklarını yalnız halifenin emir ve yasaklarına adamakla Türkiye halkının omuzlarına yüklenecek yükün ne kadar ağır olacağını insaf edip düşünmek gerekmez miydi? Onların ileri sürdükleri gerekçe ve hükümlere göre, halife adını taşıyan hükümdar; Çin, Hint, Afgan, İran, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen, Asir, Mısır, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas, Sudan, kısaca dünyanın her tarafındaki Müslümanların ve İslam ülkelerinin işlerinde yetki sahibi olacaktı. Bu hayalin hiçbir zaman gerçekleşmediği bilinmektedir. Müslüman toplulukların başka başka amaçlarla birbirinden ayrıldıkları, Emevilerin Endülüs'te, Alevilerin Kuzey Afrika'da, Fatımilerin Mısır'da, Abbasilerin Bağdat'ta birer hilafet, yani saltanat kurdukları ve hatta Endülüs'te her bin kişilik bir topluluğun 'bir halifesi ile bir minberi' olduğu Hoca Şükrü imzalı broşürde de söylenmektedir. Bu tarihi gerçeği bilmezlikten gelerek, neredeyse tamamıyla yabancı devletlerin yönetimi altında bulunan veya bağımsız olan Müslüman uluslara veya devletlere halife adı altında bir hükümdar atamak, akıl ve gerçekle bağdaşabilir miydi? Özellikle, böyle bir hükümdarın makamını korumak için, bir avuç Türkiye halkını bu işe ayırmak, onu yok etmek için uygulanagelen önlemlerin en etkilisi olmaz mıydı? 'Halifenin görevi ruhani değildir', 'Hilafetin temeli maddi iktidar ve hükümet kuvvetidir' diyenlerin, hilafetin devlet, halifenin devlet başkanı olduğunu söyleyip kanıtladıkları ve amaçlarının halife unvanında bir kişiyi Türkiye Devleti'nin başkanlığına geçirmek olduğu kolaylıkla anlaşılabiliyordu. Saygıdeğer efendiler, Şükrü Hoca Efendi'nin ve siyasetçi arkadaşlarının, siyasi amaçlarını açıktan açığa göstermeyip, bunu, bütün İslam dünyasına mal etmek istedikleri dinsel bir konu olarak ele almaları; hilafet oyuncağının ortadan kaldırılmasını çabuklaştırmaktan başka bir sonuç vermemiştir." "Hilafet konusunda halkın kararsızlığını ve endişesini gidermek için, her yerde gereği kadar konuştum ve açıklamalarda bulundum. Kesin olarak söyledim ki, 'Ulusumuzun kurduğu yeni bir devletin mukadderatına, işlerine, bağımsızlığına, unvanı ne olursa olsun hiç kimseyi karıştıramayız! Ulusun kendisi, kurduğu devleti ve onun bağımsızlığını koruyor ve sonsuza kadar koruyacaktır!' Ulusa anlattım ki, bütün Müslümanları kapsayan bir devlet kurmak göreviyle yükümlü olduğu sanılan bir halifenin görevini yapabilmesi için, Türkiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin emrine bağımlı tutulamaz. Ulus bunu kabul edemez! Türkiye halkı bu kadar büyük bir sorumluluğu, bu kadar mantıksız bir görevi üstlenemez. Ulusumuz, yüzyıllarca bu boş görüşten hareket ettirildi. Fakat ne oldu?! Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu evlatlarının sayısını biliyor musunuz? dedim. Suriye'yi, Irak'ı korumak için, Mısır'da barınabilmek için, Afrika'da tutunabilmek için ne kadar insan yok oldu, bunu biliyor musunuz?! Ve sonuç ne oldu görüyor musunuz?! dedim. Halifeye, dünyaya meydan okutmak ve onu bütün Müslümanların işlerinde söz ve yetki sahibi kılmak düşüncesinde olanlar, bu görevi yalnız Anadolu halkından değil, onun sekiz on katı nüfustan meydana gelen büyük Müslüman topluluklarından istemelidir! Yeni Türkiye'nin ve yeni Türkiye halkının, artık, kendi yaşam ve mutluluğundan başka düşünecek bir şeyi yoktur… Başkalarına verebilecek bir parçası kalmamıştır! dedim. Diğer bir noktayı da halk gözünde belirginleştirmek için şunları söyledim: Bir an için varsayalım ki, dedim, Türkiye söz konusu görevi kabul etsin… Bütün İslam dünyasını bir noktada birleştirerek yönetmek amacına yürüsün ve başarılı da olsun! Pekâlâ ama, uyruğumuz ve yönetimimiz altına almak istediğimiz uluslar, derlerse ki, bize büyük hizmetler ve yardımlar yaptınız, teşekkür ederiz. Fakat, biz bağımsız kalmak istiyoruz. Bağımsızlık ve egemenliğimize kimsenin karışmasını uygun görmeyiz! Bizim kendi kendimizi yönetmeye gücümüz yeter! O halde, Türkiye halkının bütün bu çaba ve özverisi sadece bir teşekkür ve dua almak için mi gösterilecektir?! Görülüyordu ki, boş bir istek ve heves için, bir kuruntu ve hayal için, Türkiye halkını yok etmek istiyorlardı. Hilafet ve halifeye görev ve yetki vermek düşüncesinin içyüzü bundan ibaretti. Efendiler, halka sordum: Bir İslam devleti olan İran veya Afganistan, halifenin herhangi bir yetkisini tanır mı, tanıyabilir mi? Haklı olarak tanıyamaz. Çünkü devletinin bağımsızlığını, ulusun egemenliğini ortadan kaldırır. Ulusa şunu da hatırlattım ki, kendimizi dünyanın egemeni sanmak aymazlığı artık devam etmemelidir. Gerçek konumumuzu, dünyanın durumunu tanımamaktaki aymazlıkla, aymazlara uymakla ulusumuzu sürüklediğimiz felaketler yetişir! Bile bile aynı faciayı devam ettiremeyiz!"
·
171 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.