Eski İstanbul mahallelerinde dolaşıp da bu zamanı duymamak, onun tılsımlı kuyusuna düşmemek imkansızdı. Bu, elle dokunulacak kadar kesif, rûhani renklere bürünmüş, her karşılaştığını bir rahmanîliğin sınırlarına kadar götüren, en basit şeylere bir içlenme, bir "mâğfiret" edası veren, dua ve tevekkül yüklü, dünya ile ahiretin arasında aralık bir kapı gibi duran garip bir zamandı. Eski İstanbullu, yüzünü bu zamanın aynasında çok uzak, âdeta erişilmez ötelerden gelmiş bir şey, bütün bir ahiret kokusuyla tütsülü bir gölge gibi seyrederdi.