2 ı. YÜZYIL BAŞLARINDA Güney Afrikalı psikiyatrist Derek Summerfıeld Kamboçya'ya, görmüş olabileceğiniz bütün Güney Asya klişelerini yansıtan -ufukta huzur içinde pirinç tarlalarının dalgalandığı
kırsal bir araziye iniş yapmıştı. Oradaki insanların çoğu geçimlik tarım yapan, yüzyıllardır alışılageldiği gibi yaşayan çiftçilerdi, ama bir
sorunları vardı. Zaman zaman içlerinden biri üstü örtülü bir toprak
yığınına basıyor ve tarlalarda bir patlama sesi yankılanıyordu. Etrafları Amerika ile 1960-70'lerdeki savaştan kalan eski kara mayınlarıyla doluydu. ı
Derek bu tehlikenin yörede yaşayan Kamboçyalıların ruh sağlı
ğını nasıl etkilediğini anlamak için orada bulunuyordu. (Bu kitap
için araştırma yaparken ben de gittim oraya.) Tesadüf eseri, Derek
oraya varmadan kısa bir süre önce Kamboçya'da ilk defa antidepresan satışları başlamıştı - ama antidepresan satmak isteyen şirketlerin bir sorunu vardı. Kmer dilinde "antidepresan" sözcüğünün bariz
bir karşılığı olmadığı anlaşılmıştı. Bu fikir Kmerler için muamma
gibiydi.
Derek onlara açıklamaya çalıştı. Depresyonun üstünüzden atamadığınız derin bir üzüntü olduğunu söyledi. Kamboçyalılar bunu
dikkatle düşünüp, evet dediler, bizde de böyle insanlar var. Bir örnek
verdiler: Bir kara mayını yüzünden sol bacağı kopan bir çiftçi doktorlardan tıbbi yardım istemiş ve kendisine yeni bir uzuv takılmıştı,
ama çiftçi kendine gelememişti. Gelecek için sürekli kaygı duyuyordu umutsuzluk içindeydi.
Sonra bu yeni icada ihtiyaçları olmadığını, çünkü Kamboçya'da
böyle insanlar için zaten antidepresanları olduğunu söylediler. Meraklanan Derek biraz daha açıklamalarını istedi.
Söz konusu çiftçinin umutsuzluğa kapıldığını fark eden doktorlar
ve komşuları oturup onunla hayatı ve sorunları hakkında konuşmuş
lardı. Yeni yapay uzvuna rağmen adamın eski işinin -pirinç tarlalarında çalışmak- ona çok zor geldiği, sürekli stres ve fiziksel ağrı ya
şadığı, bu yüzden hayatına son vermek istediği anlaşılmıştı.
Komşularının ve doktorların aklına bir fikir gelmişti. Adamın
mandıra çiftçiliğini gayet rahat becerebileceğini düşünmüşlerdi; takma bacağının üstünde daha az yürüyecek ve rahatsız edici hatıralardan biraz olsun uzak kalacaktı. Böyle düşünüp adama bir inek almış
lardı.
Sonraki aylar ve yıllarda adamın hayatı değişmişti. Yaşadığı derin depresyon geçmişti. "Anladın mı doktor, inek bir tür ağrı kesici
ve antidepresandı," dediler Derek'e. Onlar için antidepresan beyin
kimyasını değiştirmekle ilgili değildi - kendi kültürlerinde tuhaf gö
rünen bir fikirdi bu. Asıl mesele, topluluk olarak hep birlikte depresyondaki kişiye hayatını değiştirecek gücü vermekti.
Bunun üzerine düşünen Derek, Londra'nın önde gelen hastanelerinden birinde yürüttüğü kendi psikiyatri pratiğinde de bunun geçerli
olduğunu fark etti. Orada birlikte çalıştığı insanları düşündü ve birden şunu anladı: "Bu insanların kulaklarının arasında olup bitenlerle
değil, toplumsal durumlarıyla ilgilendiğimde bir fark yaratıyorum."2
Batı dünyasında kimyasal antidepresan çağında yaşayan çoğu insana tuhaf geliyor bu. Bize depresyonun kimyasal bir dengesizlikten
kaynaklandığı söylendiği için, ineğin antidepresan olabileceği fikri
bize şaka gibi geliyor. Ama şu var: Toplumsal şartları değiştiğinde o
Kamboçyalı çiftçi sahiden depresyondan çıkmıştı. B ireyci bir çözüm
değildi bu - ona sorunun kendi kafasında olduğu, kendine çeki düzen
vermesi ya da bir hap yutması söylenmemişti. Kolektif bir çözüm
söz konusuydu. Adamın o ineği kendi başına
alması mümkün değildi; çözümü kendi başına bulması mümkün değildi, çünkü hem bü
yük sıkıntı çekiyordu hem de parası yoktu. Ama bu çözüm adamın sorununa deva olmuş , bu da umutsuzluğuna deva olmuştu.