Batılılaşma sürecine girdiğimizden bu yana Türkiye üç kefeli
bir terazidir. Terazinin bir kefesi üzerinde yaşadığımız toprakların gayri müslim karakterini öne
çıkarma taraftarı olanların doldurduğu kefedir. Bir diğerinde din faktörü belirleyici olmamakla
birlikte “yerlilik” ve “biz” duygusu sahibi olanlar yer tutarlar. Terazinin üçüncü kefesinde ise,
Müslüman olmayı hem üzerinde yaşadığımız toprakların, hem de birlikte yaşadığımız insanların en
üstün değeri ve vasfı sayan insanlar bulunur. Üç kefeli terazi olur mu? Tükiye'de olur. Ama
diyeceksiniz ki terazinin dengesi ancak iki kefe arasında sağlanabilir. Nitekim öyle de olmaktadır.
Denge gerektiğinde andığımız üç kefeden biri havada kalmakta diğer ikisi esas ağırlıkları temsil eder
hale gelmektedir.
Bugün ne siyasî örgüt olarak, ne de sosyal görüntü bakımından Türkiye terazinin üç kefesini
netlikle birbirinden ayırmak elimizden gelmez. Her üç kefenin birbiriyle çok karmaşık ilişkileri var.
Belki de ülke üzerindeki yabancı hakimiyeti bu karmaşıklıktan iyi istifade ediyor. Meşrutiyet
döneminde ülke kültürünü üç tip kitapçı beslerdi. Beyoğlu kitapçıları vardı, Bab-ı Ali kitapçıları
vardı ve Sahaflar vardı. Belki bu bölünme içinde terazinin üç kefesini bir ölçüde farketmek
mümkündü. Fakat bugün artık pek çok şey birbirine karışmıştır ve insanları sahip oldukları kültürle
teşhis gayet zor bir hadisedir. İnsanları kültürel belirlenmeleri veya donanımlarıyla, sosyal
düzenlilikleri ile veya gelir gruplarıyla tasnif etmenin büyük hatalara sürükleyeceğini bir iki
teşebbüsle çabucak anlayabiliyoruz. O halde ne yapmalıdır? İnsanları temsil ettikleri ruh (esprit)
dolayısıyla tasnif etmelidir.
Üç kefeli Türkiye terazisinin birinci kefesinde uşak ruhlular, ikinci kefesinde köle ruhlular, üçüncü
kefesinde ise efendi ruhlular bulunuyor. Yani toptan teslimiyet, şartlı teslimiyet ve direniş. 26 Mart
1989 mahalli seçimlerine yedi siyasi parti katılıyor, fakat terazinin sadece üç kefesi var. O halde bir
kefede birden fazla partinin yer alması zorunlu. Ülke seçmenleri hangi partiyi hangi kefeye koyacak?
Daha doğrusu kendini hangi kefeye koyacak? Bütün bunları yakın bir gelecekte göreceğiz. Yalnız
Türkiye'de değil, dünyanın hemen hemen her yerinde insanları iki veya daha fazla kötü arasında
tercihe mecbur bırakan bir siyasî mekanizma harekete geçirilir. Çoğu zaman insanlara veba ile kolera
arasında seçim yapma şansı tanınır. Ama bazan insanlar seçimi kırk katırla kırk satır arasında yapmak
zorunda olmadıklarını belli etme direncini gösterebilirler. Kırk katırla kırk satırın dışında hayatta
kalma yolu vardır. Uşaklık ve kölelik dışında efendilik imkânı vardır.
Fakat üçüncü yolu açabilmek için, üçüncü imkânı kullanabilmek için bilgi, bilinç, sabır ve dirayet
gerekir.
İnsanlara uşaklık ve kölelik yaptırmak başkalarının elindedir, lâkin efendilik insanın kendi
kazanması gereken bir değerdir. Yine de insan her zaman hangisine rıza göstereceğini seçme şansına
sahiptir. Yeter ki bedelini göze alsın.
Dünya sisteminin hegemonyası içinde en az bedel ödeyerek edinilecek yer uşaklıktır. Uşakların her
hangi bir düşüncesi, herhangi bir iddiası olması gerekmez. Hizmetine girdikleri gücün verdiği
emirleri usluca ve üzerinde düşünmeden yerine getirmeleri yeter. Uşaklar doyurulurlar ve
giydirilirler. Zaten onların gözünde uşaklığı cazip kılan da budur. Türkiye'de durumları itibariyle,
bütün dertleri şu dar-ı dünyada geçinip gitmek ve hoşça vakit geçirmek olduğundan sağcı veya solcu
değildirler, ama gerektiğinde her ikisinden imiş gibi görünmek vazifeleri arasındadır. Tasma izlerini
örtecek kadar kabarık tüyleri olabilir veya yağlı boyunları bu izleri göstermeyebilir. Türkiye'de uşak
ruhluların ensesi kalındır. Türkiye'de köle ruhlular, ıskartaya çıkmış uşaklarla kendilerine uşaklık
sırası gelmesini bekleyenlerin oluşturduğu topluluktur. Kölelerin bir kısmı gözden düştüğü için eski
yerini kazanmaya çalışır, diğer kısmı da göze girmek uğruna türlü sıkıntıya katlanır. Köleliğin
uşaklıktan farkı uşakların her türlü emirleri yerine getirmeye elverişli şahsiyetleri olmasına karşılık
kölelerin sadece bazı emirleri yerine getirme gibi bir kişilik yapısına sahip oluşlarıdır. Yani
kölelerin meslekleri vardır, uşakların yoktur. Köleler sağcı veya solcu olabilirler. Düşüncelerinin
bulunması onların uşaklıktan uzak tutulması için yeter sebeptir. Dünya sistemi gözüne alındığında
temelde sistemin mantığını ve ahlâk yasasını kabul etmekle bereber köleler Türkiye'nin kurallara
bağlı ve ülke insanının nisbî de olsa kârlı çıkacağı karşılıklı tâvizlerle yürüyen bir ilişkisi içinde
olmasını isterler. Köleler hizmete amadedirler, fakat “iş” seçerler. Şunu yaparım, ama şunu
beceremem derler. İşte o zaman ben her şeyi ve istediğiniz zaman yaparım diyen uşaklar ortaya atılır.
Türkiye'de en sert ve en kırıcı mücadele uşaklarla köleler arasında geçer. Kölelerin gücü
ellerinden “iş” gelişi dolayısıyladır. Uşakların gücü de sahiplerinin isteklerine itirazsız ve yorum
yapmadan riayet edişleridir. Dünya sistemi yürürlükte kaldıkça ve Türkiye'ye söz geçirdikçe
uşakların kuvvetinin azalacağı yok. Oysa kölelerin kuvvetten düşüp aciz kalmaları her zaman
mümkündür. Kölelerin aczini uşaklığa talip olmaları doğurur. Eğer köleler uşakların yediğinden
yemek, uşakların giydiğinden giymek karşılığında ne iş olursa yapacak bir programla dünya sistemine
şirin görünme çabasına girişirlerse sistem tarafından hiç hesaba katılmama gibi tehlike karşısında
kalırlar. Kölelerin aczi, yani kuyruğu peşin peşin sallayıp çanak yalamayı veresiye hesabına
kaydetmeyi kabul edişleri, uşakların gücünü artırır. Zira dünya sistemi için eldeki kuş daldaki kuştan
iyidir.
Türkiye terazisinin üçüncü kefesine koyduğumuz efendilik ne ola? Zahirdeki hale bakılırsa özü
uşak ve köle olanlar Türkiye'de efendi rolü oynamaktadırlar. Dünya sistemi kendi uşaklarını gerçek
efendiler karşısında heybetli kılabilmek için iyi besliyor, iyi giydiriyor. Dışardan bakan da ense
kulak yerinde bir uşağı efendi sanabiliyor. Türkiye'de efendilik ruhunu temsil eden veya efendilik
ruhunu taşıyanlar dünya sisteminin efendiliğini tanımamakla en bariz vasıflarını ortaya koyarlar. Bu
efendi ruhlular hangi çevreden, hangi kültür alanından gelmiş olurlarsa olsunlar ülkenin ve insanın
sorumluluğunu, bir bakıma yükünü omuzlamakla kendilerini belirgin kılmışlardır. Uşak ruhlular ve
köle ruhlular karşılarında bir efendi ruhlu buldukları zaman hemen hassasiyet gösterirler. Kendi
efendileri olmasa bile ne de olsa bir efendidir. Uşak ruhlular ve köle ruhlular tabiatları icabı efendi
ruhlulara karşı hem hayranlık, hem düşmanlık duyarlar.
Türkiye'de efendilik ruhunu taşıyanların Müslümanlardan ibaret bulunduğunu söylemeyi çok
isterdim. Ama ne yazık ki buna dilim varmıyor. Belki Batılılaşma öncesinde bunu söylemek
şimdikinden daha kolaydı. Bugün uşak ruhlular ve köle ruhlular arasında Müslümanlar yoktur demek
ise çok zor, belki de imkânsız. 26 Mart seçimlerinin göstereceği şeylerden biri de seçmenlerin
efendilik ruhuna ne kadar açık olduklarını belli etmeleri olacaktır. Daha önce de belirttiğim gibi
efendilik başkasının insana kazandırabildiği bir özellik değildir. Bunun için de önce kendinin efendisi
olmak, kendine söz geçirebilmek gerektir. Müslümanlar faaliyetleri, ahlâki özellikleri ve bilgileriyle
kendilerinin efendisi olabilirler. Sünnet-i seniyyeye tereddütsüz ve kesinlikle ittibâ ederlerse Yahudi
ve Hıristiyanlara efendilik edebilirler. Aksi halde onların efendiliğini tanımaktan başka bir yol
önlerinde yoktur. Ve nihayet Hazreti İbrahim'in geleneğine sahip çıkmakla antik ve modern, doğulu ve
batılı kültürlerin efendisi kalırlar. İlk seçim kendi efendiliğini bilip bilmeme seçimidir. Sonrası gelir.
İsmet Özel - Cuma Mektupları