Gönderi

Aşkının hayal gücüyle onu fazlasıyla kutsallaştırmış, bedensel bir yakınlık kuramayacak ölçüde mukaddes ve ruhani kılmıştı. Onu uzaklaştıran ve kendine imkânsız görünmesini sağlayan, aslında Martin’in kendi aşkıydı. Arzu duyduğu tek şeyden, kendini aşkıyla mahrum etmişti. Sonra bunun önemini kavradı; yüreğinin deli gibi çarpmasıyla birlikte başka âlemlerden inmiş bir ruh olmayan, vişne suyuyla dudakları boyanan herhangi bir kadın olan karşısındaki şu kadınla âşıkların oyununu oynamaya cesaret etti. Kendisi bu düşüncenin cüreti ve küstahlığı karşısında titrerken ruhu şarkılar söylüyor, zafer çığlıkları atan aklı onu rahatlatarak haklı olduğuna ikna etmeye çalışıyordu. Evet, Ruth’un masumiyetine, daha önce Martin’in aklına bile getiremeyeceği ölçüdeki saflığına halel gelmemişti; ama öte yandan vişneler onun da dudaklarını boyuyordu. Kendisi evrenin amansız yasalarına nasıl tabiyse, o da tabiydi. Hayatını sürdürmek için yemek yemesi gerekiyordu; ayaklarını ıslatırsa üşütürdü. Ama asıl mesele bu değildi. Ruth, eğer açlığı ve susuzluğu, sıcağı ve soğuğu hissediyorsa, aşkı da hissedebilir, yani bir adama âşık olabilirdi. Eh, Martin de bir adamdı. Neden o adam olmasındı?
·
32 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.