Gönderi

Bu iletinin altına yazar Mustafa Ulusoy'un yazdığı deneme ve röportajları atacağım.
·
879 views
pârsekci okurunun profil resmi
Şükretmeye layık en değerli şeyler 06.03.2014 22:00 Bir kedi için en değerli şey sıcak bir köşe, önüne konacak bir kap yiyecek, içecek sudur. Bunları buldu mu, dünyanın en mutlu mesut kedisidir o. İnsan öyle mi peki? İnsan ister de ister. İhtiyaçlarının haddi hesabı yoktur. Şu ya da bu, her insanın verildiğinde memnun olduğu nimetler vardır. Kiminin listesi uzun kiminin kısadır. Listenin boyu hayat boyu uzar ya da kısalır. Kimi zaman maddeler değişir, kimi zaman maddelerin sırası değişir. Bazı maddeler buharlaşır. Yerine başkaları peyda olur. ''Sahip olmaktan dolayı büyük bir memnuniyet duyduğun şeyler neler?'' sorusunu çok elzem bulurum. Bu soruyu kime sorsam söz birliği etmişçesine, üç aşağı beş yukarı benzer cevaplar alırım. İyi bir ailem var. Annem babam çok şükür hayatta Sağlığım yerinde çok şükür Eşim ve çocuklarıma sahip olduğum için şanslıyım. Fena sayılmayacak bir işim var. Beni önemseyen arkadaşlarım var. Genel olarak söylenenler bunlar. İsterseniz bu noktada yazıyı okumaya biraz ara verip kendiniz için böyle bir listeyi yapmayı deneyin. Sizinkinin de buna yakın olacağını tahmin ediyorum. Şöyle bir soru akla geliyor. Çok uzun bir, ''Sahip olmaktan memnun olduğum şeyler,'' listesi olanlarla olmayanlar arasında kalbin itminan ve tatmin duygusunu hissetmesi, kalbin huzur duyması arasında anlamlı bir fark var mı? Sanmıyorum. Öyle olsaydı Michael Jackson'ının dünyanın en mutlu insanı olması lazım gelirdi. Zamanın Bedii'nin ''Benim hususi bir virdim,'' dediği ve Büyük Cevşen dua kitabının içinde yer alan mühim bir dua var. Kendisinin ''Tahmidname ve teşekkürname'' de dediği Tahmidiye'nin her bölümünde altı ism-i azam ve dokuz ayet hep tekrarlanır, hamd ve şükür edilen konularsa değişir. Bir gün Tahmidiye duasını okuyordum. Birden durdum. Aklıma bazı sorular üşüştü o an. Zamanın Bedii'nin nasıl bir listesi vardı? Ona verilen hangi nimetleri en çok önemsiyor, kıymetli buluyor ve bunlar için Mutlak Varlık'a teşekkür ve hamd ediyor? Onun listesi çok farklıydı. Eee, Zamanın Bedii olmak kolay mı? Sizca ilk sıraya ne koymuş hamd ve teşekkür etmek için,? Her şeyin başı olan şeyi. ''Allah'a, O'nun vahdaniyetine, O'nun esmâ ve sıfatlarından her birisine iman sebebiyle isim ve sıfatlarının tecellileri sayısında ezelden ve ebede kadar âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.'' Zamanın Bedii'nin listesi aynı minval üzere devam ediyor. Mesela, duanın ikinci bölümünde, ''Muhammed'in (asv) peygamberliği ve peygamberliğine iman ettiğimiz için'' ham ediyor. Sonra, ''Ku'rân ve Ku'rân'a ettiğimiz iman için,'' hamd ediyorum diyor. Hem de nasıl bir hamd. Bu imana memnuniyetini şu nezih ifadelerle dile getiriyor: ''Ku'rân'ın zihinlere akseden manaları sayısınca ve kıyamete kadar havada şekillenen kelime ve harfleri adedince âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.'' Listede başka neler var? İman nimeti, İslamiyet nimeti, Risale-Nur nimeti, Kadir, Miraç, Beraat ve Regaib geceleriyle ihsan ettiği nimetler, yiyeceklerle ve nimetlerle yaptığı ikramlar, ahiret ve ahirete iman, cennet ve cennete iman. Listenin son maddesinde de ''Nimetlerinden her birisi'' yer alıyor. İyi bir aileye sahip olmak, arkadaşlarımızın olması, fena sayılmayacak bir işimizin olması gibi nimetlerin önemsiz olduğunu söylemiyorum elbette. Bunların ancak ve ancak iman nimetiyle kıymetli olduğunu, iman olmadan anlamsızlıktan kurtulamadığını, dolayısıyla bu tür nimetleri de nimet yapanın imanın sonsuz kıymette olduğunun altını çiziyorum. Ey nefsim. İşte böyle. Dünyada önemsediğimiz şeyler listemiz neyse, biz oyuz.
pârsekci okurunun profil resmi
O unutmaz! 14.05.2014 12:28 Not: Dünyanın Üç Yüzü isimli kitabımda yer alan bu yazıyı Soma'da ki elim kazada kardeşlerimizin vefatına istinaden yeniden yayınlıyorum. İnsan nisyandadır. O ise değildir. O unutmaz bir kalbin kırılışını. Nankörlüklerimizi. Bize verdiği görevleri terk edişimizi. Gelmiş geçmiş tüm sömürülmüş alın terlerini. Her türlü ihlali. Bir kadının sessiz çığlığını. Mazlum ve kederli gönüllerin ahlarını. Ah eden bile gün gelir unutur, ama O asla unutmaz. Mazlumların âhı, arş-ı âlâdadır artık. O asla unutmaz bir yetimin hakkının yenilişini. O unutmaz bizim bir türlü hatırlayamadığımız borçlarımızı. O unutmaz kandırdığımız insanları. Biz unutsak asla unutmaz bizi kandıranları. Söylediğimiz yalanları asla unutmaz. O unutmaz taciz edilen bir çocuğun kalbinin ne denli kırıldığını. O, "Ben taciz edilirken, O neden engellemiyordu?" serzenişini de unutmaz. Taciz edeni de unutmaz. O unutmaz savaşlardaki cinayetleri. Gasp edilen malı mülkü. Haksız yere yerinden yurdundan edilenleri. Sürgüne yollananları. O unutmaz Kendisi için bunaltıcı uzun ağustos günlerinde aç ve susuz kalanları. Mazeretsiz O'nun için fiziksel istek ve arzularından on beş saatçik vazgeçemeyenleri de unutmaz. "Namaz uykudan daha hayırlıdır" seslenişine kulak verip güneş doğmadan, rahat döşeğinden kalkanları unutmaz. Namazı bir gerilik ve gereksizlik olarak görenleri de... Birbirlerine sabrı ve merhameti tavsiye edenleri unutmaz. Birbirlerine kötülüğü, sefahati teşvik edenleri de. O, Kendisi için öfkesini yutanları unutmaz. Her türlü kefareti ödemek pahasına şiddete bulaşmayanı unutmaz. Gözünü kırpmadan öldürenleri de. Kalbimizden geçirdiğimiz her türlü düşünce ve duyguyu unutmaz. Her halimiz O'nun sonsuz ilminde kayıt altındadır. O pişmanlıklarımızı hiç unutmaz. Tövbelerimizi, kalbimizin iniltilerini de. Bir duanın derinliklerinde iniltiyle istediklerimizi unutmaz. O unutmaz, hiç unutmasam dediğimiz güzel geçen anlarımızı. Hiç bitmesin dediğimiz zamanları. Bir tebessümü, aşkı ve sevgiyi. Biz unuturuz belki ihtiyaç sahiplerine şefkatle uzanışımızı, O ise unutmaz. Bir insanı sevindirdiğimizi. Hele hele bir yetime uzanan şefkatli bir eli hiç unutmaz ve sonsuz ilmine kayıt düşer ebedî. Unutmaz aynı zamanda görmezlikten geldiklerimizi. Elimizin tersiyle geri çevirdiklerimizi, ittiklerimizi. Kendine isyan edenleri unutmaz. Tam bir teslimiyete bürünenleri de unutmaz. O'nu andığımız anları asla unutmaz. O'nu anmadığımız, heva ve hevesimiz için heba ettiğimiz zamanları da. "Ben yaptım!" diye böbürlenişimizi unutmaz. Her şey O'nun ikramı ve ihsanı, dememizi de. O unutmaz aç bir kediyi, susuz kalmış bir köpeği. Bir kelebeğin kanat çırpışını. O'nun için kesilen bir hayvanı. Yok yere öldürülen bir kertenkeleyi. Eziyet edilen hayvanları. O unutmaz zalimliklerimizi. Maruz kaldığımız zulümleri. O unutmaz, O'nun tecelli eden isimlerini yok sayışımızı, en büyük zulümlerimizden birini. O unutmaz kullarının birbirine sarf ettiği ağır sözcükleri. Aşağılamaları, incinmeleri. O unutmaz unuttuklarımızı. Bir türlü hatırlayamadıklarımızı. Çöken belleğimizdeki her şey O'nun âlem-i misalinde yazılıdır. Her şey yazılıdır, evvelinde ve ahirinde. O unutmaz işlediğimiz iyilikleri ve sevapları. Günahlarımızı da. Biz O'nun için önemliyizdir çünkü. Ve önemliysek biz iyi kötü yaşadığımız her şey de önemlidir. Sonsuz önemlidir. O, asla unutmaz! Gün gelir, yıldızlar çarpışır, güneş dürülür. Her şey susar. Her şey ölür. Kâinat ölür. Çünkü "Her nefis ölümü tadacaktır." O, tüm unuttuklarımızı bize hatırlatacağı başka bir âlem açar. Hem kendi haklarını alır bizden hem de insanın insanda kalan haklarını. Hem de canlı cansız diğer varlıkların bizdeki haklarını. Bir kuru çubuğun hakkını bile. Büyük bir mahkeme açar. Her şeyi mutlak adaletli bir mizana tabi tutar. Mahkeme-i Kübra her şeyin hatırlandığı bir gün müdür aynı zamanda? Amel defterleri önümüze serilir. Yaşadığımız her şey, her hal karşımıza çıkar. Bu bir yandan rahatlatıcı bir yandan korkutucudur. Korkuyla ümit arasında olmanın bir yönü de belki de budur. Cennet başlar. Cehennem başlar. Unuttuğumuz isteklerimizi, kalbimizden geçen en ufak arzularımızı bile unutmamıştır. Çünkü bizi önemser. Bizi önemsiyorsa bizim isteklerimizi de önemser. Bu dünyada hikmetine uygun görmeyip vermediği güzel isteklerimizi cennette verir. Sonsuza dek verir hem de. O, "Allah beni unuttu!" serzenişini unutmaz. İyi ki asla unutmaz O! İyi ki!
pârsekci okurunun profil resmi
Ahiret mahsulü 14.03.2014 14:39 Diyelim ki, öyle çok dua ettiniz ki. Her saat, her dakika. Geceleri herkes uyurken siz kalktınız, yalvardınız Mutlak Varlık'a. Gözyaşı döktünüz. İstediniz, çok istediniz. Olmadı. Kısmet olmadı. Kısmet görmedi onu size Mutlak Varlık. Geri gelmedi ya da hiç gelmedi. Ya da kaç yıldır bu halin içindesiniz de kapınızı tıklatan yok. O dualara ne olacak şimdi? Boşu boşuna geçirilmiş saatlerdi mi, denecek? Çok sevdiğiniz arkadaşınızda ciddi bir hastalık çıktığı haberini aldınız. Yığılıp kaldınız bir sandalyeye. Annenize zar zor anlattınız, sesiniz titrek, ağladı ağlayacaksınız. Siz arkadaşınız, anneniz de sizin için endişelendi. Sandı ki başınıza bir şey geldi. Arkadaşınızı kaybetmek ihtimali kör bir bıçağın ucu gibi içinizi oydu. Hemen sağa sola haberler saldınız, telefonlar ettiniz, mesajlar yolladınız, WhatsApp'da grup bile kurdunuz arkadaşınız için. Dualar, Ku'ran'dan sureler dağıttınız sağa sola. Kanser hızla yayıldı, sekiz ay geçmeden arkadaşınızın yanına Ölüm Meleği geldi. Buraya kadar, dedi. Bedeninden ruhunu sıyırdı bir güzel, ruhu muhafaza etti dünyadan. Şimdi, o kadar dua, o kadar Ku'ran, o kadar yalvarma, niyaza ne oldu? Boşu boşuna mıydı her şey? Ölüm Meleği o duaları, o niyazları hiç mi duymadı? Bahçenize bir armut ağacı diktiniz. Bir sene uğraştınız, çalıştınız, çabaladınız. Emek verdiniz. Suladınız, gübrelediniz. İkinci senede ağaca musallat olan kurtlar sebebiyle güçten takatten düştü ağacınız. Beli bükük ihtiyarlara döndü. Bunca emek, bunca çaba, gayret boşu boşuna gitti mi denecek? Eğer ahiret olmasaydı, bu sorulara zorunlu olarak evet cevabı verirdik. Her şey boşa giderdi, her dua, her yakarış, her çaba, her gayret, her emek, her alın teri hiçliğin karadeliğinde kaybolup giderdi. Ancak dünya ile ahiret arasında sıkı, kopmaz bir bağ, sonsuz kuvvetli bir ilişki var. ''Madem dünya var, elbette ahiret olacaktır,'' denecek kadar sıkı bir irtibat var. Kimse boşuna uğraşmasın. Ahiretsiz dünya, dünyada yaşananlar, yaşanmak istenip de yaşanmayanların anlamı çözülemez. Dünyanın anlamıdır ahiret çünkü. ''Dünya bir destgâh ve bir mezraadır. Âhiret pazarına münasip olan mahsulâtı yetiştirir,'' der ya Zamanın Bedii. Dünyada her ne yapıyorsak, eğer ki bu dünya için yapıyorsak, sonsuz zarar ederiz. Her ne yapıyorsak ama ahiret için yapıyorsak, sonsuz kar ederiz. Çünkü Mutlak Varlık dünya ve ahireti böyle tanzim etmiştir. Dünyada insan olarak var olmanın en büyük nedeni ahirete mahsul, meyve yetiştirmektir. Siz hiç bir domates tarlasında binlerce insanın oturmuş domates yediklerini gördünüz mü? Bahçesinin tüm ürünleri o bahçede yenir mi? Tek tük yenir, ama esas ürünler büyük bir özenle yetiştirilir, sonra özenle toplanır ve pazar yerine götürülerek orada satışa çıkarılır. Sonra da güzel bir sofra kurulur, afiyetle enva-i çeşit mahsul yenir. Dünya ile ahiret arasındaki ilişki de benzer bir durum söz konusu. Burada çalışıyoruz, çabalıyoruz, fiili ve kavli dualar ediyoruz. Tüm bunların neticeleri, mahsulleri, meyveleri derdest edilip ahiret alemlerine yollanıyor. Orada onlar bizi bekliyor olacaklar. Şifa bulsun diye sayısız dua, sayısız sure okunan, sekiz ay sonra da ölen kanserli kişiyi hayal edelim. Onun için yapılan duaları bir de ona sorsak ölünce. ''Benim için boşu boşuna dua ettiniz, bakın ölüp gittim, yazık oldu tüm ibadetlerinize,'' diyeceğini hiç mi hiç sanmıyorum. Duaları bu dünyada şifa bulması için kabul etmedi belki Mutlak Varlık. Ama bu kuluna yapılan duaların mahsulünü, meyvelerini berzah aleminde o kulunun ruhuna bir şifa niyetine vermeyecek mi? O okunan sureler, berzah aleminde onun ruhunu aydınlatmayacak mı sanıyoruz? Aynı şey dua edenler için de geçerli. Onlar da bir gün elbet öleceği için, berzah aleminde, ''Baksana, boşuna boşuna dualar etmişiz, ibadetlerimizin, sabrımızın, tevekkülümüzün hiç bir hükmü, manası yokmuş,'' diyeceklerini hiç sanmıyorum. Dünyadayken dualarımız kabul edilmiş edilmemiş hiç umurumuzda olmaz, sevinçten kendimizden geçeriz orada. Ya da isteğine kavuşamayan kişinin yaptığı o yalvarışlar, o niyazlar berzah alemindeki hayatı için bir nur neden olmasın? Berzah aleminde düşünün bir de onu. Her tür nura, aydınlığa, hayra ve iyiliğe muhtaç bir haldeyken, gece herkes uyurken kalkıp kıldığı hacet namazları onun oradaki hayatına bir faydası olmayacak mı? İşte böyle nefsim. Ne diyordu Zamanın Bedii: ''İnsân, istidadı nisbetinde burada ekiyor ve ekiliyor; âhirette mahsul alıyor.'' Gevezeliği bırak da, bu cümleye kulak ver. Berzah alemini ve diğer ahiret alemlerini unutursan, ben de sana ahmak derim.
pârsekci okurunun profil resmi
Gönül Dergisi evlilik röportajı 30.03.2015 00:00 Evlilikte karı koca arasındaki ilişkinin kendiliğinden olamayacağını, inşa edilmesi gerektiğini vurguluyorsunuz. Sağlıklı bir ilişki nasıl inşa edilir? Evlilikte karı koca arasında sağlıklı bir ilişki inşa etmenin olmazsa olmaz şartı tarafların birbirlerine muhabbet beslemeleridir. Kastettiğim kadın ve erkeğin birbirlerine sırılsıklam aşık olması değil, gönüllerin ısınmasıdır. Evlendikten sonra karı koca birbirini sevemez mi? Eğer ki gönüllerinde hiç ama hiç ısınma olmamışsa özellikle erkekte bu imkansıza yakındır. Asgari bir muhabbet besleme veya gönül ısınması olmuşsa bu duyguları geliştirmek mümkün. Sağlıklı bir ilişki inşasıyla eşlerin birbirlerine olan muhabbetinin artma ihtimali yüksektir. art. Çeyrek yüzyıldır evlilik hikayeleri ve sorunları dinliyorum ve ‘evlenince severim’’ ihtimaliyle yapılan sayısız evlilik gördüm. İlişki inşasına dönersek İki insan ilişki kurarken, kişilikleri, yani hayata, varoluşa, kainata bakış açıları üzerinden ilişki kurarlar. Hatta şöyle diyelim. Başkasıyla kurduğumuz ilişkinin ana arteri kendimizle kurduğumuz ilişkidir. İnsan kendi dahil başkalarıyla kurduğu ilişkilerde belirleyici rol oynayan bazı faktörler vardır. Mesela, şefkat ve merhamet. Şefkatli ve merhametli olmak, ilişkinin kilit taşlarıdır. Şefkat, insanı diğerine yaklaştırır, kişiliğinin köşeli yönlerini törpüler. İnsanı fedakar ve feragatli yapar. Şefkatli ve merhametli insan diğerinin acılarına, dert ve sıkıntılarına duyarlıdır, ki bu ilişki inşasında çok önemli bir meziyettir. Diğerinin dertlerine duyarsız kalan insan, ilişki inşasından da kaçınacaktır. Bir başka önemsediğim faktör, esnekliktir. Ödün vermeyen kişilikler, hem kendileriyle hem de başkalarıyla ilişkide zorlanırlar, kırıcı olurlar, öfkeli olurlar. İlkeli olmak çok olumlu bir kişilik özelliğidir ancak ilkelilik esneklikle birlikte olursa, ilişkiye önemli katkısı olur. Esneklik, hatalara karşı tahammülü getirir. Birlikte yaşamak, diğerinin iyi yönlerini detaylarıyla öğrenmek kadar kötü yanlarını da detaylarıyla öğrenmek ve şahit olmak demektir ki, esneklik birlikte yaşamanın önemli bir sırrıdır. Sağlıklı ilişki kurmada bir başka önemsediğim özellik, mizah yeteneğidir. Sopa yutmuşçasına bir ciddiyeti, evlilik dahil her türden ilişki kaldırmaz. Mizah, ilişkileri esnetir, kırılmaktan kurtarır. Birbirini tanımak evlilik için elzem midir? Birbirini tanımanın sınırı yok ki. Şeriatın izin verdiği evlenmeden önce üç kere görüşme hakkının bir insanla evlenme kararı vermede yeterli olduğu kanaatindeyim. Oturuşundan kalkışına, bir kafede garsona tavrına kadar bir çok veri siz istemeseniz de gözünüze çarpar. Yeter ki bunlar göz ardı edilmesin. Birisini tanımak bir süreçtir ve gerçek tanıma da evlenip beraber yaşamayla gerçekleşir. Bizim toplumda yanlış değerlendirilen bir şey de nişanlılıktır. Aslında nişanlılık çiftlerin birbirlerini daha yakinen tanımaları için biçilmez bir kaftanken, nişanlılığın kesin bir evlenme taahhüdü olarak algılanması bir sorundur. Benim tavsiyem, nişanlılığı vazgeçilmez bir katolik nikah akdi gibi görülmeyip karşıdakini tanımak için bir fırsat olarak değerlendirilmesidir. Aşk niçin mutluluğun garantörü olamıyor? Eşler birbirlerinden neden soğuyor? Aşık olarak evlenmek, bir noktaya dikkat edilmezse şöyle bir problem oluşturuyor. Benim çiftlere anlattığım bir analoji var. Şöyle ki. Aşık olan, elinde bir sepet bir bahçeye girer ve bahçedeki tüm olgun ve sağlam meyveleri toplar ve sepete koyar, sonra da şöyle der: Bakın bu sepet bu bahçenin mahsulleri ile dolu. Aşık olan maşukunun tüm iyi özelliklerini bir sepete koyar, sanki hiç çürük meyve yoktur o insanın bahçesinde. Bu çerçevede, aşığın maşukunu yanlış tanıma ihtimali yüksektir. Eşlerin birbirinden soğumasına gelince. Şeytanın en sevdiği şey bir insana ilişkide olduğu bir başka insanı yanlış tanıtmaktır. Yanlış tanıtmaktaki en büyük numarası da aşık olanın yaptığının aksini yaptırmaktır. Kişi elinde sepet bir bahçeye girer, bahçedeki sadece çürük meyveleri toplayıp sepete koyar ve sonra der ki: Bu bahçenin mahsullü bunlar. Bu bahçeye büyük bir haksızlıktır. Çiftler yıllar içinde karşıdakinin hatalarını görüp şaşırmaya başlarlar. Şeytanın telkinine uyup karısının ya da kocasının sadece hatalarını, zaaflarını zihinlerindeki bir sepete toplayamaya ve benim karım ya da kocam bu işte, demeye başladıklarında kalplerindeki muhabbetin de gerilemeye başladığı nokta da başlamış demektir. Çocukluktan gençliğe ve evliliğe uzanan süreçte problemler taşınarak geliyor ve ailede çocuktan ebeveyne bir dizi probleme dönüşüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu kanaatimce hayatın yansıması. Bu dünyada insana rahat yoktur. İnsan imtihandadır çünkü. Kuran’da en sevdiğim ayetlerden biri olan Beled Suresinin Dördüncü ayeti, mealen, ‘’Biz insanı sıkıntı, zahmet, meşakkat içinde yarattık,’’ hayatı enfes tarif eder gibi gelir bana. Hayatın bizzat kendisi zordur. Hayatın tecelli ettiği aile hayatı, çocukluk, gençlik, yaşlılık vs. her bir dönemi kendine özgü zorluklara mazhar olacaktır. Çünkü bu dünya cennet değildir. Elbette bu dünya cehennemde değildir. İkisinin bir karışımı gibidir bu dünya. Kişilik farklılıkları kaçınılmaz… Evlilik öncesinde uyumluk kriterleri neler olabilir? Yoksa bu sadece “elektrik almaya mı(!)” bağlıdır? Kimse bir başkasına tam tamına, bir anahtarın, kilide uyduğu gibi uymaz. Yapılacak şey, evlenirken çiftlerin karşıdakinin göze batan kimi hususiyetlerine tahammül gösterip gösteremeyeceklerini tartmalarıdır. Mesela çok düzenli birisi karşıdakini çok dağınık olduğunu fark ettiğinde bunu düzelteceği düşüne kapılmadan buna tahammül edip edemeyeceğini tartmalıdır. Evlilik bana göre ‘’Uyum’’ gösterebilme sanatıdır. Başta dediğim esneklik, işte bu uyum için elzemdir. Dediğim dedikçilik, uyumun baş düşmanıdır. Karı koca ne kadar uyum için çabalıyorlarsa o oranda mutlu oluyorlar. Uyum göstermenin önemli bir veçhesi, evliliğin kimsenin etrafında dönmeyeceğini bilmesidir. Her konuda çiftler uyum göstermeli midir? Uyum gösterme sanatının vazgeçilmez kuralı karı kocanın her konuda aynı düşünmeyeceğinin, her konuda tam bir uyum içinde olmayacaklarının idrakinde olmalarıdır. Her insanın kırmızı çizgileri vardır. Kimseden o kırmızı çizgisi için uyum göstermesini bekleyemez. Kimsenin kırmızı çizgileri de sorgulanamaz. Bir insan sigara kokusundan nefret ediyorum diyorsa, bu benim kırmızı çizgim diyorsa, odur. Aması falanı olmaz. Sigara içenin bu konuda kendine uyum gösterilmesini talep etme hakkı yoktur. Tarafların çok sayıda kırmızı çizgisi birbiriyle kesişiyorsa? Veda vakti gelmiştir… “Bir sofranın etrafında kaynaşmak” hala ailevi beraberlik ve bağlılığımızda çok etkili… Bu güzel adet ve yaşam biçimi hakkında neler söylemek istersiniz? Eşleri dinlerken, onların aile olup olamadıklarını anlamak için ilkelden merak ettiğim birkaç tane şey vardır. Bir tanesi eve geliş gidişlerinde birbirilerini uğurluyorlar mı, yatakta cinsellik dışındada birbirlerine sarılıyorlar mı? Bir diğeri de bir evde bir sofranın etrafında birlikte yemek yeniyor mu? Adam her akşam eve onda geliyor ve o vakitte çoluk çocuk çoktan yemek yemiş oluyorsa o da ya dışarıda yeyiyor ya da eve gelip televizyonun karşısında aval aval ekrana bakıp çorbasının kaşıklıyorsa, orada yolunda gitmeyen bir şey var demektir. Yolunda gitmeyen nedir? Kainat muhabbet üzerine yaratılmıştır. Bir aileyi huzurlu kılan şey, muhabbettir. Bu hem kalplerde olan muhabbettir hem de muhabbet etmek dediğimiz şeydir. Muhabbet etmek, aile fertlerinin birbirlerinin hayatlarından haberdar olması demektir. Bu da konuşmakla, sohbet etmekle mümkündür. Aile üyelerinin zorunlu olarak bir araya geldikleri bir sofra muhabbet ortamı husule gelmesi için müthiş bir fırsattır. Ayrıca , insanın kainattaki varlığın bir hikmeti de şükürse, Mutlak Varlık’ın verdiği nimetlere birlikte mazhar olup birlikte şükretmek aileolmanın en güzel taraflarından biridir.
pârsekci okurunun profil resmi
Gazze, melekler şehrisin sen 21.07.2014 12:27 Sen, o ince çizgide duran bir şehirsin Gazze. Herkesin kolay kolay başaramadığı, ya bir tarafa ya diğer tarafa kaydığı bir noktada, milim eğilmeden dimdik duruyorsun. Sen, derin acılara gark olurken, hüzün bağrını delik deşik ederken, isyana düşmeyen mümtaz bir şehirsin. Bilirsin ki Gazze, insanı zehirleyen acılar değildir. Yine bilirsin ki güzel kent. Bağrında sızısı eksik olmayan yaralı kent. Bilirsin ki, İsrail'in bombaları da seni zehirleyemez. İsrail'in bombaları senin evlatlarını sadece öldürebilir adı gibi kendi de güzel kent. İnsanı zehirleyen, ne zehirli gazlardır, ne mermiler, ne namluların ucundan çıkan o koyu is ve sis. İnsanın ruhunu zehirleyen isyandır. Tevekkülsüzlüktür. Kaderi senin kaderini andıran Adam var ya Gazze, hani şu Zamanın Bedii. Hani der ya o: ''İman, Şems-i Ezelî’den vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve şua’dır ki…..İnsanın kalbinde öyle bir kuvve-i maneviyye husûle gelir ki, insan, o kuvvetle her musibete, her hâdiseye karşı mukavemet edebilir.'' Sanki senin de bir kalbin var da imanla dolu Gazze. İşte bu yüzdendir ki sen isyansız bir şehirsin ve tertemizsin. Evlatların zalimlerin kurşunlarıyla bir bir ölürken, senin gözlerinden akan yaşta Kevser kokusu var. Mahallelerini döven, evlerini yıkan, taş üstünde taş bırakmayan sahra topları, senin imanına, inancına, tevekkül ve teslimiyetine zerre kadar zarar veremiyor. Senin hüznün başkalarının hüznüne benzemiyor işte bu yüzden Gazze. Sen isyansız, tertemiz bir hüzünden müteşekkil nadide bir şehirsin. Bilirsin ki, dünya fanidir Gazze. Bilirsin ki, dünyanın acılı şehri olarak sen de fanisin. Zalimler de fani. Kainatta fani. Gazze, senin ve evlatlarının acıları da geçici ve fani. Şu ayeti de biliyor olmalısın: ''Kullu şey’in hâlikun illâ vechehu.'' Her şey helak olur, gider, kaybolur Gazze. O'na bakan veçhi dışında. Senin de güzel şehir, O'na bakan bir yüzün var. Sen de tecelli eden Sonsuz İsimler var. İşte, onlar baki kalacak Rabbin güzel kenti. Her şey ölüyor, her şey gün gelecek ölecek. Her nefis ölümü tadacak. Senin evlatların ölmüyor Gazze. Senin evlatların şehadet mertebesine yükseliyor. Senin evlatlarının ölümü başka ölümlere de benzemiyor. Herhangi bir savaşta ölür gibi ölmüyorlar. Alçakça bir savaşla ölüyorlar. Senin ölen evlatlarının çoğu asker bile değil Gazze. Çocuklar, yaşlılar ve kadınlar. Masum evlatların ahiret alemlerine zalimlerin kurşunlarıyla gidiyor. Zalimler, senin evlatlarını ebedi ahiret alemlerine taşıyorlar sırtlarında. Zerre kadar haberleri yok bu aptalların bundan Gazze. Baksana, Allah'ın işine akıl sır ermiyor. Senin masum evlatlarına inkar ehli zalimleri hizmetkar yapıyor. Ama sen onları kaybetmediğini biliyorsun ey kutlu şehir. Onlardan ebedi olarak ayrılmadığını da. Geçici bir ayrılık sizinkisi. Bedenlerini, senin toprağına ekiyorlar. Mışıl mışıl dinlendiriyorsun onları bereketli bağrında. O cansız bedenleri sardıkça sarıyorsun. Özledikçe kokluyorsun. Buram buram cennet kokuyorlar onlar. Buram buram... Kemiklerini saklıyorsun kabirlerinde, onlardan sana kalan mahur bir emanet diye. ''Çürümüş kemikleri kim yaratacak,'' diye soranlara gülüp geçiyorsun. ''Onları kim bidayetten yarattıysa, O'' diyorsun. Ve o günü sabırsızlıkla bekliyorsun. Evlatlarının ruhlarınıysa güvenli ellere teslim ediyorsun. Ölüm melekleri sımsıkı tutuyorlar evlatlarının ruhlarını. Semaya taşıyorlar. Berzah alemine. Sen evlatlarının ruhunu görüyorsun, belki de isyansız hüznünün bir nedeni de bu. O ruhların mutlu mesut cennet bahçelerinden bahçelerde yaşadıklarını da görüyorsun da, kimselere belli etmiyorsun. . Sen bir melekler şehrisin Gazze. Dünya seni yalnız bırakmış diyorlar. Yanılıyorlar halbuki. Üç beş şehirden başka hangi şehrin senin kadar dostu var. Rabbin sana meleklerini yolladı. Semanda sayısız melek kanat çırpıyor. Sayısız melek sana ve evlatlarına Rabbinin selamlarını sunuyorlar. Bu kadar hüzne nasıl katlandığına hayretiyle dolu onlar. Melekler senin tevekkülüne hayran hayran seyrediyor seni. Bazı melekler de senin ve evlatlarının ahlarını arşı alaya taşıyorlar. Hayat sende tüm görkemiyle tecelli ediyor. Şerefsizce yaşayacağına izzetlice ölenlerin şehrisin sen. Yaşamak, Mutlak Varlık'tan gayrısına köle olmamak için, gözünü kırpmadan ölmektir. Ölmek ve sonsuzluğun kapısını aralamaktır. Elindeki avucundakini kaybetmektir. Bir amaç uğruna hayatını Mutlak Varlık'a bir kurban gibi sunabilmektir. O'ndan geleni O'na verebilmektir. İşte, sen Gazze. Sen busun. Zalim olmamak için bin kez mazlum olmayı yeğleyen biricik bir şehirsin. Şimdilerde sen hayatın bizzat kendisisin. Üzerinden vınlayan bombalara tebessüm ederken, ne kadar güçlüsün. Bomba dediğin nedir ki? Sinek vızıltısı gibi çarpıyor kulaklarına. Kalbinin atışlarını milim yerinden oynatmıyor. Korku nedir unuttun sen Gazze. Endişe nedir unuttun. Tüm korkuları, endişeleri Rabbin zalimlerin kalbine doldurdu. Korkmasalar neden seni yerler bir etmek için yırtınsınlar. Kendine güvenen, dünyada emniyet duygusuyla dolu olanlar gelip sana neden saldırsın. Senin Rabbin onların cezasını şimdiden verdi biliyorsun. Sana ve evlatlarına zalimce saldıranların kalplerindeki katılıktan öte ceza olabilir mi? Zalimlerin kalplerindeki katılık birer mermi gibi kalplerini delik deşik ediyor. Biliyorsun ki Gazze, Rabbine ait bir mülksün. Rabbinin şehirlerinden bir şehirsin. Evlatlarını ölüme götürebilir bombalar. Zalimler binalarını yerle bir edebilir. Ama korku salamazlar senin içine. İzzetini elinden alamadılar, alamazlar. Seni yenebilirler belki. Hatta ele bile geçirebilirler. Ama en fazla öyle sanırlar. Rabbin bir gün her şeyi herkesin elinden alıverir. Gazze, biliyorsun ki ne sen ne başka bir şehir ebediyen kimseye kalmaz. Şehirlerin başına kıyamet patlar bir gün. Zalimlerin ölümünü görürsün bir gün. Ölüm melekleri gelirler, boğazlarından ruhlarını çekip alırlar. İşte o zaman görürsün hallerini. İntikamını önce Ölüm Melekleri alır. Kaç kez gördün aslında bunu. Zalimlerin ölümlerini de gördün. İdamı ebedi ile yargılandıklarını senden daha kim iyi bilebilir ey kutlu Şehir. Cehennem ağzını açmış, zalimleri bekler. Bunu da biliyorsun eminim Gazze. Azap melekleri senin intikamını alır bu sefer. Cehennem senin için yanar alev alev. Senin için öfkelenir Gazze. Gazze. Hüzünlü şehir. İsyansız, tertemiz şehir. Bilmiyorum, cennete şehirler de girer mi? Dileğim o ki, tüm evlatlarınla birlikte cennetin bir şehri olursun.
pârsekci okurunun profil resmi
Toprağı küçümseme 10.04.2014 21:00 Aptallık işte. Kibir, enaniyet, böbürlenmek, görünmek, övgü nefse hoş gelir, tatlı gelir. Kibir nefse cazip gelir çünkü mütevaziliğin ne parıltısı, ne ihtişamı vardır. Mütevazilik, mahviyet toprağı altına girmektir. Nefs ise topraktan hoşlanmaz. Çünkü altta kalmaktan, arkada kalmaktan, sönüklükten hoşlanmaz. Aynı ahmaklıktan şeytan da dûçar olmuştu. Kibir müptelası şeytan, Mutlak Varlık'ın Hz. Adem'e secde et emrini reddetmişti çünkü toprağı küçümsemişti. Kibrin saçmalığına bakın ki haddi olmayana, ''Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan (balçıktan) yarattın (Sad; 76)'' deme cüretini vermişti. Halbuki, varlıklar değerini kendi mahiyetlerinden değil, O'nun iradesinden alır. Varlıklara değerini biçecek olan onları Yaratan'dır. Kendine Mutlak Varlık'ın verdiği değere razı olmayan o değerden de mahrum kalır. Şeytan gibi, O'nun sonsuz rahmetinden kovulur. Şeytan, toprağı ve ondan yaratılmış olanı küçümserken; aslında neden insandan daha üstün olamayacağını anlatıyordu. İnsanı küçümserken, kendi kusurunun felaketine uğramıştı. Kendini yerleştirdiği o yüksek makama az gelen aklı, onu öncelikle kendi yaradılışına dair sonra da toprağın yaratılışına dair hayati bir bilgiden mahrum bırakmıştı. Kendi mahvına sebep kendi kusurunu bilmediği gibi toprağın da sembol ettiği meziyetin farkına varmayışıydı. Şeytan, kibri, her şeyden önce toprağın sembolize ettiği mütevaziliği aşağılamıştır. İşte, insan nefsi bu açıdan şeytanı dinler. Toprağı, yani tevazu ve mahviyeti küçümser, sönük görür. Parıltılar peşindedir. Oysa arz, âlemin kalbidir. Âlem, arzımızla hayat bulur, canlanır, ruh ve şuur kazanır. Yeryüzü olmadan, kainat eksiktir. Çünkü insan, zübde-i alemdir, yani alemin özü, hulasası, neticesi, en mühimi olan varlıktır ve insan küre-i arzda yaşar. Küre-i arz insanı büyük bir onurla üzerinde taşır, onu misafir eder, ağırlar. Kainat da, insanı taşıyan küre-i arzı taşır. Âlemlerin yolcuğu küre-i arzın yolculuğuyla birlikte seyreder. Alemlerin gözü hep yerküremiz üzerindedir. Semadaki meleklerin bile yeryüzüyle alakası vardır. Bakışlarını bir an önce yeryüzünden ayırmayan melekler vardır. Arz, âlemin kalbiyse, arzın da bir kalbi vardır. O da topraktır. Rahmetin arşı su ise, arzın kalbi olan toprak da hayat ve ihyanın arşıdır. Toprak, kendini en çok gizleyen varlıktır. Toprak kadar tevâzu sahibi başka bir varlık yok gibidir. Bu açıdan toprak tevâzuya açılan kapıdır. Aynı zamanda toprak fenâ kapısıdır. Hem insan hem diğer bütün varlıklar, vakti zamanı gelince toprağın fenâ kapısından toprağın bağrına girerler. Toprağa kavuşmayan bir arzlı yoktur dünya üzerinde. Toprak, kesif ve karanlık haliyle kendini gizleyip saklaması onu yok etmez. Aksine bu onu yeryüzündeki varlıkların (insan dışında) en şereflisi yapar. Şeref, O'nun sonsuz isimlerine en güzel, en parlak aynalık yapmaktır. Toprak ile ayna birbirine benzer. Hatta toprak aynadan daha fedakardır. Camın bir yüzü kendini feda eder. Sırlanarak görünmezleşir. Bir yüzü kendini sırlanarak feda eden cam, artık bir aynadır. Ayna, kendisini göstermez. Aynada yansıyanları gösterir. Toprak da o kesif ve karanlık haliyle bütün yüzleri sırlanmış bir aynadır. ''Toprak, tecelliyat ve cilvelere en yüksek bir aynadır.'' Toprak, en büyük fedakardır. Toprağı anlamak isteyen, Zamanın Bedii'nin sözlerine kulak verebilir. ''Evet, baharda toprağın hadsiz latif çiçeklerle ve nihayet derecede güzel ve cemil hayvanat ile süslenip bezenmesi vaziyetiyle, o Şems-i Ezel'in kemâli rubûbiyetini nida edip ilan ettiği göz ile görünmektedir.'' Yine arzu eden Zamanın Bedii'ne kulak verir: ''İstersen, sadece şu ''hercai menekşe'' denen bir tek çiçeğe bak.'' Bence yapmalı bunu. Hercai menekşe olmaz da gül olur, sümbül, papatya, erguvan, lale olur. İlla da bir çiçek almalı ve o çiçeğe bakarak demeli ki: ''Sâni-i Hakîm, onu renklendirip süslendirmekte nasıl tasarruf ediyor.'' İşte böyle ahmak nefs. Toprağı küçümseme. Parıltıyı, övgüyü, haşmeti yüceltme. Toprak gibi tevazua bürünmezsen, fani ve geçici olduğunu idrak etmezsen, parıltıların peşine düşersen, sonun ne olur biliyor musun? Betonlaşırsın. Görkemin, tüm havan, o tüm caka satmaların ölümün önünde parçalanır da un ufak olursun. Allah korusun.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.