Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Bedir Gazvesi
Hacc Süresinin 39 ve 40, âyetlerinde şöyle buyruluyordu: "Kendileriyle savaşılanlara, uğradıkları zulüm sebebiyle savas izni verildi. Allah elbette ki onlara yardım etmeye, onları zafere erdirmeye kadirdir. Onlar, sadece "Rabbimiz Allah" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir..." Abdullah İbn Cahş ilk çatışmaya girmiş, girdiği bu sıcak çatışma inen âyetle tasdik edil mişti. Bunu takip ayette söyle buyruluyordu: İman edip Allah için hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler var ya işte onlar Allah'ın rahmetini ummayı hak edenlerdir. Allah sonsuz mağfiret ve rahmet sahibidir." (Bakara, 218) Bir başka ayet aynı manayı vurguluyordu: "Sizinle savaşanlarla Allah yolunda siz de savaşın. Sakın haddi aşmayın. Şüphesiz Allah haddi aşanları, ser'-i şerifin çizdiği hudutları çiğneyip geçenleri sevmez." (Bakara, 190) İlim ehli bu âyetin Medine'de cihadla ilgili nazil olan ilk âyet olduğunu söyler. Cihadı asıl emreden âyetler Tevbe Sûresinde yer alan âyetler oldu. Bu sırada Rasûlullah'ın kızı, Hz. Osman'ın hanımı Rukiyye hasta idi. Efendimiz Hz. Osman'a orun yanında kalmasını emretti. Bu yüzden Osman (ra) Bedir Gazvesine katılamadı. Kaynaklarımız bu ordunun üç yüz kişi civarında olduğunu kaydeder. Birçok ilim ehli 313 nefer olarak zikreder. Bütün bu mücahidlerin 70 devesi vardı ve bu develere ortaklaşa biniyorlardı. Rasûlullah da ortaklaşa binenlerdendi. O, Ali(ra) ve Mersed İbn Ebi Mersed aynı deveye biniyorlardı. Sahabîler, Rasûlullah'a; "Sıramızı sana verelim, senin yerine biz yürüyelim." demişler fakat kabul ettirememişlerdi. Onlara;"Sizler benden daha güçlü değilsiniz. Ben de sizin kadar ecir almaya muhtacım." buyurmuştu. Ordunun önünde iki siyah bayrak ilerliyordu. Bunlardan biri Hz. Ali'nin elinde, diğeri Ensar'dan Sa'd İbn Muaz'daydı. Ordunun asıl sancağı beyaz renkliydi ve Mus'ab İbn Umeyr'in elindeydi. Arkayı korumak ve gelebilecek tehlikeleri takip için Kays İbn Ebi Sa'sa'a'yı tayin etmişti. Müslümanların 2 atına karşı Kureys ordusunda 200 at, 90 deveye karşılık da 700 deve vardı. Kureyşlilerde 600 zırhlı savaşcı varken, Müslümanlar arasındaki zırhlı sayısı 60 civarındaydı. Kureyşlilerin başında Ebu Cehil vardı. Ebu Leheb'in dışında bütün Kureyş ileri gelenleri orduda yer alıyordu. O rahatsızlığını bahane ederek gelmemiş, yerine Ebu Cehil'in kar- deşi Asi İbn Hişam'ı göndermişti. Ondan 4.000 kadar alacağı vardı. Âsî bunu ödeyemiyordu. Ebu Leheb borcu silme karşılığında kendi yerine onu göndermişti. Bilal'in efendisi ve üç zalim kardeşten birincisi olan Ümeyye İbn Halef de yaşını bahane ederek savasa katılmayacaktı. O çok cüsseli ve kilolu biriydi. Zulümde çabuk olsa da bu yüzden hareketleri yavaştı. Müslümanların hedefi olmaktan ve öldürülmekten korkuyordu. Kâbe'nin civarında, kendi adamlarının arasında oturuyordu. Ukbe İbn Ebi Muayt elinde bir buhurdanlıkla çıkageldi. Buhurdanlıktan duman yayılıyordu. Onu Ümeyye'nin önüne koydu sonra ona künyesiyle hitap ederek şöyle dedi: "Bununla kokulan. Çünkü sen artık kadınlardan sayılırsın!" Bu hakaretti. Kadınlar gibi savaştan korkuyorsun, sana evde oturup buhurdanlıktan taşan kokularla kokulanmak yaraşır demekti. Ümeyye, "Allah senin de, getirdiğinin de belasını versin." diyerek ayaklandı ve hazırlıklarını tamamlayarak o da orduyla beraber yola çıktı. Rasûlullah bu ciddi yol ayırımında ashabıyla istişare etti. O düşmandan çekinmediğini belli ediyordu. Bunu hisseden Ebu Bekir, ayağa kalktı ve cihad lehine güzel bir konuş ma yaptı. Onu sözlerini Hz. Ömer'in güzel sözleri takip etti. Mikdad İbn Amr'ın söylediği sözler ise unutulmayan ve gipta edilen sözler arasında yerini aldı. "Ya Rasûlallah! Allah sana nasıl yol gösteriyorsa o yana yürü. Biz de seninle yürüyece- ğiz. Vallahi biz sana Beni İsrail'in Musa'ya dediği gibi; "Sen ve Rabbin gidin savasın. Biz burada oturur sizi bekleriz." demeyeceğiz. Biz de sağında, solunda, önünde, ardında savaşacağız. Ensar adına konuşan Sa'd Ibn Mu'az da bir başka unutulmaz söz söylüyordu. Tarihe miras kalan bu söz şöyleydi: "Ya Rasulallah! Sanki bizden cevap bekler gibisin. Biz sana inandık, seni tasdik ettik. Ge- tirdiğin davetin hak olduğuna şehadet getirdik. Bu yolda seni dinleyip itaat edeceğimize dair sana ahid ve misak verdik. Ya Rasulallah istediğin yolda yürümeye devam et. Biz seninle beraberiz! Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin olsun ki bize deniz geçirtecek olsan ve bunun için denize dalsan biz de seninle birlikte denize dalacağız. Biz hiç kimse geri adım atmayacak. Yarın düşmanla karşı karşıya geldiğimizde hiç kimse bundan hoşnutsuzluk göstermeyecek. Biz harpte sebat etmesini, düşmanla yüz yüze gelince sadakat göstermesini bilenleriz. Ümit ediyoruz ki bizden gözünü gönlünü aydınlatacak şeyler göreceksin. Allah'ın bereketiyle yürü Ya Rasûlallah!" Ebû Cehil, "Vallahi Bedir'e varacağız. Üç gün orada konaklayacağız. Develer keseceğiz, yemekler yiyip, saraplar içeceğiz, çalıp oynatacağız. Bütün Araplar bizi, ordumuzun yürüyüşünü, gücümüzü görecek ve herkes bizden ürkecek. Haydi, ilerleyin!" diyordu. Benî Zühre kabilesinden Ahnes'in çabaları fayda vermemiş, Kureyş yoluna devam ederek gelmiş, Bedir yakınlarında kum yığınlarından oluşan yüksek tepelerin arkasında karargah kurmuşlardı. İslam ordusunun inip konakladığı yer Medine'den geliş yolunun sağında Bedir kuyusunun yakınındaydı. Kuyunun kuzey tarafındaydı. Müşriklerin geliş istikameti göz önüne getirildiğinde kuyu kendilerine yakın olmakla birlikte müşriklerle kendi aralarında kalıyordu. Kureyş yaklaşık 300 kilometrelik bir mesafeyi aşarak buraya gelmişti. Müslümanlar da 150 kilometre civarında bir mesafeyi geride bırakarak Medine'den Bedir'e ulaşmışlardı. Şimdi karşı karşıya, yüz yüze gelmenin eşiğindeydiler. Yıl, Hicretin ikinci yılıydı. Ramazan ayının 17. günüydü. Günlerden Cuma... İki ordu Bedir'de karşı karşıya geldi. Rasûlullah (sav) hedef alınarak bir saldırı yapılır endişesi ile Rasûlullah'ın yanında Ebu Bekir kalmıştı. Bedir zaferi, gelecek zaferlerin kapısı, gazilerin yeni fetihlerin anahtarı olacaktı. Müşriklerden Esved İbn Abdülesed, onu karşılayan yiğit Hamza'nın karşısında tutunamadı;Bedir'de ilk yere serilen ve ölen müşrik olarak tarihe geçti. Onun ölümü Utbe'yi ateşlemişti. Kardeşi Şeybe'yi ve Oğlu Velid'i alarak öne çıktı. Dost düşman herkese hem kendini, hem de Kureyşlilerin kim olduğunu gösterecekti. Müba- reze için karşılarına adam istedi. Mübareze, savaş öncesinden yapılan bire bir dövüşlerin adıdır. Karşı karşıya gelen iki ordunun arasında kalan meydanda yapılır. Meydana çıkan silahsorlar böylece hem ken- dilerini gösterir, hem de galibiyetiyle kendi ordusuna moral verir. Mübarezeler iki tarafı da ateşleyici, harbi kızıştırıcıdır. Sık uygulanan bir savaş geleneğidir. Ancak Ubeyde'in kan kaybı önlene- medi. Başını Allah Rasûlü'nün ayağına koymuş olarak hayata gözlerini yumdu ve Bedir sehidleri arasındaki yerini aldı. Allah Rasûlü (sav) onun için; "Senin şehadetine şahid benim." buyuruyordu. Harbin içinden bir sahneyi Abdurrahman ibn Avf'tana) dinliyoruz: Bedir Gazvesi'nde iki gencecik delikanlının arasındaydım. Doğrusu safta kendimi daha güvenli hissedebilmek için, gençliğin baharında iki kişinin arasında olmaktansa tecrübeli, olgun iki kişi arasında olmayı isterdim. Bu duygular içinde cihad devam ederken, çok geçmemişti ki, gençlerden biri eliyle bana dokunarak; "Amca, Ebu Cehil'i tanıyor musun?" diye sordu. "Evet, ne yapacaksın?" dedim. "Duydum ki, Allah Rasûlü'ne (sav) olmadık sözler söylüyormuş. Eğer onunla karşılaşırsam Allah'a yemin olsun ki, içimizden eceli önce gelen bu dünyayı terk etmeden, bedenim onun bedeninden ayrılmayacak." dedi. Delikanlının söyledikleri, cesareti çok hoşuma gitmişti. Biraz sonra diğeri de eliyle do- kunup dikkatimi çekerek yaklaşık bir önceki gencin sorduğu soruyu sordu ve söylediği sözleri söyledi. Onların azmini, cesaretini gördükten, söylediklerini duyduktan sonra aralarında bulun- maktan sevinç duymaya başlamıştım. Çok geçmeden de Ebu Cehil'i gördüm. İri cüssesiyle savaşçılar arasında dolaşıyor, hamleler yapıyordu. Gençlere döndüm. Ebu Cehil's işaret ederek, "Su adamı görüyor musunuz?" dedim ve ekledim: "İşte aradığınız adam!" Ben işaret eder etmez sıyrılmış kılıçlarla yerlerinden fırladılar, iki kartal misali Ebu Cehil'in üzerine atıldılar. Çok geçmeden, neye uğradığını şaşıran mağrur Ebu Cehil yere serilmiş yatıyordu. Kaynaklarımızda bu iki delikanlının Afra'nın oğulları Muaz ve Muawiz olduğu kaydedilir. Birçok rivayette de sadece, "Afra'nın iki oğlu" demekle yetinilir. Ancak hem Sahih-ı Buhari'de, hem de Sahih-i Müslim'de zikredildiğine göre, delikan- lılardan biri Afra'nın oğlu Muâz, diğeri de Amr İbn Camuh'un oğlu Muaz'dır. Bu iki arkadaş ve adas delikanlı, olayın kahramanlarıdır. Bu karışıklığın, hem delikanlıların isim benzerliklerinden, hem de birbirleriyle yakın arka- das oluşlarından kaynaklandığını, ayrıca savaş ortamının karışıklığının da bunda tesirinin olduğunu zannediyorum. Bu iki yiğit genç safları yarmış, Ebu Cehil'i yere sermiş, ancak olay bütünüyle bitmemisti. Delikanlılanın darbesiyle yere yığılan Ebu Cehil'in dünyada daha göreceği vardı, henüz ölmemişti. Abdullah Ibn Mesûd onu bu durumda buldu. Saşırmış ve sevinmişti. Ebu Cehil, Mekke'de iken birçok mü'mine eziyet ettiği gibi Abdullah'a da en çok eziyet edenlerden biriydi. Abdullah, şimdi elindeki kılıçla Ebu Cehil'in başına vuruyor, tek tek Mekke'de iken kendine yaptığı zulümleri hatırlatıyor ve bu kadar insafsızlığın, acımasız- lığın sebebini soruyordu... Abdullah'ın kılıcı, sıradan bir kılıçtı. Ebu Cehil'in ise göreni hayran bırakacak derecede güzel ve sağlam bir kılıcı vardı. Abdullah, kendi kılıcını bırakarak, onunkini aldı ve Allah düşmanının başını kendi kılıcıyla kopardı. Daha sonra kopardığı bu başı, Rasûlullah'a getiriyor ve; "Ey Allah Rasûlü! Bu, Allah düş manı Ebu Cehil'in başı!.." diyordu. Allah, dağ gibi cüsseli Ebu Cehil'i yere sermeyi iki taze delikanlıya; son noktayı koyma- yı da, dağ gibi cesaret dolu bu küçük yapılı aziz sahâbeye nasip etmişti. Bilal'e zulüm eden ve ettiren Ümeyye İbn Halef de Bedir'de ölen müşrikle arasın daydı. Bedir savaşında müşrikler kendilerince en kıymetli 70 adamlarını kaybetmişler, 70 kadar da esir vermişlerdi. Bu kayıplar Kureyşin ciğerini dağlayacaktı. Öyle de oldu. Ordunun döküntüler halinde Mekke'ye dönüşü tam bir hezimet manzarası veriyordu. Mağlubi yetin ve kaybedilen insanların haberi dalga dalga yayılınca her mahalleden her evden çığlıklar yükselmeye başlamıştı. Yıllarca işkence gören mü'minlerin çığlığının yerini şimdi zalimlerin veya zulme seyirci kalanların çığlıkları almıştı. Mü'minler Bedir'de 14 sehid vermişlerdi, bunların sekizi ensardan, altısı muhacirlerdendi. Sa'd İbn Vakkas'ın şehadet ümidiyle orduya katılan 16 yaşındaki kardeşi de sehidler arasındaydı. Bedir dönüşü muhteşemdi. Alel acele hazırlanarak kâfile peşine düşen mü'minler büyük bir zaferler, ele geçirdikleri ganimet ve esirlerle dönüyorlardı. Rasûlullah merak icinde haberlerini bekleyen Medine'deki mü'minlere müjdeci olarak Abdullah İbn Revaha'yı gönderiyordu. Mü'minlerin güveni artmış, kendileri sayı ve maddi güç açısından daime daha üstün gören müşriklerin kalbine korku düşmüştü.. Zafer haberi Habeşistan kralı Necaşî'ye de ulaşmış, gelen haberle çok sevinmiş, şükretmiş ve Ca'fer ile arkadaşlarını çağırarak onları da haberdar etmiş ve sevincini onlarla paylaşmıştır. Medine'ye gelmeden Safra denilen konaklama yerinde ganimetler de paylaştırıldı. Rasûlullah'ın vazife verdiği ve mazeretleri sebebiyle savaşa katılamayan 9 kişiye de ganimetten pay ayrıldı. Hasta hanımı Rükiye'nin başında kalan Hz. Osman da bunlardandı.
Sayfa 162Kitabı okudu
109 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.