Gönderi

Çağımızın Batı Uygarlığıyla daha önce gelip geçmiş ya da henüz varlıklarını şu veya bu biçimde, şu veya bu düzeyde sürdüren öbür uygarlıklar arasında bir de şu fark göze çarpıyor: bugünkü Batı Uygarlığı, tarihte eşi görülmemiş bir egosantrik mizaç ve tutkuyla, kendinden öncekilerden kalan değerleri âdeta önce sterilize ediyor, paketliyor, ambalajlıyor, numaralıyor, sonra da ellerin ve daha önemlisi gönüllerin eremiyeceği bir karantina odasına, ya da alanına kapatıyor. Evet, çağımızda müzeler, geçmiş uygarlıkların karantina daireleridir. Bu açıdan, açık müze ile kapalı müzenin farkı yoktur. Hatta müze kentlerin. Önemli olan, eski değerlere önce gümrük uygulanması, sonra uygarlık doktorlarınca karantinalı gözüyle bakılmasıdır. Evet, Batı Uygarlığı, eski uygarlıklara, nazik bir deyimin, "müze" kelimesinin gölgesi altında, gerçekte, hapishaneler veya kabirler inşa etmiştir. Hemde bununla adeta öğünerek. Kadirbilir görünme açıkgözlülüğünü de ihmal etmeyerek. Daha da ileri gidip eski uygarlıkları değerbilmezlikle suçlayarak. Oysa, gerçekte, bu konuda yaptığı nedir Batı Uygarlığının? O, kendinden önceki uygarlıkları yakıp yıkmış, devirmiş, eritip çürütmüş, yağmalamış ve hırsızlamış, bütün bunlara rağmen gözlerden kaçan bir avuç nişâneyi de yeraltından da olsa çıkarıp müzelere kapatmış, onları gururunun ve zafer(!) inin belgesi gibi gözler önüne sermeye başlamıştır. Hayasız katilin psikolojisidir bu: öldürdüğü adamı mumyalayıp bir vitrinde teşhir etmeyi mârifet biliş psikolojisi. Gerçek gözle bakan insan, müzelerde, biçilmiş doğranmış uzviyeterin anatomik parçalarından başka nesne görmez. Uygarlıkların uğradığı korkunç katliamların enkaz yığınları olarak görünür, gören göze, müzeye kaldırılan şeyler. Zaman zaman düzenlenen sergiler de bu müzelerin gezici cinsinden başka bir şey değil.
Sayfa 22 - Diriliş YayınlarıKitabı okudu
·
40 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.