Gönderi

“Meşrutiyet namı altında fecî dramlar oynanıyordu. Hâlbuki Rumların, Bulgarların, Sırpların, Ermenilerin, Arnavutların millî mefkûreleri , millî edebiyatları, millî lisanları, millî gayeleri, millî teşkilâtları vardı. Ve bu milletler gayet kurnazdılar. “Biz samimî Osmanlıyız…” diye Türkleri kandırıyorlar, Türklere lisanlarını , edebiyatlarını, hatta fennî ve ilmî kitaplarını bozduruyorlar, hatta coğrafya ve tarih kitaplarından “Türk ve Türkiye” kelimelerini sildiriyorlardı. (...)Tanzimatçı politikacılar, bu sefer Türklüğü irtica farz ettiler, ve “Altaylar”a doğru....” diye eğlenmeğe başladılar. Politikacılar milletin anî uyanışından ürktüler. Hele “Osmanlılık” perdesi altında başımıza çorap ören hainler bütün bütün düşünceye daldılar. Uyanan Türklüğün kuvvetini onlar çok iyi biliyorlardı. Daima yokluğunu tekrar ederek yok etmek istedikleri unsur “ben varım” derse hainlerin kendi mefkûrelerine veda etmeleri icap ediyordu. Bunların akıllıları: -Ah kabahat bizde, diyorlardı, biz, bu kadar milliyetimizde mutaassıp olmasaydık onlar yine eskisi gibi milliyetsiz ve gayesiz yaşayacak, dağılıp perişan olacaklardı. Fakat bize baktılar. Onlar da milliyetlerinin etrafında toplanıp kuvvetlenmeye başladılar. Lâkin, bizim Türklerin kendi milliyetleri ne karşı bu iştiyak ve temayüllerine yine inanmıyorlar ve başlarını sallıyorlardı: Türkler ‘gel geçtir’, bu milliyet modası da geçecek, biz yine aldatmak için karşımızda Osmanlı vatandaşlarımızı bulacağız...”
·
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.