Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Yetenek kendine özgüdür, genelde çeşit çeşittir ve bazen düpedüz çekilmez olur. İlkin, talent ollige - "yetenek kişiyi zorlar". Neye mi? Kimileyin en berbat konulara. Yanıtı zor bir soru çıkıyor ortaya: Yetenek mi kişiye egemen oluyor, yoksa kişi mi yeteneğe? Hayatta olan, olmayan yetenekleri ne kadar izlesem de, incelesem de aralarında, kendi yeteneğine hâkim olan çok az insan gördüm; tersine, ustalık her zaman sahibini köleleştirmiştir, nasıl denir, yakasına yapışarak adeta çalyaka ediyor (evet, böylesine aşağılayıcı biçimde), doğru yoldan uzaklaştırıyor. Gogol'ün yapıtlarından birinde palavracının biri bir şeyler anlatmaya başlıyor, belki de söyledikleri doğru, ama hikâyesinde elinde olmadan öyle ayrıntılara giriyor ki, insanın anlattıklarına inanası gelmiyor. Elbette bu örneği karşılaştırma amacıyla verdim, gerçekte yalanda da, yalancıda da bir ustalık vardır: ama yazar Thackeray sosyeteden palavracı, daha doğrusu, dürüst toplumun, lordların arasında avare dolaşan nükteci birinin portresini çizerken, bir yerden ayrıldığında, ardından kahkaha tufanı kopartmaktan çok hoşlandığını, yani zıpırlıklarını, nüktelerini en son ana bıraktığını anlatır. Bakın: Bence kalıcı olmak bayağı zor bir iştir, başka deyişle ardından kahkahalar doğurmak için en nükteli sözü sona bırakma kaygısı taşıyorsan dürüst kişi olmak ve bunu korumak sanıldığı kadar kolay değildir. Bu kaygı o kadar önemsizdir ki, sonunda insanda ciddiyet falan bırakmaz. Üstelik bu ince sözü sona doğru bulamazsan, uydurmak zorunda kalacaksın ki bu kanatlı söz için anneni de, babanı da satabilirsin. Böyle bir gereksinim varsa, yaşamanın mümkün olamayacağını söyleyecekler. Bu doğrudur. Ama her yetenekte, kabul edin, her zaman en aklı başında insanı bile yoldan çıkaran, değerbilmezliğe yakın, yersiz bir "iyilik isteği" vardır. Canavar mı böğürüyor ıssız ormanda ¹ Ya da orada ne geçerse geçsin, adam yürümüş, kanı kaynamış, bulaşmış ve iyice kendini kaptırmıştır. Bu yersiz "iyilik isteğini" Belinski, benimle bir sohbetinde, nasıl denir, "yetenek kokuşmuşluğuyla" karşılaştırmış ve en şiirsel havada bile bu "duyarlılıkla" baş edebilen ruhun dayanıklılığını kastederek bu duyguyu küçümsemişti, kuşkusuz karşısav olarak... Belinski'nin sözünü ettiği, şairlerdi, ama hemen hemen her yetenekte birazcık şairlik vardır; örneğin yeteneği varsa bir marangoz da şair olabilir. Şiir, deyim yerindeyse, her çeşit yeteneğin içsel kıvılcımıdır. Bir marangoz şair olabiliyorsa, bir de yetenekliyse pekâlâ avukat da olabilir. Katı onur kurallarının ve tinsel sağlamlığın geçerli olduğu durumlarda avukatın bile "iyilik isteğiyle" baş edebileceğini asla tartışmıyorum; ancak insanın dayanamayacağı bazı olaylar ve koşullar vardır: "Bu gibi ayrıntılar kendiliğinden ortaya çıkar" ve kişiyi alır götürür. Baylar, burada bu "duygululuk" üzerine söylediklerim hiç de boş şeyler değil; basit gibi görünmesine karşın, son derece önemli bir konudur, hatta herkesin yaşamında, senin de benim de. Derinliğine anlamaya çalışın, muhasebesini yapın, dürüst bir insan olarak kalmanın çok güç olduğunu, özellikle bu gereksiz ve şımarıkça “duygululuğun" bazen bizleri sürekli yalanlara zorladığını göreceksiniz. Gerçi burada dürüstlük meselesini yalnızca yüksek anlamda kullanıyorum, haliyle içiniz rahat olsun, endişeye gerek yok. Ayrıca sözlerimin kimselere dokunmayacağı kanısındayım. Devam ediyorum. Beyler, 1848 Şubat Devrimi Geçici Hükümetinin lideri Alphonse de Lamartine'i hatırlayanınız var mı? Söylenenlere göre, cumhuriyetin ilanından sonra ilk iki ayda, Fransa'nın kentlerinden, kasabalarından, geçici hükümete kendini tanıtmaya gelen halkın ve çeşitli delegelerin karşısında uzun uzadıya nutuklar atmaktan çok büyük keyif alırmış. Belki de o zamanlar binlerce konuşma yapmıştı. Bir şairdi ve büyük yetenekti. Çok gösterişsiz bir hayatı vardı, saf ve tertemiz bir hayat geçirmişti, insanda derin saygı uyandıran kusursuz dış görünüşü, nasıl denir, kipsek² için yaratılmıştı sanki. Bu tarihsel kişiliği, duygulu, şair ruhlu, deyim yerindeyse sümüklü doğan tiplerle asla karşılaştırmıyorum; gerçi Lamartine de, enstitü çıkışı üç kuşak kadınların saplanıp kaldığı, alışılmadık derecede uzun şiirlerden oluşan Harmonies Poétiques et Religieuses'³ yazmıştı. Bununla birlikte sonraları, çok seçkin yapıtı olan ve ona ün kazandıran, Geçici Devrim Hükümetinde ona önemli mevki sağlayan Jirondenler'in Tarihi'ni yazmıştır - işte, kendinden geçerek, adeta coşku denizlerine yelken açarak o sonu gelmeyen uzun konuşmalarını bu sıralarda yapmaya başlamıştı. Usta bir nükteci bir defasında Lamartine'i ima ederek şöyle demiş: "Ce n'est pas T'homme c'est une lyre!" (Bu, insan değil, bir lir!..) Bu bir övgüydü; ama şeytani incelikle söylenmiştir. Sorarım, insanı lirle kıyaslamaktan daha anlamsız ne olabilir? Bir dokunuşla hemen çınlar! Düşüncelerini sürekli şiirle anlatan, bu hatip-lir Lamartine'i bizim kıvrak avukatlarla, en masum hallerinde bile olmadık çalımlar atan, her zaman kendine hâkim, işini bilen ve cebini dolduran avukatlarımızla aynı kefeye koymak mümkün mü? Kendi lirlerine hâkim olabilirler mi? Bu böyle midir? Gerçekten olabilir mi, beyler? İnsanoğlu pohpohlanmaya dayanamaz, zayıftır; "duygusallaşır", hatta düzenbaz kesilir! "Lir'e rağmen bizim kimi usta avukatlarımızın başına -mecazi anlamda- Moskovalı küçük bir tüccarın başına gelen türden bir olay gelebilir. Baba ölüyor, adam büyük bir mirasa konuyor ("miras" sözcüğünü vurguyu "i" üzerine vurarak okuyun!). Bu arada tüccarın annesi kendi adına bir işe giriyor ve batırıyor. Annesini bu güç durumdan kurtarması, yani çok para ödemesi gerek. Tüccar annesini sevmesine seviyor ya, "parasız-pulsuz yaşanır mı!" diyerek ilgilenmiyor. "Paramızı riske atamayız, parasız yaşayamayız, hayır, dünyada olmaz!" Böylece para falan vermiyor adam, anne tutuklanıyor tabii. Bunu alegori olarak alın ve parayı yetenekle bir tutun, şuna benzer bir söz bile çıkacaktır. "Bizler şaşaadan, ünden uzak olalım ha, bu bizim için asla düşünülemez, çünkü efendim, debdebeden, ünden uzak yaşamımız asla olamaz!" Vicdanını rahatsız etmekle birlikte, bir davayı üzerine alan en ağırbaşlı, en dürüst, en yetenekli avukatın başına da gelebilir bu. Uzun zaman önce Fransa'da, müvekkilinin suçlu olduğu kanısına varan bir avukatın, savunma sırası geldiğinde, ayağa kalkıp mahkeme üyelerini selamladıktan sonra, suskun yerine oturduğunu okumuştum bir vakitler. Bizde böyle olacağını sanmıyorum: "Yeteneğim varsa, neden davayı kazanmayayım ki? Niçin kariyerimi iki paralık edeyim?" Sonuçta çekici bir nesne olarak, avukatı korkutan yalnızca para değil (üstelik hiçbir zaman korkmaz), yeteneğin kendine özgü gücüdür. ¹. Puşkin'in "Yankı" adlı şiirinden. ².Albüm (Ingilizce keepsake'ten). ³. Şiirsel ve Dinsel Uyumlar.
Sayfa 245 - 246, 247, 248 Yapı Kredi Yayınları
·
73 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.