Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

304 syf.
10/10 puan verdi
Kitap, başlangıcından beri ruh alemime tesir eden bir güçteydi. Bu gibi şeylerden bahsedecektim sakin sakin. Belki yine yapacağım ama son sayfalarda okuduklarım tabiri caizse beni mahvetti. Uzun süredir devasa bir olduramamışlık tarafından prangaya vurulmuş hissediyorum kendimi. Okul var mesela ama okulun canı cehenneme. Aşk var, bunun için aynısını söyleyemiyor insan çünkü o zaman kendi canı da cehenneme düşmüş gibi muazzep oluyor. Hadi onu da geçelim, yaşamak var, kollarıyla her şeyi saran. Bu tasnif pek bir lüzumsuz aynı zamanda çünkü insanın kendi içindeki bir şeyi oldurması gerekiyor. Bu şey her ne ise, dışarıdaki her şeye etki eden bir öz mahiyetinde. O halledilmezse, kalan hiçbir şey de olmuyor. Öyle hafife alınacak bir dert de değil kanımca. Temelde bulunması nedeniyle kalan her şey üzerinde etki sahibi dedik ya. İşte bu mahut son bölüm buraları kaşıdı. İnsan bazen kendine ağlar. Ne demek şimdi bu? Bir olaya, üzüldüğü bir şeye değil de kendine ağlar. Kendine dışarıdan bir gözle bakıp haline üzülür üzülür. Birkaç kere yaşadım ağlamanın bu türünü. Bir keresinde ölmeyi kafaya koyduğum bir güne uyanmıştım mesela, cansız bedenim hayalimde canlandıkça gözümün on yerinden boşandı yaşlar. Bir filmin sonunu izlemek gibiydi. Dramatikleştirmeye çalışmıyorum işleri, kendine ağlamanın nasıl bir şey olduğunu izah amacım. Son bölüm, hayatımda kendime ağladığım nadir anlardan biri oldu. Biraz daha sakinleyelim şimdi. Ömer ile birkaç meselede tamamen zıt düşsek de genel olarak benzeşiyoruz. Ta “içimizdeki şeytan” buluşundan beri pek çok hareket ve düşüncemiz birbirine paralel. Bazı kısımlar özellikle çok şaşırttı beni: eniştesi için konuşuyordu, bu insanlar mevcut hallerinin değişeceğine inanmadan nasıl yaşayabiliyorlar diye. Birkaç hafta önce, daha yeni tanıştığımız dişçideki sekreter abla ile ayaküstü sohbetimizde aynı cümleleri kurmuştum. “Her sabah, her akşam sıkış tepiş otobüslere biniyor bu insanlar. Meslekte yükselmek yok, emeklilik desen bilmem kaç yıl, varır mısın varmaz mısın belli değil. Nasıl yaşıyorlar abla?” demiştim. Bunun gibi başka anlar da yaşadım ama şimdi hatırımda değiller. Kitap, “aydın sınıfın büyüme sancılarını” anlattığına dair bir arka kapak yazısına sahip. Evet öyle. Çok da güzel yapılmış bu. Bedri, Macide ve Ömer’in net ve çarpıcı konuşmaları olay örgüsüyle yavaş yavaş incelenen konuyu tüm sertliğiyle finale erdiriyorlar. Ama benim için bundan daha büyük iki mesele daha var. Biri, tahmin edilebileceği üzere yaşanan aşk. Fazlaca kişiselleştirdiğim için böyle durum. Macide’nin mektubunu tekrar tekrar okutan bir özdeşleşme. Sanki bana yazılmış gibi… Pek detaya girmeyeceğim bu konuda. Diğeri de o “molozlardan bir adam yapmaya çalışmak” kısmı işte. Biraz kitaptan uzaklaşacağım. Dedim ya, halihazırda buhranlarını yaşadığım çok fazla ortak mesele buldum. Demek ki bunlar güzel işlenirse çok da iyi bir esere dönüşebiliyorlar. Sıkıntılarıma değer atfetme açısından ele almamalı bunu. Yazmak için hayatta, gözümüzün önünde pek çok şey bulunduğu farkındalığını öne çıkarmak istiyorum asıl. Tamam öyleyse yazalım, ama nasıl. Birçok şeyi, içerisinde bulunurken geniş bir bakış açısıyla görmek mümkün değildir. Oradan çıktıktan sonra dönüp bakıldığında pek çok farklı nokta, detay keşfedilebilir. Öyleyse bazı halleri yaşayıp geçirmiş olmalı yazmak için. Böyle yaparsak o şeyi yaşıyor olmanın şiddeti kaybolacaktır. Sonradan, bu şiddetti hatırlayamadan yazmaya kalkışırsak bayat ve yavan bir yazı ortaya çıkacaktır. Öyleyse gelin, bir ortak yol bulalım. Şimdi, hemen yazmalı ama şiddetini bozulmadan muhafaza edebilmek için. Sonra dışardan bakarak yazmaya kalkıştığımızda içerdekileri hatırlayabilmek için. Bir başka mesele de, kitaba dair his ve düşüncelerimi ortaya çıktığı an yazmak. Özellikle de kitap bir oturuşta okunmayacak kadar uzunsa. Bunu şimdiye kadar hiç yapmadım. Birçok mesele uçup gidiyor. Oysa ne garip hisler uyanıyor, birbirine eklene eklene ne uzun düşünce zincirleri oluşuyor. Madem ki ben bu kitaba dair yazma işini bu his ve düşünceler adına yapıyorum. Sadece kitabın sonunda eleğin üzerinde kalan iri taneleri değil, deliklerden aşağı düşen zerrecikleri de dahil etmeliyim. Başucu kitabı yapmak için biraz kalabalık edecek bölümleri var ama kesinlikle başucu sayfalarım çıkar İçimizdeki Şeytan’dan. Hatta onlardan bazılarını defterime geçirecek, bu söylemimi havada bırakmayacağım. Kitabın orijinal halinde basılmasını ve sondaki sözlüğü de çok sevdim. Benim için baya keyifliydi. Bazı kelimelerin tahminim gibi çıkması da, bir süre sonra, bu kitapta tanıştığım kelimeleri sözlüğe bakmadan tanıyor olmam da çok hoşuma gitti. Eknot: Ömer’e benzeme ve kişinin içindeki şeyin dışardaki her meseleye etki etmesi konusunda: Ömer’i kendime benzettiğim yönler hem fikir dünyasında hem yaşantıdaydı. Başta bunun olmasına biraz şaşırdım, BU DERECE nasıl olmuş diye. Sonra düşündüm ki, zaten fikir yaşantıyı etkileyen bir şey. Fikirleri benzer olan kişilerin yaşantılarının da öyle olması kaçınılamaz. Ve ben kanlı canlı bir örneği olduğuma göre Sabahattin Ali’nin Ömer karakteri de bedene gelmiş sayılabilir. O derece gerçekçidir. Zaten belki de kendi ya da tanıdığı birinden esinlenmiştir.
İçimizdeki Şeytan
İçimizdeki ŞeytanSabahattin Ali · Can Yayınları · 2019171,1bin okunma
·
59 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.