Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

25 Mayıs 1915 Bu gece, bugün o kadar top geçti ki yedi-sekiz tren, kırk vagondan ibarettir. Acaba bu harp yazın da bitmeyecek mi? Ya kışa kalır isek? Hepimizde ümid-i necat [kurtuluş ümidi] kesiliyor. Eyvah, buralarda mahvolup gideceğiz! Vatanımızı, ailemizi görmek nasip olmayacak mı? Artık birbirimizi teselli edemiyoruz. Biri düşünür iken yanındaki gayri ihtiyari olarak o da düşünmeye başlıyor. Hele akşam karanlığı çökmeye başladı mı herkes bir köşede boynunu büküyor, gayri ihtiyari dalıp gidiyor. Çocuklar hatıra geliyor, yorgun olarak onların sofra başına dizilmesi göz önüne geliyor. İşte o zaman bütün bütün yürek sızlıyor, gönül darlaşıyor. İnsan kendi felâketini unutuyor. Mektup alanlar bir derece kendilerini onunla müteselli ediyor. Bizde o dahi yok, mahzun, meyus bekliyoruz. Şimdi Doktor Rıfat Efendi’nin mektubu ve küçük kızının resmi geldi. Ne kadar bahtiyarane seyrediyor! Yalnız kendi mi, hayır, hepimiz de ara sıra gidip bakıyoruz. Biz de ondan bir lezzet alıyoruz ve kendisine adeta haset ediyoruz. Onun bu bahtiyarlığını çekemiyoruz. Bugün yeniden iki kart daha yazıp verdim. Biri Türkçe, diğeri Fransızca. Yazmaya artık elim varmıyor, zorla yazıyorum. Şimdi hepimizi son derece meyus edecek bir haber aldık. Alçak İtalya bu kadar senelik müttefiki bulunan Avusturya’ya iki gündür ilân-ı harp etmiş. Bu havadis bizim için en büyük meyusiyet haberi demek. Çünkü harbin uzayacağı, bununla beraber galebe ümidi... Demek biz bu kış da buradayız. Daha birçok yeni felâketlere hazırlanmaya başlayalım. Akşam: İtalya ilân-ı harbi yalan imiş. Cümle üsera arasında bir sevinç, şâdmânî başladı. Herkeste ümit baş gösterdi. Şimdi geçen trende yüz kadar cebel topu geçti. Ordu humması denilen o belâ-yi mübrem [kaçınılmaz belâ] Avusturyalılarda pek müthiş bir surette icrâ-yı hükm ediyor [yapacağını yapıyor]. *** 1 Aralık 1915 Bugün ben de köye gitmek istedim. “Biraz hava alırım” dedim. Ona da muvaffak olamadım. Çavuş tarafından “yasak” cevabını aldım. Üçüncü dişim ufak ufak ağrımaya başladı. Buradan kurtulana kadar tekmil dişlerimi sökeceğim. Başımda, yüzümde siyah kalmadı. Aman yarabbi şu esaret felâketinden kurtulmaya kadir olmayacak mıyım? Ümidim kesiliyor. Milyonlarca insanlar birbirini öldürüyor. Lâ-yenkati boğazlamaya uğraşıyorlar. Öbür tarafta ise manen bir takım genç kadınlar, ufak çocuklar, ihtiyar ana babalar ölüyor. Her tarafta sefalet, felâket, açlık, kan, ateş. Bu ne hâldir? Medeniyet diye ortalığı sarsan o efkâr-ı âliye ashabı [yüksek düşünce sahipleri] nerededir? Medeniyet acaba bunları men edemiyor mu? Tabii bu harbi onlar tervîc etmiyor mu [desteklemiyorlar mı]? İşte en medeni milletler, en medeni hükümetler! Bunların başında ise bu milletlerin ser-firâzı [önderleri] olanlar bu meseleyi idare ediyor. Demek zamana göre her bir lügatin manası değişiyor. Burada da medeniyet çok silaha, kuvvetli orduya, müthiş kuvvete malik olmak, düşmanı ezmek işte medeniyet budur! Evet, burada bir kelime bunların cümlesine galebe ediyor: Vatan! Vatan hissi ne kadar büyük, ne kadar âli olarak görünüyor. Bu kadar sefalet, ateş, kan bu kelimenin yanında bir hiçten ibaret kalıyor. Bundan başka bir his duyulmuyor. Bugün umum insanlar o kelimenin hissi ile ateşe atılmış, uğraşıyor, ölüyor, öldürüyor, yakıyor, yanıyor. Evet, sonra o kadar yanan, yıkılan, öldürülenler düşünülmüyor. Acaba hiç düşünülmeyecek midir? Belki de galip olanlar neşe ile sermest, mağlup ise yediği darbe ile sersem olacak, düşünmeyecek yahut düşünemeyecek. Evet o hiss-i meâlînin [yücelik hissinin] daha büyüklüğü esarette görünüyor. Her tarafta yabancı simalar, yabancı topraklar, kendini her veçhile boş bir âlemde görüyorsun. Duyduğun yalan yanlış haberler ile o vatan hissi ne kadar acı, yüreğini sızlatıyor. Çoluk çocuk gailesi, kendi felâket-i hâlini düşünemiyorsun. Yalnız o vatan hissi, o vatan teâlisinden [yükselmesinden] başka hiç bir fikir seni meşgul edemiyor. Her felâkete razı oluyorsun. Evet, yeter ki o vatan teâli etsin, o vatan selamete, saadete nail olsun. Ne tatlı, ne saadet-bahş [mutluluk veren] bir hatıra oluyor. İnşallah o vatan terakki [gelişme] ve teâlisini [yükselmesini] göreceğiz. Bu acıların hepsini unutacağız. O sevgili vatanımıza, çocuklarımıza kavuşacak, bunların hepsini unutacağız. *** 10 Temmuz 1916 27 Yazacak bir vukuat yoktur. Ömrümüz bir siyâk üzere geçiyor. Can sıkıntısından, şaşkın gibi dolaşıyoruz. Artık kimse kimseden havadis sormuyor. Hepimiz de dünyadan bihaber bir hâlde. Yaşamak bundan ibaret ise biz de yaşıyoruz. Yalnız, benim en büyük sıkıntı içinde kalmamın sebebi, Hıfzı hakkında malûmat alamadığımdır. Acaba ne için ondan bir haber yazmıyorlar? Neden bana adresini bildirmiyorlar? Yarabbi, en büyük düşüncem bundan ibaret! Ne zaman çocuklarımı sağ salim görüp, kavuşacağım? Bu gibi düşünceler beni cidden ihtiyarlattı. Ben pek kolay kendimin ihtiyar olup çökeceğimi ummuyordum. Lâkin bu düşüncelere tahammül etmek pek güç imiş. Gece gündüz bir yerde vakit geçiremiyorum. Akşama kadar ayakta, serseri dolaşıyorum. Geceleri bitap olarak düşüyorum. Lâkin zihnimdeki düşünce uykumu kaçırıyor. Çok zaman şafak söküyor, ben hâlâ yatakta uyuyacağım. Yanlarım ağrıyor. Ara sıra kalkıyorum, sigara içiyorum, olmuyor. Doğrusu kendim, ne düşündüğümü bilmeyecek bir hâle geliyorum. Eyvah, ümidim münkatı oluyor, korkuyorum. Bu muharebe, zannımdan ziyade uzayacak. Acaba o zamana kadar tahammül edebilecek miyim, yahut yaşayabilecek miyim? Düşünmek istemiyorum, lâkin elden gelmiyor.
·
55 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.