Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İslam sosyalizmi - Mustafa es-Sibâi
İslâm sosyalizminin en berrak yorumcusu, Suriye ihvân-ı Müslimîninin üyesi olan Mustafa es-Sıbâi'ydi. Ona göre İslâm sosyalizminin dört yönü vardır: Tüm vatandaşların tabii hakları; Bu hakları düzenleyecek kanunlar, Karşılıklı sosyal sorumluluk kanunları; ve Bunun uygulanmasını sağlayacak yaptırımlar. Mülkiyet bireylerin tabiî hakkı sayılmaktadır, fakat dünyadaki bütün maddî şeylerin gerçek mülkiyeti Allah'a aittir, Kur'ân'da beyan edildiği gibi: "Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır" (II, 284). Sıbaî buradan iki sonuç çıkarıyor: birincisi, insanın kendisini mutlak mal sahibi sayması yersizdir ve boşunadır; ikincisi, Allah'ın malikiyeti eşyanın Şeriat 'a uygun dağıtılmasını mecburî kılar. Allah sahip olmaya bizzat muhtaç değildir, bu yüzden O, tüm şeylerini insanların tasarrufuna sunmuştur: Kur'ân'ın dediği gibi "Allah'ın yerde olanları hizmetinize verdiğini görmez misiniz?" Buradan yola çıkan Sıbaî, şu sonuca varıyor: insan yeryüzünde işlemesi için koyulan şeyleri kullanmaya hak kazanır, zira "insan için çalıştığının karşılığından başka birşey yoktur”. Dahası, bu şeyler dürüst yollarla elde edilmelidir; hileyle, dilencilikle, gaspla, el koyma ile veya sömürüyle değil. Ahmed ve Ebû Davud'un "insanlar üç şeye ortaklaşa sahiptir: su, ot ve ateş" biçimindeki ki bunun içinde tuz gibi başka belli şeyler de vardır- hadis 'inden yola çıkan Sıbaî, İslâmda temin 'i (millîleştirme) haklılaştırır. Ona göre bu şeyler Peygamber döneminde zaruriydi, ancak çağdaş dünyada "su" su şebekelerine, "ateş" elektriğe, ot ve tuz ise insanın hayatını devam ettirebilmesi için gereken zarurî kaynaklara denk düşer. Bunlar özel ellere bırakılamaz, zira böylesi bir tekelleşme az sayıdaki insanı diğerlerinin zararına zenginleştirecektir. Servetin eşit dağıtılması, mal sahiplerinden toplanan zekât 'la (vergiler) veya hima 'yla (toprağı umumi kullanıma açmak) ya da vakıf 'la (bireyin mülkiyetinden vazgeçtiği, "istenilen kişilere tahsis edilen " bağışlama ile desteklenebilir. Diğer İslâmî hükümlerin de bir çeşit millîleştirmeye işaret ettiği kabul edilebilir. İlk olarak, aklı kıtların (sufeha) malları cemaat tarafından ellerinden alınabilir. Çünkü Kurân der ki: "Allah'ın yaşayışınızın sebebi kıldığı mallarınızı aklı zayıf olanlara vermeyin. Ancak onları o mallardan yedirin ve giydirin". İkinci olarak, mirasçısız ölenlerin malları kamu hazinesine dönmelidir. Üçüncü olarak, servetin çok az sayıda elde toplanmasına izin verilmemelidir, zira Kur'ân şöyle beyan eder: "Allah'ın fethedilen memleketler halkından ganimet olarak peygamberine verdiği mallar Allah, peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece mallar sadece içinizdeki zenginler arasında dönüp dolaşmasın". Bu âyet, savaş ganimetlerinden bahsetmektedir. Karşılıklı sosyal sorumluluk kanunları (et-tekafül-ü içtimai) da, servet ve sosyal adalet konusundaki eşitsizliklere karşı birey ve toplumun korunmasından devletin sorumlu olması şeklinde anlaşılabilir. Son olarak yaptırımlar itikadi ahlaki, maddi veya yasal şeklinde sınıflanabilir. Devletin tüm mali, idarî, politik, sosyal ve manevî meselelerdeki dürüstlüğünü sağlamak için bir muhtesip (müfettiş) şarttır. Herşey gibi, İslâm sosyalizmini uygulayacak güncel yasamanın istihsan (iyi birşeyi gözönüne almak), istislah (uygun veya yerinde olan birşeyi gözönüne almak) ve örf'e (genel uygulama) dayanması gerekir. Istislah, üç tür cemaat çıkarını hesaba katmalıdır: Şeriat'ın tanıdıkları; Şeriat'ın reddettikleri; ve Peygamber zamanında belli olmayanlar. Müslümanların inanç, yaşam, zekā, mal ve şerefiyle ilgili olan ilk grup, Ulema 'nın uzlaşmasına dayanmalıdır. İkinci grup ise, toplumu sömürenlerin (örneğin vurgunculukla) çıkarlarını kapsar; bunlar apaçık toplum karşıtıdır. Üçüncü gruptaki çıkarların ise halkın manevî ve maddi ihtiyaçlarına ilişkin uygunluk (maslahat) temeline göre değerlendirilmesi gerekir. Her ne ki "bunları [korur]... maslahattır ve her ne ki onlara zarar verir mefsedettir (uygunsuzluk). Örf'e ilişkin olarak uygulamalar şu şekilde sınıflanabilir: İslâmî kanun koyucunun vücuda getirdikleri, onun reddettikleri ve evveliyatı olmayanlar. Bu uygulamalarla ilgili hükümler tıpkı onlarla bağlantılı benzer çıkarlarla ilgili olanlar gibidir. Böylece İslâm hukukunun açık hükümlerine ters düşmeyen üçüncü tür çıkarlar konusundaki tüm düzenlemeler geçerlidir ve bir yasama temeli oluştururlar. Halkın yalnızca kendi refahına katkıda bulunacak, işlemlerini kolaylaştıracak ve meşru hak ve çıkarlarını koruyacak sosyal uygulamaları kabul eğilimi, bu takdirin muhtemel kötüye kullanımlarına karşı en iyi güvencedir. Dolayısıyla, içtihad'ın bu tür yasamada kullanılacağı aşikardır. Bir diğer İslâmî düşünür, Seyyid Kutub (1906-66) Sibaî'nin İslâm sosyalizmi yorumunu destekliyor, ancak "İslâm sosyalizmi” ve “İslâm demokrasisi" gibi terimlerin kullanılmasından hoşlanmıyor, onun kanaatince bu terimler "ilâhî düzenle insan yapımı sistemleri" birbirine karıştırıyor. O, Islâmiyet ve sosyalizmi iki ayrı ama bölünmez sistem olarak görüyor ve sırf belli konularda ortaklaştıkları için onların karışımının haklı görülemeyeceğini düşünüyor. Kutub'a göre Müslümanların önünde sadece iki tercih var: İslâmiyet ve halihazırda herşeyiyle maddeci Batılı politik ve ekonomik düzenin temsil ettiği Cahiliye (İslâm öncesi cehalet). İslâmiyet eksiksiz bir sosyal adalet için maddî ihtiyaç ve amaçları görmezden gelmese de "ilk adımın ruhun kurtuluşu ve arındırılması olması gerektiğini [öngörür). Bu manevi açılım olmadan insan hayatının ıslahına yönelik hiçbir girişim başarılı olamaz. İranlı Ayetullah Talegâni de İslâm ekonomisi üzerine benzer gözlemlerde bulunmuştur. Talegâni, ekonomik problemlerin imanın ışığı altında ele alınması gerektiğini savunuyor ve İslâmin tarih ötesi bir ekonomik görüşe sahip olduğuna inanıyor. Yasa koyucu, manevî boyutu gözönüne almalı ve böylece kendisini sınıf konumundan koparmalıdır. Bütün insan kanunları tarihle kısıtlanmıştır ve değişmeye mahkûmdur. Bunun sonucu olarak, bu kanunlar yöneticilerce zorlama ve baskıyla saptırılırlar. İslâmiyet ise daima aklı teşvik etmiştir ve insanlar eğer onu kullanırlarsa, akıl onları insan âdetlerinin boyunduruğundan kurtaracak ve onlara iyiyle kötüyü ayırd etme yeteneğini verecektir. İnsanlar bundan sonradır ki Allah'ın dünyadaki herşeyin mutlak sahibi olduğunu görebilecektir. Dahası Talegâni, Allah'ın kanunlarının bireysel mülkiyetin sömürüye ve ayrıca -kontrollerin bireyin mallarının yerini aldığı sosyalizme yol açan kapitalizme zıt olduğunu ileri sürüyor. Bu her iki mülkiyet biçimi de insanın köleliğine neden olmuştur. Bununla birlikte, tüm tabiî kaynaklar kendi üretimleri için çalışanlara aittir ve devlet onların İslâmî ilkeye göre eşit dağıtılması için yalnızca gözetleyici bir rol oynamalıdır. Talegânï'ye göre bu ilke, herkesten yeteneklerine göre almak ve herkese ihtiyaçlarına göre vermektir. Özetlersek, yukarıda İslâmî bir devleti neyin teşkil ettiğine dair bir fikir verebilmek için çeşitli İslâmî politik ve ekonomik eğilimleri ana hatlarıyla gösterdik. İslâmî devlet birçok biçim alabilir. Aşağıda tartışılan vak'alar, böyle bir devleti inşa mücadelesinin, politik bağlamına göre birçok farklı türde olabileceğini ve farklı biçimlerde düşünülebileceğini göstermektedir.
Sayfa 234 - İzKitabı okudu
·
28 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.