Köyümüzün en doruk dağ yamacına çıktım bir gün
Baktıkça doyulmaz manzarasının güzelliğine
Seyre daldım hayal dünyamda eski anılara
Kazdıkça zihinimi, çocukluğumu hatırlamaya başladım
Evvela yaşlı kara dut ağacını anımsadım
Yaz günlerinin kavurucu sıcaklığı ortasında
Uzun ve tozlu yaprakları arasından
Büyük ve parlak siyah dutlarını arardık.
Bir kara elması bulurcasına haykırırdık:
"Buldum, buldum." diye sevinirdik.
Onları yemek yerine resim tablosunda pastel boya olarak kullanmayı tercih ederdik.
Zimsiyah tatlı suyu ile taş yüzeylerine çeşitli desenlerden
Saf ve masum resim figürlerini çizerdik şireli ellerimizle
Farklı ve özel anlamlar yüklerdik her birine
Arta kalıp yediğimizde ise
Kan kırmızısına dönerdi dudak ve ağız çehremiz
Kimi zaman da süt yavrularının küçük bakıcısı olurduk yüksek kayalı taşlıklarda
Bir bayramışcasına sevinerek erkenden uyanırdık
Gün doğmadan yola çıkardık bir yolcu gibi
Dönüşte ise gölge boyumuzdan faydalanırdık vakit için;
Güneşin tam dik düşmeden evvelki zamanı bulup
Dönüş yoluna girerdik güle oynaya buzağılarla.
Buzağılar daha çok sevinirdi bizden eve dönüşlerde
Annelerine kavuşmadandı bu Kuvvetle muhtemel
Akşam olduğunda ise ayrı bir sevince bürünürdük
Zira gündüz işi bitmiş artık başka bir eğlence vakti olurdu
Cırcır böceklerinin melodisi eşliğinde yamalı yatağımıza uzanırdık damda
Ayın muhteşem olan o dupduru güzelliğini izlerdik doyumsuzca
Sonra seyre dalardık fezadaki sayısız parlak yıldızlarını
Saya saya bitiremezdik hiçbirini
Kimi zaman da düşüşlerine şahit olurduk
Ama anlam veremezdik hiçbirinin varoluş amacına
Yine bu melodi eşliğinde derin uykulara dalardık sabaha kadar
Kendi iç dünyamızı da bunlar sayesinde pak olarak süslerdik
Büyüyeceğimizi hiç tasavvur etmez aksine
Hep çocuk olarak kalacağımızı düşünürdük
Kendi kurgumuzda şen şakraktan ibaretti hayat
Bir günümüzün her anının doyasıya tadını çıkarırdık
Kaygısını düşünmezdik mesela yarının
Bir kuru ekmeğe sürdüğümüz yoğurt kaymağında
Dünyanın en güzel lezzetini bulurduk damağımızda
Uzun kış gecelerinde hepimiz bir odaya toplanır
İçerden taşarak kıpkırmızı yanan odun sobasının etrafında
Nizamlı daire oluştururduk ısınmak için
Ama daha çok ıslak çoraplarımız ihtiyaç duyardı bu ısınmaya
Zira delikli kara lastikten sızan suyla ıslanırdı hep
Ya da yanlardan sincice sızan kardan.
Sonra kurutmaya bırakırdık sobanın altına
Kimi zaman yanar, kimi zaman taze bir buhar çıkardı üstünden.
Gece olduğunda sıkıca sıralanırdık kargir evimizin küçük odasında
Sonra duvarda sabit takılı kalan
Paslanmış köhne gaz lambasını açardık
O kısık ışık, güneş gibi aydınlatırdı içimizi
Ve ay ışığına müsavi görürdük aydınlığını
Kimi zaman da dayanamayıp o takatasiz haline
Bir anda sönüp karanlığa yüzüstü bırakırdı bizi
Ama şikayet etmezdik bu karanlıktan
Aksine eğlence haline dönüştürürdük daha da
Ve en güzel sohbetler, en içten gülüşmeler
Yine bu loş karanlığın gölgesinde yapılırdı.
Sönmeyen bir ışık vardı sanki içimizde
Annemizden öğrendiğimiz yarım yamalak masallarla
Bir plağın tekrarlayan melodisi gibi
Bıkmadan, usanmadan anlatırdık birbirimize bilmem kaçıncı kez
Üzerimizdeki etki ve heyecanı azalmazdı ama
Hele kar da yağmışsa tadına varılmazdı günün
Cennetten bir bahçe olarak görürdük beyaz örtüyü
Oynarken dışarda açlığımızı bile unuturduk kimi zaman
Karın soğuğundan domates kırmızısına dönerdi,
Bitap düşmüş o ellerimiz ve yanaklarımız.
Fakat yine de her halimizden memnunduk
O zemheri kışları,
O soğuk yel günlerinin
Hiç birinden şikayet etmezdik.
Eksik olmazdı küçük kalbimizde sonsuz baharlar.
Heyhat büyüdük bugün!
Heyhat dünde kaldı o günler!
Ahh çocukluğumuz!
O masum çocukluğumuz!
O mutlu çocukluğumuz!