Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

464 syf.
10/10 puan verdi
Hakikat Düzlemin Fenomenler Kavrayışı
Hakikat Düzlemin Fenomenler Kavrayışı ❈ ❈ ❈ ❈ Modern çağın şartları ve imkânları bir fırsat iken zorunlulukları ve çekiciliği de birer ızdırapdır. Dünya ve ahiret yurtları beklenen birer gerçek iken ikisinin arasındaki bağlantı zayî olunmasından kurtarıp selâmete ‘doğru yol’ üzere eriştirilmelidir. Yoktan var olmamız, ahireti temsil etmekte. Dünya perdesi, ahiret emaresini görmekten uzak bir anlayışı temsil etmekte. Dünya bahçesine ahiret ekini ekip tarla yapmak pekâlâ mümkün. Modern dünyanın çorak arazilerinden uzaklaşıp ahiret bahçesine kavuşmanın yegâne rehberi Kur'ân ve sünnettir. Sonsuz Olan'la sonlu olan, Mutlak Olan'la izafi olan arasındaki iletişimi mantıksal açıdan imkansız iken, buna mucizenin kendisi olan Kur'ân; Allah tasavvur edilmeyecek kadar uzaktan seslenmekte ve işitilmekte, kelimelerle ifade edilmez olan şey bizim bir evi ya da ağacı tasvir ettiğimiz gibi tasvir edilmektedir. Bu tasvirler sadece zahirde olanları gören hayvanlar gibi yüzeysel anlamda takılıp kalmamız için değildir; aksine bizi kelimeler evreninden mana evrenine sürükleyecek olan bir yem işlevi görmektedir. Temeli oluşturan birliğe doğrudan vardıran bir çokluk dünyası meziyetine sahip olan Kur'ân; fenomenlerin sürekli akışına alışkın olan nefs kendini bu akışa bırakır; içinde yaşamakta olduğu fenomenler tarafından bölünür ve dağıtılır. Bu noktada vahyi söylem, bu eğilime razı olma ve aynı zamanda da dil ve içeriğin semavî niteliği sayesinde bu hareketi tersine çevirme meziyetine sahiptir. Modern dünyanın hastalıklarına şifa olur. Başka bir deyişle nefsin balıkları alışkın oldukları ritimle ve çekinmeden ilâhî ağın içine doğru yüzerler... Kur'ân beşer beynin düşünebileceği ve hissedebileceği herşeyin bir resmi gibidir. Allah, Kur'ân’ın bu özelliği vasıtasıyla mü’minlerin içine sükûnet, dinginlik ve huzur akıtarak beşerî endişeleri yok eder. Müslüman, imanın derinlik veçheleriyle Allah’ın bu dünyanın kendisine vasıta kılarak -tabiatın bekçileri olan- yönüyle Yaratıcı’nın ‘İşaretleri’ olan ‘âyâtler’ idrakin direnci ve şuuruyla; yer ve gök, dağlar ve yıldızlar, denizler ve ormanlar, kısaca tüm mahlukat, adeta kutsal bir kitaba ait ‘ayetler’ içermektedirler. Allah’ın Müslümanlara iman kavrayışıyla tabiatın gözle görülür fenomenlerini yaratması, hitabıdır. İngiliz asıllı Müslüman Gai Eaton (Sidi Hasan Abdullah Abdülhamid), Müslümanların ‘gözle görme’ prensibine sımsıkı kalmaları suretiyle, Allah’ın ‘İşaretlerini’ düşünce surecimizden çok tabiatı müşahede edilmesinde bulunulacağı şuurunda oldukları, söyleyerek; İslâm dinindeki ibadetlerin özellikle de beş vakit namaz ve ramazan orucu, mekanik saatten çok tabiattaki devirlerle sıkı sıkıya ilişkili olduğunu, vurgular. Dünya tabiat resmini ibadetlerle müşahede edilmesi tefekkür ufkunun derin ve geniş olmasına pekâlâ Allah’a daha yakın olmasıyla ortaya koyar. Modern çağın hengâmlarına hengamelerine alternatif bir seçenek ve kurtarıcı bir nefes olacak yönüyle İslâm, derin ve geniş havza sunmakta. Modern çağın şartlarına tarihsel deneyimi ile gizli hazinesini koruyan İslâmî derin ve geniş havzası; İslâmî sosyal amaç aktifliğiyle oluşum evresi en başta tamam olan ve her zaman esnek pratikliği olan ‘Şeriat Nizamı’dır. İslam’ın sosyal amacı, içinde her bireyin Şeriat nizamına göre belirlenmiş rolünü yaşayacağı, -bir an bile Allah’ın kendisini görmekte olduğunu unutmaksızın- tehlikeden uzak bir beşerî ilişkiler ağı içinde bu dünya koşulları tarafından sağlanan kalıbı dolduracağı, bedensel ölümün giriş-kapısının ötesinde bulunan bir hedefe gitmekte olan dosdoğru ve çok çiğnenmiş bir yolda yürüyeceği bir toplum oluşturmaktır. Hayatın her alanına karşılık ve müdahalesi olan İslam’ın şeriat nizamı, beşerî ilişkiler ağında muazzam tahammül güçlerinin bağlayıcı faktörleri yanında esnek pratikliğiyle özünün saadet çözümlerini de vermektedir. İslâm’ın bütünlük ilkesi, modern cağda ve diğer geçmiş ile gelecek cağlarda hitap ve konumu değişmez bir dirençle ne kadar şekillenen sosyal örgüt olarak kalsa da Kur’ân ve hadis buyurlugunda özünde duracaktır. Beşerî ilişkiler ve yapılar işlevlerinin ‘hakikat’ düzeninin oluşması için İslâm’ın bütünlük ilkesiyle zühd yolunun Şeriat veya İlahi Yasanın buyrukları tarafından şekillendirilmiş olan matrisin bütünüyle İslâmî sosyal modellere bağlı pekâlâ sosyal örgütler kurulur. Şeriat Nizamı tarafından düzene sokulan ve korunan topluluk ‘doğrulukla yönlendirilmiş’ topluluktur ve onun üyesi olmak Müslümanlara göre ‘imanın bir parçasıdır.’ Her Müslüman birey, hemcinslerinin, ‘erkek kardeşleri’ ve ‘kız kardeşleri’nin saadetinden sorumlu, fakirliklerinde onlara yardım etmek, üzgün olduklarında onları teselli etmek ve kötü yola yöneldiklerinde onlara -her zaman nezaketle- doğru yola çevirmekle yükümlüdür; onu ya eli ya da diliyle düzeltmek veya bunu yapmaya gücü yetmiyorsa kendi kalbinde düzeltmekle görevlidir. Müslümanın kendi iç birliğini hükümete ya da dini liderlerine olmayıp her şeyden önce inanca borçlu olması İslam’ın teosentrik bir din olduğunu gösterir. Müslüman inanç kabiliyeti varlığından beri kalbî bir incelikle mekân, hareket ve zaman birlikteliğiyle derin duyuş ve kabiliyet sahibi olmuştur. İbadet ortamının her yönüyle sanatsal incelik kabiliyeti geliştirmesi yanında ‘sofuluğa dayalı’ ve ‘kalbî’ bir Aşk yoluyla Bilgi (Marifet) seviyesine ulaşıp ‘İrfânî’ derinlik kazanması sanatsal faaliyetlerin yanında mistik deneyimlerdir. Zamanın deneyimsel birikim ve aktarımı tasavvufa metafizik bir boyut kazanmıştır. Bu metafizik boyut taştan yapıtlara semavî gerçekliklerin yeryüzündeki yansıması ve İslâm vahyinin maneviyatının dünyevî anlamda billurlaşması; diğer metafizik uzantısı ‘Allah'ı hatırlama’ zikrinin kalpte yer bulup ruha yerleşmesidir. Pekâlâ tasavvuf ilminin bütün marifeti ‘zikri’ mükemmelleştirmek ve onu günlük hayatın ortasında iken bile kalpte şakımaya devam edecek şekilde, daimi kılmaktan ibarettir. Bu kesintiye uğramamış bir ilâhî Mevcudiyet şuuru, modern cağda Müslümanca kalmanın biricik solukladığı varlık teneffüsüdür. Müslüman manevî ve entelektüel ufkunun Kur'ân işaretlerinin tefekkür ettiği konulardan ölümden sonraki hayat olan ‘ahiret yurdu’ inanç şuurunu kuvvetle benliğine yerleştirmiştir. Kalbin imanla bütünleşmesi için dünyadan ahirete haber veren ayetlere sarılıp ‘dikey ilerleme’ manevî gelişim ve entelektüel ufka sahip olmasıdır. Ahiret fenomenlerdeki ‘ayetleri’ kavramakla sığ olandan daha yüksek olana dönüştürülmüş bir bilinç tarafından algılandığı şekliyle semavî hakikatlerin Müslüman aklına iletebilmesidir. Kur’ân ayetlerinin rehberliğiyle semavî hayatın her bir Müslüman yerini ve konumunu kalbindeki imanıyla belirlemektedir. Müslüman kalbindeki ahiret yurduyla olan bağlantısı doğal fenomenlerdeki ayetleri kavramakla başka deyişle dünya kavrayışıyla da yakından ilişkilidir. İki dünyadan ahiret yurdunun tek gerçek olduğu bilinci Müslümanın dünyası beşerî ölçüleri uygun olarak düzenlerdi; Müslümanlar cesaret veya haşmet açısından kendilerini bunaltabilecek hiçbir şey inşa etmemiş ve hiçbir zaman yaptıkları aletlerin hizmetçisi olmamıştı; öyle görünüyor ki ‘yeryüzünde yavaşça yürüme’ emrine itaat ettiği müddetçe doğayı tahrip edecek buldozerler icat etmesi mümkün değildi. Buna karşılık Müslümanın ‘saf bilim anlayışı’, Allah’ın kainata verdiği mucizevi yaratılışı ayetler ışığında anlama ve bilme çabasıyla kalplerine iman doldurmak olmuştur. Dünya ve ahiret tabiatındaki ayetlerin işaretleri Müslümanın manevî gelişimi ve entelektüel ufkuna kurtuluş ve selamete ermektir. Kaynakça: Charles Le Gai Eaton (Hasan Abdülkerim), İslam And The Destiny Of Man – İslâm ve İnsanlığın Kaderi, çev. İhsan Durdu, İnsan Yayınları, Inceleme-Araştırma-35, 1. Baskı 1992, 460 sayfa. Yunus Özdemir
İslam Ve İnsanlığın Kaderi
İslam Ve İnsanlığın KaderiGai Eaton · İnsan Yayınları · 19924 okunma
·
157 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.