Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

O zaman Türkçe okuma yazmasını bilen sadece bendim. Herkesin mektubunu ben yazar ve okurdum. Resmi yazıları da bana okuturlardı. Yanımızdaki bakkalın senetlerini yazardım. Kendisi dedamadı da Karamanlıydılar. Bakkallıktan başka, Tophane ve Beşiktaş'taki meyhanecilere faizle para vererek de geçimlerini sağlıyorlardı. Kalıplaşmış deyimlerim vardı; her birini yeri geldikçe kullanırdım. "Bâd-i tastir-i sened oldur ki" gibi. Arapça ve Farsça kelimeler kullanmam gerekirdi. "Aldım" demezdim "Ahz u kabz eyledim"; "verdim" demezdim "itâ eyledim" derdim. İstanbul,Deraliyye, Dersaadet, Asitâne-i Saadet'ti. Yukarı, aşağı yerine "Azbıder-i bâlâ", "Azbıder-i zîr";köy'e "kariye", ekmeğe "nân-ı aziz", Getronagan'a "Mekteb-i merkez-i kebir", ilk kısmına "Mekteb-i merkez-i sagir" derdik. Türkçemi köyümden getirmiştim. Zaten Ermeni okullarında Türkçe demek, Osmanlıca demekti. Dilekçe, resmi yazı, ticari senetler yazmak için bu dil öğretilirdi. Okuduğumuz kitapların yazarı Mihran Apikyan, imzasını "Mihri" diye atardı. Yazı kamışla yazılırdı. Mürekkebi kurutmak için renkli bir kum, "rıh" kullanılırdı. Ben, yazdıklarıma yeşil rıh serperdim. Herkes imrenirdi, ben de gururlanırdım. Musa Çavuş, mektuplarını yazdığım için günde birkaç kez bana çay verirdi. Bir gün mektup gelmiş. Ben orada yoktum, okuyacak kimse bulamamışlar. Saraylı ağalar da okuma bilmezlerdi.
·
38 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.