Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Kütüphanemize Dönelim
“Bana sorarsan kütüphanene dön. Yani kitap ol. Aydınlan ve aydınlat.” [Cemil Meriç] Şu sıralar gündemi takip etmek, Cehennemle irtibat halinde olmak gibi... Ölüm var, Şiddet var, İsyan var... Kaos var. Kendi sınırlarımızı aşmışlığın verdiği hadsizlikle ilerliyor, ilerledikçe de bu kan kırmızı pistte açık ara farkla göğsümüzü kana buluyoruz. Hüzünlenmekte üstümüze yok. Bitişe varmamız an meselesi. Bir, üç, beş, on... Sayımız bu kadar değil. Ülkece, bölgece, vilayetçe yarışıyor; topyekün koşuyoruz finişe. Hızımızı azaltmazsak, bununla da kalmayıp bir adım önümüzdekini geçme sevdamızdan vaz geçmezsek; bizi geçmeye çalışanları alt etme plânlarından caymazsak bitişe varmakla aramızda ekstra bir engel kalmayacak. Bu bitiş gurur duyulacak gibi değil. Göğüs kabartılacak kadar haklı, Zafer naraları attıracak kadar yüce... Emeğimiz, hedefimiz, gayretimizin hasatı hiç değil. Zıpkın gibiyiz. Böyle giderse Cehennem zebanileri, bizleri kendi görevleriyle onure edecekler. Kitle iletişim araçları giderek kitle imha fitnelerine dönüşüyor. Televizyonlar ölüm haberleri saçıyor, Sınırlar arası diplomatik kini kusuyor, Sudan sebeplerle çıkacak olan kaoslara mütevazice katkıda bulunuyorlar. Bir yazının giriş bölümü bu kadar uzun olmamalı. Ancak yazdıkça yazası, saydıkça sayası geliyor insanın. Harflerden kısarak, cümlelerden eleme yaparak; fikirleri süzerek ancak bu kadar kısa tutabildim. Giriş için müsade varsa, gelişelim. Haberleri izlemek facia, Radyoya kulak vermek trajedi, Telefon ile içli dışlı olmak âfet... Facia, trajedi, âfet... Bunlar eş anlamlı kelimeler. Çünkü cümlelerin hasarları, tesirleri de eş. Benzer. Her telden ayrı bir fitne işitiliyor, ruhumuzu okşayacak olan havadisleri dört gözle bekliyoruz. Sizi bilmem ama ben sıkıldım. Gazetelerin üçüncü sayfalarından, Ana haber bültenlerinin ilk sırayı askeri başlıklar ve içeriklerinde barınan ölüm kalım meselelerine vermesinden, Haber sitelerinin manşetlerini kanla yazmasından, Yer ve zaman gözetmeksizin birilerinin ötekini mıhlamasından, Arka fonda Marilyn Manson - Resident Evil ve bunun türevleri olan gerilim müziklerinin çalmasından sıkıldım. Ülkemde bitmek bilmeyen Polat Alemdar’lar; Dünyada bitmek bilmeyen Behram’lar... Katliam ve ölüm, Ceset rekortmenleri, Silah erbabları, menfi etoburlar, bürokratik cinayetler, diplomatik zînalar... Sıkıldım. Bıktım. Hatta usandım! Bunların varlığı yetmezmiş gibi bir de işin içine fitneye taraf tutanlar giriyor. Yan tutanlar, yandaş olanlar... Kimse orta yolun inşaasına tuğla taşımıyor ve taşıyana destek olmuyor. Herkes kendi tarafını aklama derdinde. Kusura bakayın baylar, bu gidişat sizi paklamaz. Uzak durmayın bayanlar, sizlerin de ekseriyeti bu işin bir parçasıdır. Haklı olmak ya da haksız çıkmak, Taraflı olmak ve tarafsızla çatışmak, Edebi edepsizlikle ebedî husumetlere konu olmak bu devrin olmazsa olmazı. En tarafsız yorumları yapanlar bile bir yerden sonra safhına geçmiş buluyor kendisini. Dilim döndükçe örnekler saçacağım sayfaya. Alan alır, almayan kalır. Sövmek isteyenler serbest, hakarette sınır yoktur. Dileyen kendi ekseni etrafında dönüp çapını belirtebilir. Baştakiler taht meraklısı, emir sevdalısı... Hünkâr. Muhalif kesim bahtsız... Hünkâra yetiştirebilecekleri sağlam muhalefet güçleri yok. İdeolojik kesimler (öğrenciler, dernekler, eylemciler vs...) bilmekten muaf... Önceyi okumaktan aciz, sonraya uygulamaktan uzaklar. Yeri gelmişken taşı gediğine koymakta yarar var. Hacettepe Üniversitesi öğrencileri bir dönem bir pankart açtılar. Devrimci, devletçi görüşlerini ifade ettiklerini zanneden bir pankart: "Velhasıl onlar vurdu, biz büyüdük kardeşim." Bir şeylere karşı çıkabilirsiniz, âmemma. Tepki verebilirsiniz, pek tabiiki. Pankart açabilirsiniz, hayhay. Ancak böyle bir dizeyi bu maksatla kullanabilir misiniz? Asla. Dizenin sahibi hakkında, onun idolojik inançları konusunda, inançları ve peşinden koştuğu değeler üzerinde hiçbir fikir sahibi değilseniz, ideolojinizi yansıttığını düşündüğünüz dizelerini gelişigüzel kullanarak bir yere varamazsınız. Ece Ayhan’ın Cumhuriyet devrimciliğinden yana etobur olduğunu bilmiyor olamazsınız. Oldu mu şimdi? Bakın, lüzumsuzun biri kalkıp bunu malzeme yapabiliyor. Başka kesimler bunu daha bilinçli kullanır, teziniz anti teze; avantajınız dezavantaja dönüşebilir. Kendi kalenize enfes bir gol atabilirsiniz. Uzadıkça uzuyor, lafın sonu gelmiyor. Gündemden girip Hacettepe’den geçmek hesapta yoktu. Gerekiyormuş. Demeye varmaya çalıştığım; belli ki varamadığım, dilime dolanan mesajımı Cemil Meriç giriş cümlesinde söylemişti. Ek olarak şunu söylemeli: Fitnenin alıcısı olmaktan kurtulmak lazım. Duyuranları men etmek, fitneye yandaş olmaktan kaçınmak gerekir. Bu şart. Kendi içimizdeki sızıntıları hep birlikte tıkamayı bilmeliyiz. Kendi dertlerimizin ilacını, düşmanın ulaşamayacağı yerlerde muhafaza etmeliyiz. Son kullanma tarihimizi kendimiz belirliyoruz. Bunun farkında olmak için tedbirler almalıyız. Ölümden söz etmiyorum heyhat! Bitkisel hayata sokulmaktan söz ediyorum. Kendi tahlilerimize göz atıyoruz her sabah: Gazetelerde, haber bültenlerinde, medyanın türlü kollarında, ulusal ve uluslararası vizyonda... Kan kaybedebiliriz. Can çekişebiliriz. Ölür müyüz, orası muamma. Ama fitnenin ucu açıktır, sadece zalime dokunmaz. Değil mi Ya Rabb? "Öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz. Ve bilin ki, Allah’ın cezası şiddetlidir." [Enfâl, 25] Ne yapmamızı buyurursun, El-Azîm? "Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça sapıtmış olanlar size zarar vermez." [Maide, 105] Ve... "Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir." [Âli İmrân, 104] Kütüphanemize dönelim. Kendimize...
Hüseyin HAKAN
Hüseyin HAKAN
| 1k, 15 Ağustos 2017
··
55 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.