Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

TÜRKİYE’YE YÖNELİK GAZZE ELEŞTİRİLERİNE CEVAP *Cemal SULTAN *twitter.com/GamalSultan1, Mısırlı yazar, 2 Mart 2024) Son zamanlarda Türkiye’nin Gazze’ye yönelik saldırılar konusundaki tutumunu eleştiren yazılarda bir artış olduğunu gözlemledim. Bu yazıların bazıları, Türkiye’nin büyük askerî kapasiteye sahip yükselen ve güçlü bir İslâm ülkesi olarak tanımlanması itibarıyla “büyük kardeşi” eleştirdiklerinin farkındalar. Bu büyük bir haksızlık. Yalnız biraz düşünüldüğünde yazıların çoğunun birden fazla siyasi hedef doğrultusunda çalışan bölgesel fırsatçı hesaplar tarafından yönlendirildiği anlaşılmaktadır. Son dönemde ivme kazanmaya başlayan Türk-Arap yakınlaşmasına darbe vurmak ve ayrıca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dönemindeki Türkiye deneyimini itibarsızlaştırmak bu siyasi hedeflerden. Özellikle de Erdoğan’ın gerçekleştirdiği bu model, bölgedeki başarısız siyasi modeller için endişe verici hâle gelen bir formül içinde demokrasiyi, muhafazakâr kimlik ve kapsayıcı kalkınma ile harmanlamışken. Bunların yanı sıra özellikle de bugün İranlı çevrelerin, Şam, Irak, Lübnan, Yemen ve Arap Körfez’indeki uzantılarının bölgesel nüfuz hesapları bulunmaktadır. Bu çevreler Türkiye’yi, bölgedeki yayılmalarını ve hegemonyalarını engelleyen Sünni İslâm’ın öncüsü görüyorlar. Konuşulanların ekseriyeti Türkiye’nin Gazze’ye askerî müdahalede bulunmadığı veya Libya ve Azerbaycan’a gönderdiği silahları ve insansız hava araçlarını göndermediği etrafında dönüyor. İyi niyetli yaklaşırsak bunlar duygusal konuşmalardır ve bunu önerenlerin arka planlarına bakıldığında yanıltıcı açıklamalardır. Zira mevcut uluslararası hesaplara göre Türkiye ve bir başka ülke Çin ve Rusya gibi süper devlet olsa dahi bugün Gazze’ye askerî müdahalede bulunamaz. Çin veya Rusya BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul’da kınamaktan başka bir şey yapamıyor, doğrudan ABD ile koordinasyon kurmaksızın Gazze’ye bir kâğıt parçası sokamıyor. Washington, Londra ve Ankara’nın da hoşnut olmasa da üyesi olduğu NATO’nun bir sonraki gün yani 8 Ekim’deki “hiçbir müdahaleye izin vermeyeceğiz” yönündeki mesajı gayet açıktı. Bu mesajın hafifletilmiş formatı şöyleydi: “Savaşın genişlemesine izin vermeyeceğiz.” ABD Dışişleri ve Savunma bakanları bölgeye gidiş ve gelişlerinde bu mesajı tekrarladılar. Mesaj herkese ulaştı ve bugün dünyada ABD ve müttefikleriyle açık bir savaşa girebilecek tek devlet yoktur. Hatta dünyayı Filistin ve Gazze konusunda çok gürültü çıkaran İran bile Gazze için tek bir kurşun sıkmadı veya füze atmadı. Bölgesel nüfuz paylaşım masasında birer kart olarak bölgedeki kollarıyla Tel Aviv’le oynuyor ancak kesinlikle müdahale etmiyor, aksine defalarca 7 Ekim operasyonundan bilgisi olmadığını açıklayarak kendisini temize çıkardığı gibi operasyonlara katıldığıyla ilgili suçlamaları reddediyor. Türkiye Cumhurbaşkanı -ve başkaları da- yükseliş projesini bitirmek, deneyimini tamamen yok etmek ve ardından devleti parçalamak için Türkiye’yi büyük bölgesel bir savaşa girdirme amaçlı hummalı bir eğilim olduğunun farkında. Suriye’de yaşanan çatışma ve Rus savaş uçağının Türk uçakları tarafından füzelerle düşürülmesinin ardından Türkiye’yi Rusya ile savaşa girdirmeye çalıştılar. Bölge bu iki güç arasında yıkıcı bir savaşın patlak vermesine hazırlanıyordu ancak Erdoğan o sıralar alevleri kontrol altına almayı başardı. Türkiye’yi Yunanistan’la savaşa girdirmeye çalıştılar ve işler aleni tehdit noktasına gelmişti. Erdoğan bunu da kontrol altına almayı başardı. Türkiye deneyimi tarihin verdiği dersi alır ve Osmanlı Devleti’nin çöküşünün İngiltere ve Fransa’nın kendisini Rusya ile yıkıcı savaşa (1877-1878) girdirmesiyle başladığını bilir. Bu savaş devleti tamamen tüketmiş, iflas ettirmiş, çöküşüne, parçalanmasına, Bulgaristan ve tüm Balkanların elden çıkmasına yol açmıştır. Dolayısıyla bugün Gazze’de bir Türk askerî müdahalesi akıllı veya akılsız, küçük veya büyük hiçbir devletin girişemeyeceği bir intihar eylemidir. Güneyde Türkiye’yi, ABD ordusu tarafından desteklenen ve devlet kurma emelleri taşıyan ayrılıkçı Kürt milisler üzerinden bölme yönündeki projeler vardır. Doğuda tarihî Ermeni intikamı ve Türkiye topraklarında emelleri bulunmaktadır. Batıda İzmir’i ve batı sahillerini işgal etme yönünde Yunan hayalleri… Türkiye bunların çok iyi farkında, tüm Batı medyasının gizlemediği Erdoğan ve Türkiye’ye yönelik aleni nefretten kaynaklı bu hummalı komploları zekice ve kurnazca ele alıyor. Nihayetinde Türkiye, dünyadaki diğer etkili güçler gibi saldırıları durdurmak için farklı yollarla başka baskı araçları arıyor. Silah ve insansız hava aracı gönderme meselesine gelince; Gazze için Azerbaycan ve Libya’da olduğu gibi uluslararası antlaşmaların yapılacağı bir devletten bahsedemezsiniz. Gazze’de durum tamamen farklı. Ayrıca Türkiye Filistin’le silah sokmasına imkân tanıyan ortak topraklara veya coğrafik sınırlara sahip değil. Tüm dünya bebek sütü veya un torbası girdirmekten ve yok olmanın eşiğindeki aç insanları kurtarmaktan acizken silah girdirmekten bahsetmek bu şartlarda ciddiyetsiz bir fantezidir. Silah ve askerî müdahale bir yana hâlihazırda Türkiye’nin İsrail’e yönelik tutumu en sert tutumdur ve iş Ankara ile Tel Aviv arasında hakaretlere kadar vardı. Netanyahu Türkiye yönetimini aleni olarak HAMAS’ın siyasi destekçisi olmakla suçlarken Erdoğan da her fırsatta Netanyahu’yu ve hükûmet erkânını savaş suçlarından yargılanmakla tehdit ediyor, yerel ve uluslararası medya önünde Gazze’de yaşananları “soykırım savaşı”, vahşet ve uluslararası hukukun dışına çıkmak olarak tanımlıyor. Tüm uluslararası mahfillerde Türkiye Filistin’in yanında duruyor, Gazze davasını destekliyor ve İsrail’in olaylara ilişkin tezini çürütüyor. İnsani düzlemde Mısır’ın elAriş şehri yoluyla Gazze’ye gıda ve tıbbi yardımlar taşıyan kara ve deniz köprüsü, sahra hastaneleri Türkiye kurdu, hazır ambulans filosu ve sağlık ekibiyle destekledi. Diplomatik düzlemde Türk Dışişleri Bakanlığı bütün imkânlarıyla Filistin direnişini destekliyor, direniş liderleri Erdoğan ve dışişleri bakanı da dâhil resmî olarak kabul ediliyor. Oysa Mısır’da direniş liderlerini sadece istihbarat subayları kabul ediyor, devlet başkanı ve hatta dışişleri bakanı bile kabul etmiyor. Direniş liderlerinin Ankara ve İstanbul’da açıklanması uzun bir nüfuzu var, bazı aşırı laik muhalif partiler hariç Türkiye’de geniş kapsamlı bir medya ve halk desteğine sahipler. Türkiye ayrıca saldırıların başından itibaren İslâm İşbirliği Teşkilatı ve diğer örgütleri toplanmaya ve uluslararası topluma baskı yapabilecek ortak bir tutum oluşturmaya çağırdı. Çünkü tek bir devletin bunu yapması mümkün değil ancak niyetler dağınıktı, bölgede HAMAS’ın bitirilmesini ve tasfiyesinin sürmesini gizliden teşvik eden Arap ülkelerinden bahseden düşman İsrail’in yöneticilerinin aleni açıklamaları oldu. Defalarca Mısır’ın ismini verdiler. Ayrıca bazen düşmanın medyası veya ordusu gibi görünen bazı Körfez ülkeleri medyasının sert saldırgan dezenformasyonları da sır değil. İsrail şirketleriyle onlarca yıllık sözleşmeleri olan özel Türk ticaret şirketleri var. Zira Türkiye 70 yıldır İsrail’le normal ilişkilere sahip, Yunanistan, İtalya ve Kıbrıs gibi İsrail’le de ticari, siyasi ve diplomatik ilişkiler yürütüyor. Bu ilişkiler Türkiye’ye askerî yönetimin mirası ve Türk ekonomisi liberal bir ekonomi olup yüzde 90’ını özel sektör oluşturur. Devlet ve Müslüman olmayan dünya halkları Gazze’deki açları, mazlumları ve kuşatma altındakileri savunma için öfkelenip gösterilerle ayağa kalkarken tüm bu olan bitene sırtınızı dönmeniz düşünülemez, insanlığın böylesine aşağılık bir seviyeye indirgenmesi tasavvur edilemez. vergilerin ve teminatların tahsil edilmesi gibi idari ve hukuki sınırlar dışında müdahale edemez. Doğrudan millî güvenlikle ilişkili olmadıkça -silah ihracatı gibi- şirketlerin işlerine ve tercihlerine müdahale edemez. Dolayısıyla bir Türk şirketi Tel Aviv’e bir ürün gönderdiği zaman “insaflı düşünen” biri Türkiye’nin İsrail’i desteklediğini söyleyemez. Hollanda veya Japonya’daki bir şirket dendiği gibi Türkiye’deki bir şirket denilir. Yoksa “Japonya ve Hollanda İsrail’i destekliyor,” denmez. Ancak Gazze meselesinden yıllar önce bile Türk deneyimine veya cumhurbaşkanına karşı taşıdıkları acıyı kullanmak bazılarının hoşuna gidiyor. Gazze olaylarında hesaplaşma için yeni bir malzeme buldular. Siyasi veya parti kimlikleri ne olursa olsun bazı Türk şirketlerinin veya işadamlarının yaptıkları nesiller boyu silinmeyecek bir utanç lekesidir. Filistin halkına karşı tüm bu vahşice suçları işleyen oluşuma yardım etmenin gerekçesi olamaz. Arap Gazze’deki halkımızın sıkıntısıyla dayanışma içine girmemiz ahlaki ve insani bir gerekliliktir ve bizim için dinî bir farizadır. Enerjiler bu savunmasız insanlara yönelik olumlu çalışmaya, söz ve eylemle destek olmaya adanmalıdır. Bazılarının, esasında sorunla hiçbir ilişkisi olmayan arka planlarla şu veya bu ülkeyle hesaplarını görmek için çocukların kanını ticarete dökmesine izin vermemeliyiz. Gazze etrafındaki insani konsensüsü boşa harcamamalı, yan savaşların ve gerginliklerin malzemesine çevirerek, asıl sorumluluğu ve mesajı kaybederek parçalamamalıyız. (twitter.com/GamalSultan1, Mısırlı yazar, 2 Mart 2024) (Aldığım yer:Ümran Dergisi Son Sayısı)
·
379 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.