Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

83 syf.
·
Puan vermedi
Hoşgörü, dünya üzerinde yaşayan tüm toplumlar olarak kavgasız, gürültüsüz yaşayabilmemizin en temel şartıdır. Bunun için aynı dilden, aynı dinden, aynı ırktan, aynı cinsten olmamız da gerekmez. Hatta bunlar aynı olmadığı zaman hoşgörüye daha muhtaç bir hale geldiğimiz de yeryüzünde denk geldiğimiz olaylar sebebiyle su götürmez bir gerçektir. Bundan hareket ile din ile devlet arasında ne türden ve nasıl bir ilişkinin olması gerektiği sorusuna yanıt arayan John Locke, üç yüz elli yıl önce yaptığı bu girişimle, "Laiklik" ilkesi hakkında belki de sanırım yapılan çok eski konuşmalardan birisini gerçekleştirmiş olabilir. Kitabı okuduğunuz zaman mutlaka sizler de göreceksiniz ki, yazar çağının ötesinde özgürlükçü ve ileri görüşleri bizlerle buluşturmayı başarabilmiştir. *Siyasi yönetimin işlerini, din işlerinden kesinlikle ayırt etmeyi ve ikisi arasına adil sınırlar koymayı bütün her şeyin üzerinde zorunlu buluyorum." (Sayfa 31) Öncelikle onun bu fikirlerinin oluşumuna sunulan katkılar ve çevresel faktörler nelerdir, diye bir araştırma yapacak olursak, içinde bulunduğu dönemi de baz almamız kesinlikle gerekmektedir. Bundan hareketle içinde bulunduğu dönem, dinsel fanatizmin doruk noktalarında olduğu, mezhep çatışmalarının yoğun yaşandığı bir İngiltere dönemi olarak karşımıza çıkıyor. Fikirleri bu dönemden bağımsız olmamakla birlikte, dönemin siyasi ve dini ortamından bir hayli beslenmiş gibi görünüyor. Yazara göre din ve devlet işleri birbirinden kesin olarak ayrılmalıdır. Bu ayrımın yapılması, bireyin inancının hem dinsel hem de siyasal baskılardan korunmasını ve daha özgür ortamlarda yeşermesini sağlar. Dinsel inançlarımızın siyasal ve dinsel baskılardan korunması, yazarın kitap boyunca üzerinde durduğu önemli bir eşiktir. Laiklik denildiğinde daha çok din ve devlet işlerinin ayrılması olarak algılanırken yazar kitapta bunu daha çok inanç özgürlüğü bağlamında ele almıştır. Aslında kitap boyunca bunları okuduğum zaman da aklıma hep Atatürk'ün laiklik ile ilgili açıklamaları geldi. "Laiklik dinsizliktir. " diyenlere inat, Atatürk onlara şu cümleleri söylemişti: *Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. ... Dinden nemalanan bir kitle, özellikle laiklik ilkesini tahrip etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Çünkü bu grup bu ilke yüzünden devleti yeterince ele geçiremedikleri için bu ilkenin toplumsal yaşamdan çıkarılması için var güçleri ile çalışıyorlar. Bunlardan hareketle laiklik ilkesine düşman kesilip şeriat çığırtkanlığı yapmak hem dinsel hem de siyasi otorite ile birlikte insanları baskı altına almaktan öteye gitmeyecektir.Siyasi yönetim erkinin zoruyla insanları İslami usüllere göre yaşamaya zorlamak onların ruhlarını kesinlikle hidayete erdirmeyecektir. Bu cezalar kesinlikle onların aklını ikna etmeyecek, sadece korku yoluyla onları baskı altına almaktan ve itaat ettirmekten başka bir işe yaramayacaktır. İnsanoğlu belirli bir inanç sistemini zorla benimsemeye kesinlikle müsait değildir. Çünkü inanç dediğimiz şey aklın, daha çok da kalbin onayına bağlı olan bir şeydir. Dolayısıyla siyasi iktidarlar aracılığı ile bir inanç alanı oluşturmak ya da yok etmek doğru değildir. İnanç alanı dediğimiz şey, kesinlikle siyasi iktidarın erişim alanı dışında olan bir şeydir. Böyle dahi olmasa, ülkeyi dini rejimin yönetim etkisi altına bıraktığımız zaman, buna daha önce de değinmiştim,bu kuralları uygulamaya sokacak olanlar da yine insanlar değil mi? O kadar suistimale açık olan bir toplumda bunun suistimal edilmeyeceğinin garantisini bizlere kim verecek? Hiç kimse. O sebeple devletin görevi, kişi hak ve hürriyetlerini güvence altına almak, malına, canına sahip çıkmak demektir. Devletin görevi misyonerlik değildir. Devlet kendi eliyle Atatürk zamanında kurmuş olduğu Diyanet ile birlikte, zaten yeteri kadar din eğitimini vermektedir. İsteyen zaten temel eğitimini çocuğuna evinde de verebilmektedir. Fakat bunu hayatın her safhasına yaymak demek, dini siyasi iktidarın tahakkümüne bırakmak ve onların keyfi uygulamalarına boyun eğmek demektir. Siyasal iktidar dediğimiz hükümete bu yetkileri tam anlamıyla yüklediğimiz vakit, bu iktidar kendi yetki alanını aşarak, vatandaşlarının dinsel inançlarına ve yaşantılarına müdahale etmeye teşebbüs ettiği ve ibadetlerini yapmaya zorladığı vakit, toplumsal huzur ve barış denen şeyin yerini kesinlikle toplumsal homurtular ve kargaşadan başka bir şey almayacaktır. İyi bir ülke yönetimi ve kamu yararının amaçlanması devletin temel görevi olmalıdır. Devlet bireylere tek tek bu dediğimiz çağrıları yapsa bile, birey iktidarın değil, kendi vicdanının sesine uymakla mükelleftir. Bir kimsenin, bir diğer kişiye, başka bir cemaatten ya da dindendir diye, sivil çıkarları konusunda zarar vermeye hiçbir hakkı yoktur. Bütün bu hakların ve ayrıcalıkların bozulmaz bir şekilde koruma altına alınması önce devletin sonra tek tek hepimizin elinde olmalıdır. İyi bir vatandaş, iyi birer insan olmak yaşam felsefemiz olmalıdır. İnanç Hürriyeti baskı ve zorbalıkla güvence altına alınamaz, aksine herkes düşüncelerinde özgür bırakıldığı vakit bu özgürlük gerçek anlamında vücut bulacaktır. Sözümü toparlayacak olursam şunları söylemek isterim ki, hiç kimse, ne tek tek kişiler, ne camiler, ne devletler, din vesilesiyle birbirlerinin dünyevi mallarına ve sivil haklarına tecavüz etme yetkisine sahip değildir.Keyifli okumalar dilerim.
Hoşgörü Üstüne Bir Mektup
Hoşgörü Üstüne Bir MektupJohn Locke · Liberte Yayınları · 2012394 okunma
··
1 artı 1'leme
·
997 görüntüleme
UFUK okurunun profil resmi
🙋‍♂️🌺🌺
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.