Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Ansızın bir tıkırtı takılıyor kulaklarıma. Hülyaların bulandırdığı zihnimin gerçeklerinden, hayatın tekdüzeleşen kabullerine sığınmaya çabalıyorum bir süre bakışlarımla. Hafifçe doğruluyor, hemen sonra üstümdeki halsizlikten olacak yavaşça, birkaç adım karşımda bulunan duvarın zamanla kabarmış ve dökülmüş boyalarının üzerindeki büyükçe siyah bir lekeyi andıran saatime bakıyorum. Tıkırtının kaynağını daha fazla meraka gerek bırakmayan bir tavır takınıyor kulaklarım ve yorgun bakışlarım ardından tekrar yakalıyor bu tiz , ağır aksak narin seslenişleri. Bir halsizlik ve yorgunluk hissi sarıyor tüm bedenimi ama elle tutulur gözle görülür bir sebepten değil büsbütün en anlaşılmaz, en kavranmaya muhtaç düşüncelerden alıyor temelini. Vücudumu ve saatlerimi paylaştığım, zaman içerisinde beni kendisine bir nevi mahkum adleden yatağımdan kalkıyorum; irademin son kırıntılarını solurken. Hafif ve alışıldık bir sendeleme getiriyor beraberinde bu ani kalkış. Birçok şeyi kabullendiğim bir uysallık üzerimde bu hali de kabulleniyorum tıpkı aylardır süregeldiği gibi… Hastalıklar, hastaneler, teşhisler ve ilaçlar… Hayır diyorum, bir hayat sahnesinde daha bu oyunu tekrar ve tekrar yoğun bir acı duyarken göğsümde oynayamam… Hayır diyorum. Bir başkaldırı yükseliyor içimde benden bana karşı… Çok sürmüyor ama. Reddediyorum. Kabulleniş ve yok sayış silsilesine eklediğim halkalardan birini daha geçirip boynuma, hafif kamburlaştırdığım sırtımla banyoya doğru ilerliyorum. Her bir adımımda gün doğmadan hemen öncesinde duyulan soğukluğu daha çok hissediyorum, daha çok çarpıyor kızgın demirini kollarıma ve bacaklarıma. Ağırlık bağlanmış da güçlükle kaldırıyormuşum gibi duran kollarımla ışığın mekanik kibritini arıyorum. Birkaç sarsak deneme sonrası anahtarı buluyorum. Gecenin yekbütün karanlığında; söndürülmüş olmanın kızgınlığı ve yeniden hayat bulmanın heyecanıyla tutuşup etrafını dalga dalga aydınlatan bir avuçtan irice kandilime bakıyorum. Neden sonra bir an saatin kaç olduğuna bakmadığım geliyor aklıma. Geri dönülemeyecek kadar uzak geliyor şimdi topu topu birkaç arşın adımladığım yollar. Sebepsiz bir iç çekiş, anlamsız bir göz yaşı, hatıra gömülen hatıralar… Biraz soğuk su çarpıyorum yüzüme, iyi geliyor sanıyorum ardından bir daha bir daha bir daha… Durmam gerektiğini biliyor ve sonu gelmez bir örüntü halini alan obsesyonu kaldırıp bi’ kenara atıyorum, kurularken havluyla ellerimi ve yüzümü. Apar topar bir gözyaşı daha yuvarlanıyor şişkin gözlerim ve haftalar öncesi çökmüş yanaklarımdan. Sevinçli bir an, tebessüm misali bir yüz arıyor zihnim kendini kandırmak telaşı bir yükken dudaklarımda. Çarpık bir gülümsemeden fazlasını veremiyorum ona, tıpkı beklemediğim gibi ondan da fazlasını. Hiç konuşmadığım halde biraz daha susuyorum. Susuyor ve sessizlikte saklı senfoniyi daha yakından duyamamak adına evimin en sevilen köşesine, balkona çıkıyorum. İyiden iyiye ürpermiş tenim soğuğa alışmış haldeyken, bir yanı diğer yanından daha aşağıda kolları çuvallaşmış, yer yer iplikleri sökülmüş ve yıpranmış hırkamı üst üste çekiştirerek göğsümde birleştiriyorum. Kenarları hasırı anımsatan koltuğun yumuşak minderine iki seferde kıyafetimi kurtarmak adına oturup kalkıp sonra tekrar oturarak yerleşiyorum. Henüz sokak lambaları sönmek üzere olan yıldızlara göz kırpmaya başlamamışken biraz uzaktaki yıldızların salkım saçak saçlarına dolanıyor gece yüklü bakışlarım. Her geçen dakika biraz daha geceyi çağrıyor ve ben biraz daha gece oluyorum. Sesin yalnız bir bahane olduğunu biliyorum, beni uyutmayan unutulamamış bir başka şey var, bir başka çığlık fakat nereden yükseliyor işte onu bilmiyorum. Migren, geçmeyen bir baş ağrısı ya da yalnız ağır bir zonklamadan ibaret olmadığı gibi düşüncelerimin, bu çığlığın da bir tek kaynaktan beslenmeyecek kadar derin ve sarsıcı olduğuna karar kılıyorum. Geceyi yırtan bir karga sesi dağıtıyor kanatlarıyla zihnimin sislerini… Sesleri, nefesleri, bakışları ve görüşleri düşlüyorum henüz hayata uyanamamış günün bu ölü vakti. Açık bir ifadeye muhtaç ne çok düşünceyi gizlediğimi fark ediyorum tıpkı diğerleri gibi. Anlam çıkarmaya didindiğim tüm o saatleri ve geçirilmekten çok kaçırılmış birkaç sayfadan ibaret ömrümü okuyorum şimdi. Neden bu kadar çok insanlardan kaçındığım sorusu yankılanıyor içimde, son zamanlarda adını sanını unuttuğum birinin sesiyle maskelenmiş vaziyette. İçimden içime bir diğer ses bir diğer ben, sesleniyor şimdi avazı çıktığı kadar. Kesik kesik fakat hırçın ve galeyana gelmiş duyguları açıkça okunuyorken sessiz sesli tüm harflerinin kombinasyonundan…. Yoruldum, sıkıldım artık diyor. Kaçırmamaya çalışmaktan bana sunulan yahut benden gizlenen her bir anlamı okumaktan, bunaldım. Dudakları okumaya çırpınmaktan, gözlerin ardında saklananların gizine çabalamaktan her bir jest ve mimikten… Sözün sonuna varamıyorken nidaları, tuzlu bir ıslaklığı kokluyor bakışları. Ufak bir an bakışıyoruz. Sessizliğin keskin akşamları. Susuyoruz. Biraz içime bakıyorum, biraz dışarı… Git gide aydınlanan karanlığın tek bir öbek halini almasını seyrediyorum. Ruhumun dinginliğine dayanan göz kapaklarımın mahmur kıpırdanışları ve ısınmaya başlayan günün şefkat ışıklarıyla beraber kendimi uykunun arafına bırakıyorum. Tıpkı gece gibi tenime değmekte olan her bir aydınlıkla biraz daha kendime çekiliyorum. Ta ki bir garip öbek olana kadar. Sonra mı? Sonrasını hatırlamıyorum…
·
141 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.