Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Güngörmez
"Hiç sevmem kışları" derdi. Neymiş üşürmüş de kalın giymek zorunda kalırmış. "Hahh" dedim içimden. "Yazın da, kışın da mahallenin en pejmürdesi sensin..." Bunları o zamanlarda çok yakın olup da sevemediğim, şimdilerdeyse rahmetli olan canım arkadaşıma söylerken yıl 1995 aralığın 17'siydi. Şimdiyse 2006 yazının en sıcak ayının 17'sindeyim. Saat sabahın 11'i. Onsuz 8 yıl geçmişti. O zamanlarda 30'larında mahallenin pek de sevilmeyen, bekar kızıydı lale. "Niye sevilmiyordu" diye soracak olursanız da şöyle derim size... Lale varlıklı ama varyemez bir kızdı. Öyle ki babasından yüklü servet kalmıştı, güzel bir işte müdür olarak çalışırdı da beş kuruş harcamazdı. "Ne yapıyorsun bu kadar parayla, eve havuz yaptırıp içine su yerine para doldurup mu yüzüyorsun" diye bir keresinde sormuştum merakla. "Evim 1+1 neresine yaptırayım Sevdacığım" demişti buruk bir gülümsemeyle... Bense şu an onun evindeyim, "evi de kendisi gibi gerçekten pejmürdeymiş" dedim yine içimden gülerek mutfaktan minik balkona geçerken. Sahi bu kızın benden başka kimsesi de yoktu. Ölmeden önce de bana birkaç evrak, evinin anahtarını ve upuzun her anını yazdığı bir günlüğünü bırakmıştı. Bense nankörlük edip evlilik, iş, çoluk çocuk, şehir değişimi derken Lale'yi bu 8 koca yılda unutup gitmiştim. Şimdilerdeyse doktor eşimin tayini memleketime çıktığı için geri dönmüştüm. Lale'nin babasından kalma bu müstakil evde gezerken yerdeki tahtalar bile çatırdıyordu. Dolapları açtıkça içlerinin boş olduğunu görmüştüm. Zira Lale'nin bana kalırsa 3 kıyafetten fazla başka kıyafeti de yoktu. Olsaydı da onları da satıp saklar, yemezdi herhalde. Ev zaten iki odadan oluştuğu için çok fazla bakacak şeyde yoktu. Bir koltuk vardı ve lale orada yatıp kalkardı. Buzdolabı bile yoktu. İş yerinde yerdi sadece. Bende onun o hem yatak, hem de oturduğu o koltuğa oturdum. Yılların geçmesiyle mi yoksa gerçekten kötü ve eski olmasından mı kaynaklı bilmiyorum ama koltuğun yayları batıyordu. Yine içimden "cimri lale, var da yemedin. Öbür tarafta yersin" deyip bir kahkaha patlattım. Ev çok havasızdı. Zaten iki camı vardı, onları da açmıştım. Önüme de Lale'nin asırlık günlüğünü, evrakları alarak ve okumaya başladım. "9 ekim 1979 - 9 ekim 1961 bugün ben doğmuşum. Elbette o gün henüz parmaklarım kalem tutamadığı için bunu şu an 18. Yaş günümde canım babamın bana aldığı günlüğe yazıyorum. Ailemi çok seviyorum. Çevremiz ve akrabalarımız çok kalabalık olduğu için herkes doğum günüme çok şatafatlı giyinerek gelmiş. Bense özel dikim tuvaletim ile boy gösterirken genç ve yakışıklı erkekler benden gözlerini alamıyordu. Sanki bir orta çağ filmindeki kraliyet balosunun prensesi gibi hissediyordum. O kadar çok hediye geldi ki annem bazılarını paylaşmam gerektiğini söylese de ben paylaşmaktan nefret ettiğim için hepsini odama ve alt kattaki depoma götürmelerini emretmiştim. Çünkü hepsi benim için gelmişti, başkaları için değil." Bu sefer sesli olarak bir daha kahkaha patlatmıştım. Günlüğün çoğu sayfası sinirle koparılmış gibi kopuktu. Lakin bu kopuk sayfalardan bir önceki sayfalarda ise üstleri üstün körü karalanmış erkek isimleri vardı. "kaç can yaktın acaba lale hanım" diyordum keyifle gülüşüme devam ederek... "7 şubat 1981 - ailem trafik kazasında öleli 15 gün geçti. Onlar öldükten sonra ailenin tek çocuğu olarak tüm servet bana kaldı. Böylelikle daha lüks ve şatafatlı kıyafetler giyme arzum daha da arttı. Çünkü annem buna çoğunlukla kızar 'yüzlercesi varken yenisine ne gerek var' derdi. Ona inat bugün gidip bir o kadar daha çok eşya ve kıyafet aldım." "23 mart 1983 - yeni bir işe girdim. Sırf yakışıklı ve zengin bir erkekle tanışıp daha lüks şeyler alabilmek için. "10 mayıs 1983 - yetim bir çocukla tanıştım. Ne güzel kaynana ve kayınbaba dırdırı çekmeyeceğim. Kocamı öldürüp parasını kendime aktaracağım. Çok mutluyum..." Dehşet ve korku içindeydim. "bizim iyilik meleği lale nasıl olurda bu kadar acımasız ve israf sever bir kızmış böyle" diyordum sürekli... "13 mayıs 1984 - kocamın kanser olduğunu öğrendim. İyi ki çocuk yapma fikrini ertelemiştim. Ben onu öldürmeden o ölecek... Çok daha mutluyum. Konuştuğum onur ismindeki adam ise evli çıktı. Acilen onu karısından boşandırıp ben onunla evlenmeli ve daha çok servete konmalıyım." Birden içim ürperdi. Kalkıp gitmek ve her şeyi polislere anlatmak istiyordum. Lakin lale çoktan ölmüştü. Ama onun tek eşi vardı. O da kanserden ölen Murat'tı. Bunu herkes bilirdi. Zengin onur da kimdi? "21 ocak 1986 - birkaç yılda torpille işimde çok üst kademelere geldim. Öyle ki müdür yardımcısı oldum. Ama hala çalıştığım işte ne yaptığıma dair en ufak bir bilgim bile yok. Kendi yerime başka bir kızı üç kuruş paraya çalıştırırken, bense her gün farklı bir yerde alem çatıyorum. Murat kanserden öleli bir yıl oldu. Kafam daha rahat. En azından karışanım yok. Onur'u bırakıp Sedat'a yöneldim. O daha varlıklı." "11 nisan 1986 - Sedat bana iki gün önce gece yarısı evime sarhoş bir şekilde gelip bana tecavüz etmişti. Ama öncesinde fakir bir adam olduğunu ve benimle param olduğu için birlikte olduğunu söylemişti. Bu yüzden bana o çulsuz elleriyle dokunmasına izin vermediğim için tecavüz etti. Bense sabaha kadar ağlayarak şehirden uzakta olan evimden yalınayak çıkıp sabaha kadar kilometrelerce yürümüştüm. Tek amacım kendimi bir ağaca asıp öldürmekti." Okudukça kahroluyor ve iyice irkiliyordum bu yazılanlar karşısında ama yazı ertesi günden devam ediyor ve ben merak içerisindeydim. Lale'nin başına gelenleri öğrenmek zorundaydım. Günlüğü okumaya devam ettim. "12 nisan 1986 - yolun kenarında yürümeye devam ederken açlıktan ve yorgunluktan yere düştüğümü hatırlıyorum. Gözlerimi açtığımdaysa kanlı abiyem gitmiş üzerimde kar beyazı tertemiz bir elbise ve yanımda bana bakan beş ayrı gülen, meraklı gözler vardı. Önce şaşkına döndüm ama hepsi benim iyi olup olmadığımı merak ediyordu. İçeriden bir kadın güler yüzlü sesiyle içeri geldi ve başımdaki bezi değiştirerek bana bir tas çorba yedirdi. Sanırım hayatımda yediğim en güzel çorba buydu. Kadın bana ne olduğunu anlamıştı. Lakin çocuklar bunu bilmiyor ve yaşları beş - onu bulmayan bu çocuklar uzun kızıl saçlarım ile oynayıp örüyorlardı. Hiç bu yaşıma kadar bu denli huzur bulduğumu ve sıcaklık hissettiğimi hatırlamıyordum." "14 kasım 1986 - yetim olan Elif'i sabah saatlerinde bir duvarın dibinde yalınayak, üstü incecik gördüm. Koşarak yanına gittiğimdeyse öleli çok olmadığını fark etmiştim. 'Yaşı 7 olan bir çocuğun bu saatte dışarıda ne işi vardı. Neden çocuklar ölüyordu' ölüyordu diye düşünüyorum hala bu satırları buraya yazarken. Bu saatten sonra artık çocukları öldüren kışları sevmiyorum!" "2 nisan 1987 - babamdan bana kalan halen de yaşadığım, ormanın içindeki ıssız lüks şato görünümlü evimi yetimhane yapmıştık birlikte beni o gün o kötü halde bulan Nejla ile. Artık Nejla'dan ve çocuklardan başka arkadaşım yok. Çünkü akrabalarım ve çevrem bana Sedat'ın tecavüz ettiğini öğrenmiş, yetim çocuklarla da ilgilendiğim için delirdiğimi düşündükleri için beni yok sayıyorlardı. Umurumda değil! Burada 53 tane yetim çocuk var. Tüm eşyalarımı ve servetimi onlara bağışladım. Bazen neden çocuk yapmadım diye hayıflanıyordum. Oysa şimdi 53 tane her yaştan çocuğum olmuştu. Bu dünyanın en büyük servetiydi benim için. Geç de olsa anlamıştım. Artık Elif'ler soğuktan ölmeyecek, hepsinin sıcacık bir yuvası olacaktı. Bu mutluluğu asla tarif bile edemezdim." "19 aralık 1991 - babamın bana kalan serveti de iyice suyunu çekti. Sağ olsun çeşitli vakıflar yetimhanemize yardım yapıyordu. Ben ve Nejla Hanım da çocuklara hem annelik hem de öğretmenlik yapıyorduk. Hepsi birbirinden tatlı 38 çocuğumuz kaldı. Pek çoğunu yeni ailelere verdik, bir o kadarını da yetimhanemize sokaklardan alıp kattık. Her çocuk yeni bir aileye giderken onların adına hem hüzünlü hem de mutluyduk. Ayrıca yeni bir işe direkt müdür olarak başladım. Hayatım çok daha düzene giriyor. Çocuklar burada çok mutlu, bense çok daha mutluyum." Satırlar okudukça su gibi akıyordu. Nasıl olur da bir olay bir kişinin hayatını 180 derece değiştirebilirdi. Okurken saat akşamın 4'üne gelmişti. Aç mıyım, susuz muyum onu bile kestiremiyordum. Eşimin nöbeti vardı ve çocuklarımı da annemin yanına bırakırken "bir arkadaşımda kalacağım bugün" demiştim. Oysa aklımda Lale'nin bu küçük iki odalı evini temizledikten sonra satıp parasını da ailecek yeme fikri vardı. Lakin günlükteki satırlar benim bu fikrimi değiştiriyor gibiydi. Okumaya devam ettim. Çünkü merakım daha da alevlenmişti. "1 haziran 1994 - sanırım zamanında ilk ve tek eşim Murat'la kanser olduğundan dolayı çok dalga geçtiğim için şimdilerde birkaç aydır ben kanserle savaşıyorum. Neredeyse 3 aydır yetimhaneye gitmiyorum. Zira çocuklarımın birisine bile enerjimi verecek gücüm yok. Doktor çok az ömrümün kaldığını söyleyince bende bu yıkık, virana eve geçtim. İki odası bir koltuğu var ama bana fazlasıyla yetiyor. Elimdeki birkaç eşyayı da sattım. İki parça üstüm var. Yetimhaneyi ise Nejla yanına bir kadın daha alarak yönetmeye devam ediyor. İyi ki Nejla beni o gün o yol kenarında bulmuş da iyi ki benim yaverim olmuş. O hayatımda gördüğüm en mükemmel ve şefkatli insan. Bu yüzden öldükten sonra gözüm arkada kalmayacak. Ayrıca yıllar sonra Nejla ve çocuklardan sonra sevda isminde bir kadınla tanıştım. Sağ olsun yan komşum bana haftanın bazı günleri yemek getirir, halimi hatırımı sorar, eski yaşantımı kurcaladıkça bir şeyler anlatır geçiştirirdim. Bana 'varyemez' derdi. Aslında doğru da derdi. Vardı ama ben yemedim. Ahhh gönlü güzel Sevda'm. Bilmez ki beş kuruşum kalmadı. İşimi de hastalığım sebebiyle çoktan bıraktım. Herhalde benim eskilerimi kurcaladığı için halen varlıklı olup yemediğimi sanıyor. O halde bu evimi ona bırakayım. Ben öldükten sonra günlüğümü ve evin tapusunu da..." (1995 aralığın 17'sinde yetim olan lale bayraklı akciğer kanserinden vefat etmiş ve cenazesine okuttuğu, büyüttüğü ve evlendirip, iş sahibi yaptığı yüzlerce yetim katılmıştı... Sevda hariç.) Bu satır günlüğün yüzlerce sayfasının son satırıydı. Yere çöktüm kucağımda Lale'min günlüğüyle hıçkıra hıçkıra ağladım. Belki de saatlerce. Ben onunla kimse konuşmazken sırf parasını tırtıklamak için konuşurdum. Oysa o yüzlerce yetimi çalışıp, didinip, kendi parasını hiçe sayıp onlara yedirmişti. "Ahhh Lale'm. Ben bunları hiç bilmiyordum. Bir kere bile seni şu 8 yılda ne aradım sordum, cenazen bile varken bana şu zamana kadar beş kuruş bile vermedin diye sana kinlenip gelmemiştim. Eşimin tayini çıkmasa bile ne evine gelir, ne de bu günlüğü okurdum" diye kendimi yiyip bitirmeye başlamışken saatler daha hızlı geçiyordu. Dışarıdan içeriye doğru gelen adımları duyunca irkildim. Karşımda adının Nejla olduğunu belirten yaşlı bir kadın vardı. Gözyaşlarımı silip hiçbir şey demeden elimden tutup beni güneş doğarken ormanın içindeki yetimhaneye götürdü. Yetimhane eskiydi ama çocukların neşesi orayı adeta aydınlatıyordu. Kuş seslerinden çok çocukların neşe ve kahkahası duyuluyordu ormanda. Utandım kendimden. O an yerin dibine girmek istedim. Sonra çocuklar etrafımızı sarmışlardı. Daha çok utandım. Nejla hanım dilsiz ve sağırdı. Lale bu durumdan bir satır bile günlüğünde bahsetmemişti. "nasıl olur da sağır ve dilsiz bir kadın onca çocuğa bakabilir" diye içimden geçirirken çocukların da işaret dili bildiğini ve Nejla hanımla o yolla anlaştıklarını bu kör olası gözlerimle görmüştüm... Şimdilerdeyse Lale'nin ölümünden 11 koca yıl geçti. Eski iki odalı evini hayırseverler ile yıkıp kocaman bir yetimhane daha yaptık. Bu süre zarfında Nejla Hanım da bu dünyadan göçtü. Onun cenazesineyse binlercesi katıldı. Kimse konuşmuyor hatta ağlamıyordu, sadece gülümsüyordu... Çünkü bu onun vasiyetiydi. Arkasında bıraktığı binlerde buna uymuştu... Ve bizde iki dünyalık yakın arkadaşı yan yana defnettik. Bana gelecek olursak eğer yeni yetimhanenin tapusu bende. Ama asla satmaya niyetim yok. Çünkü artık benim de iki çocuğum değil, artık yüzlerce çocuğum var. Eşim ise devlet tarafından bu iki yetimhanenin doktorluğunu yapıyor. Bense zamanından kalma diplomam ile eski öğretmenlik mesleğime devam ediyorum. Ayrıca Nejla hanımın geleneğini de devam ettirip çocuklara işaret dilini öğretiyorum. Ve neredeyse her gün Lale'min ve Nejla hanımın yanına gidip olan biteni sanki sohbet ediyormuş gibi hem konuşarak hem de işaret diliyle anlatıyorum… Yazan: ZehrAktaŞ (ben)
·
223 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.