Her duygunun istilası altında, o yılın hiç gelmeyen yazının en soğuk gününde, başkentteki evimin avlusunda, elimde henüz gelmiş bir telgrafla düşüncelere dalmış dururken, çocukluğumdan onlarca hatıra kalbimden koşarcasına çıkıp her biri sırayla aklımı esir alıyor, mutlu bir anını artık hatırlamama rağmen her seferinde annemin ya da babamın ya da her ikisinin birden bana şefkat gösterdiği bir sahne ile biterek beni daha önce tanışık olmadığım hüzünlere sevk ediyor ve kendilerine onları affettiğimi henüz söyleyemediğim annem ile babamın öldüğünü yazan telgrafı bana tekrar tekrar okutuyordu.