Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hiçbir Avrupa gazetesi, Ermenileri imha etmek isteyen aynı Jön Türklerin Yukarı Ermenistan’da yaşamakta olan Kürtleri evlerinden ve yurtlarından sürdüklerini haber yapmadı. Ermeniler gibi Kürtler de Rusların yanında saf tutacak güvenilmez unsurlar olmakla itham ediliyordu. Kürtlerin Çapakçur, Antep ve Muş bölgeleri ile Erzurum ve Bitlis vilayetlerinden tehciri 1916 kışında gerçekleştirildi. Yaklaşık 300.000 Kürt güneye doğru yollara düşmek zorunda kaldı. İlk önce Yukarı Mezopotamya’ya, ağırlıklı olarak da Urfa bölgesine yerleştirildiler, ama Antep ve Maraş’tan batıya doğru yerleştirilenler de oldu. Sonra, 1917 yazında Kürtlerin Konya Ovası’na nakli başladı. […] İşin en korkunç tarafı, sürgünlerin kış ortasında yapılmasıydı. Sürülenler akşam vakti bir Türk köyüne vardıklarında, köylüler korkuya kapılıyor ve evlerinin kapılarını kapıyordu. Sonuçta, zavallı Kürtler yağmurda ve karda dışarıda kalmak zorunda kaldılar. Ertesi sabah, köylülerin donarak ölenler için toplu mezarlar kazmaları gerekti. Hayatta kalıp da sonunda Mezopotamya’ya ulaşan Kürtlerin çilesinin dolmasına daha çok vardı […] 1917/18 kışı yeni zorluklar getirdi. Hasat iyi olduğu halde, sürgün edilen Kürtlerin neredeyse tamamı korkunç bir kıtlığa kurban gitti. Kürtlerin Jön Türkler tarafından tehcirinin ve zorla asimilasyonunun soykırım olarak mı yoksa etnik kırım olarak mı nitelenmesi gerektiği sorusunu tartışmak, en azından bir tarihçinin perspektifinden yersizdir, zira bu hukuki ve siyasi konuya getirilecek bir açıklık, kişinin başvurduğu soykırım tanımına göre değişir. Bununla birlikte, Jön Türk liderlerinin Kürtleri ata topraklarından sürerek ve küçük gruplar halinde dağıtarak Kürt kimliğini ortadan kaldırmayı amaçladıklarını teslim etmek önemlidir. Jön Türkler bu planı Birinci Dünya Savaşı sırasında kısmen uyguladılar: 700.000 kadar Kürt zorla topraklarından uzaklaştırıldı; yerinden edilenlerin de yarısı telef oldu. Bu önemli ama sıklıkla ihmal edilen gerçek, azınlıkların Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki korkunç akıbetini kavrayışımızı etkiler. İster Ermeni, Süryani ya da Rumlar gibi Hıristiyan olsun, ister Kürtler gibi Müslüman, bu gruplardan hiçbirinin yazgısının diğerlerinden ayrı ele alınamayacağını düşündürür. Bu da karşımıza bellek politikalarıyla yakından ilişkili bir tarihyazım problemi çıkarmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışı ve Ermeni soykırımına ilişkin değerlendirme ve incelemelerde, Kürtler neredeyse her zaman kana susamış ve gaddar caniler olarak resmedilir. Jön Türk liderlerinin sistemli ve şiddete dayalı Türkleştirme politikasının ilk önce Rumları hedef aldığını vurgularken haklıydı. Daha Birinci Dünya Savaşı patlak vermeden, 100.000’i aşkın Osmanlı Rum’u, Girit ve Balkanlardan gaddarca sürülmüş olan Müslüman muhacirlere yaşam alanı açmak üzere Ege ve Trakya’dan kovuldu.[23] Savaş sırasında sözüm ona stratejik nedenlerle yüz binlerce Rum kıyı bölgesinden iç kesimlere tehcir edildi. Nihayet, Jön Türklerin Rumlara karşı yürüttüğü harekât Mustafa Kemal’in Osmanlı Rumlarını ülkeden çıkarmasıyla devam etti. Bu tür nüfus mühendisliği politikaları 20. yüzyılda azınlık meselelerinin çözümü için etkili bir model haline geldi. Süryani katliamları çoğunlukla, Diyarbekir valisi Mehmed Reşid gibi yerel hükümet ve parti sorumlularının girişimlerinin sonucuydu. Alman konsolosları, Reşid’in yaptıklarını öğrendiklerinde İstanbul ve Berlin’deki üstlerini bilgilendirdiler. Büyükelçi Hohenlohe-Langenburg Alman şansölyesine şöyle bildiriyordu: “Bu ayın başından beri, Diyarbekir valisi Reşid Bey ırk ve mezhep ayrımı gözetmeksizin kendi vilayetindeki Hıristiyan nüfusu sistemli bir şekilde yok etmeye başladı.” Alman ve ABD diplomatlarının yazışmaları ve misyoner raporları Süryanilere yönelik kitlesel katliamın boyutlarını belgeler. Gene de, Süryanilerin çektikleri acılar uluslararası düzeyde büyük ölçüde unutulmuş ve soykırım olarak tanınmamıştır; bu ise kurbanların torunlarını derinden yaralamaktadır.[ Jön Türk triumvirasından Cemal Paşa, ilk başta Filistin Yahudi nüfusunun büyük çoğunluğunu tehcir etmeyi planlamış, ama Almanya ve ABD’nin diplomatik müdahaleleri onu bu düşünceden vazgeçmek zorunda bırakmıştı. Zaho’lu (Irak’ın kuzeyinde) Yahudiler, Havran’lı (bugünkü Suriye’nin güneybatı bölgesi) Dürziler ve Mezopotamya’daki İranlı Şiiler gibi başka gruplar da zorla yer değiştirmelere ve aralıklarla katliamlara maruz kalmışlardı. Jön Türklerin amacı en genelinde, Osmanlı İmparatorluğu’nu demografik bakımdan yeniden örgütlemekti. Tüm sürgünler Osmanlı Dahiliye Nezareti’ne bağlı İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumisi tarafından planlandı ve bu dairenin nezareti altında gerçekleştirildi. Yani, Ermeni, Rum, Süryani ve diğer azınlık gruplarına yönelik katliamları ve bunların ülkeden kovulması işini koordine edenler, esas olarak, görece küçük bir grup mülki idareciydi. Bu nedenle, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sırasında tek bir kurban grubunun diğerlerinden soyutlanarak incelenmesi ve öne çıkarılması, Jön Türklerin güttükleri amaçların ya da büyük planlarının gerçekten anlaşılmasına imkân vermez. Bellek politikaları kapsamında, farklı kurban gruplarının başlarına gelenler hâlâ esas olarak bu grupların kendi ulusal tarihleri bağlamında ele alınmaktadır. Ermeni, Süryani, Rum ve Kürt ulusal tarihlerinin ağırlıklı olarak kendi gruplarının akıbetiyle ilgili olması nedeniyle de, geniş bağlam büyük ölçüde ihmal edilmekte, yani, Jön Türklerin önderlik ettiği farklı katliam harekâtları arasındaki iç bağlantılar ve ilişkiler karanlıkta kalmaktadır. Dahası, sözgelimi çoğu Kürt Rumların, çoğu Rum da Kürtlerin ulusal tarihini incelemediğinden, belli gruplara yoğunlaşmanın kazandırdığı sezgiler daha kapsamlı bir tarihçilik için kullanılamadan heder olmaktadır. Journal of Genocide Research, Mart 2008, 10 (1), s. 7-14
·
69 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.