Çalışmadan geçinenler
Bizden değildir.
Hacı Bektaş Veli (k.s)
Çalış, kazan, ye yedir,
bir gönül ele getir,
Yüz Kabe'den yeğrektir,
bir gönül ziyareti.
Yunus Emre (k.s)
İnsanoğlunun göçebe yaşamında zirvede olan paylaşma geleneği yerleşik hayata geçişiyle yavaş yavaş varlığını yitirmiş ve yerini sahiplenme duygusu almıştır.
Bu duygularla benliği bezenmiş kişiler için dünya yurdu, zevk ve sefa metaı olarak görülür olmuştur.
Böyle düşünenlerin yüceltip kutsadığı, adeta esiri olup peşinden koştuğu üç dünyevî değer vardır:
İktidar olma hırsı
para hırsı
Ve şehvet.
Bu üç maddî ve dünyevî değer eğer kontrol altına alınmazsa, olumlu yönde kanalize edilmezse hem ferdî, hem de toplumsal anlamda insanlık için felaket olur. Oysaki bizim kastettiğimiz çalışmak, ahlâkî değerlerden yoksun, dünyevî zevklerin amacı için değildir.
Bakınız büyük önder Atatürk bu konuda neler söylüyor:
"Çalışmak’sızın fikri gelişme ve ahlaki olgunlaşma da mümkün değildir. Tembellik, bütün kötülüklerin anasıdır.!"
"Çalışmak demek boşuna yorulmak terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan azamî derecede istifade etmek zorunludur."
"Kendiniz için değil, bağlı bulunduğunuz ulus için elbirliği ile çalışınız. Çalışmaların en yükseği budur."
"Yaşamak demek çalışmak demektir."
TÜRK, ÖĞÜN, ÇALIŞ, GÜVEN..!
Bu gün, toplumsal, ekonomik eşitsizlik, adaletsizlik, haksızlık gibi hastalıklar için çeşitli ideolojilerin mensupları tarafından çare aranmaktadır.
Bugünkü modern dünyanın hastalıklarından biri, Karunî sistemin kapitalizm adıyla kurumsal bir kimlik kazanması ve Türk milletini kapitalist ruhun esir almasıdır. Özellikle 1950’den bu yana Amerika ve Avrupa’nın musallat olmasıyla devlet ve millet yapımıza kapitalist sistem ve ruh iyice yerleşmiş durumdadır. Bu da Türk millet varlığını iyice tehdit eder duruma gelmiştir. Kapitalist ruh ve sistem, başkasını ezip geçerek kısa zamanda haram helal demeden, kanunlu ya da kanunsuz bir şekilde çok para kazanmak, çok tüketmek, çok tüketmek için daha çok kazanma ihtirası üzerine temellenmiş bir anlayıştır.
Bu zihniyette zayıflar, çaresizler, hastalar, fakirler, yetimler, sahipsiz kişiler, Darwinist bir yöntemle elimine edilmesi gereken, silinmesi, yok edilmesi, temizlenmesi gereken fazlalıklar olarak görülür ve hiçbir şekilde yardım edilmezler, ilgilenilmezler. Bu durum, insanlarda duygusuzlaşmaya, merhametsizleşmeye, canavarlaşmaya, kalp katılığına, insanın insan olarak kendi var oluşuna ihanet etmesine yol açar.
Yani, haksızlık ve usulsüzlük üzerine temellenen, güçlünün güçsüz bırakılmışı yani mustazaf'ı yok etmesine dayanan kapitalist ruh, insanı insanlığından çıkarmıştır. Bugün milletimiz, böyle bir hastalıkla malüldür. Ahmet Yesevî, bu hastalığa karşı da oldukça sağlam bir sığınaktır. Şöyle der
“Garip, fakir, yetimleri sevindir
Aziz canını parçalarcasına çalış
Yemek bulursan canın ile konuk eyle
Hakk’dan işitip bu sözleri söylüyorum.
Garip, fakir, yetimleri kim sorarsa
Razı olur ol kulundan Yüce Allah
Ey habersiz sen sebepsin, kalanı sırdır
Hak Mustafa öğüdünü söylüyorum.
Resul önüne bir yetim gelmişti
Garip ve müptelayım demişti
Acıdı Resul onun haline
İstediğini verdi eline
Resul dedi ben de bir yetimim
Yetimlik ve gariplikle yetiştim
Muhammed dedi ki kim ki yetimdir
Biliniz o benim has ümmetimdir
Yetimi görseniz incitmeyiniz
Garibi görseniz küstürmeyiniz.”
Toplumsal, ekonomik eşitsizlik, adaletsizlik, haksızlık gibi hastalıklara çare için komünizme sosyalizme gitmeye gerek yok. Toplumsal ve ekonomik adaletin ve dengenin asıl ve sahih kaynağı İslam’dır, Ahmet Yesevî de bu anlayışa tercümandır...