Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Yusuf'un yarattığı sessizliği düşündüm bu sabah Ali Şeriatî'nin satırlarını okurken. Kendisine kadınların önüne çıkması emredildiğinde geçmişle geleceği birbirine rapt eden, gayba yaşlanmış yeni bir zaman zarfı yaratılıyordu sanki. Belki dondurulmuş geçmiş zaman olarak tesmiye olunabilir bu zaman aralığı. Kadınlar Yusuf'u görüyorlar ve şeffaflaşan bir sükûta mahkum... Yusuf'la filizlenen gölgeli bir sessizliğin esiri oluyorlar. İnsan nabzını dinleyebilir bu meşhûd sessizlikte ve insanın en büyük şahidi kendi sessizliği bu anlamlı zaman diliminde. Kadınlar için boyun eğilen bu sessizliğin keffareti olarak akması gereken kanı akıtıyorlar ellerini keserek. Günahın affı için kurban gerekiyor mutlaka. Hz. İsa çarmıha geriliyor, Hz. Hüseyin kendi kanını diğer insanların günahları için akıtıyor. Kadınların ellerinden akan kan hem suizannın hem Yusuf'a yasak bakışın bedeli! Ali Şeriatî Promete'yi anlatıyor ilerleyen satırlarda. Ateşi çalıp insanlara götürdüğü için cezalandırıldığını söylüyor. İnsanın bütün mitolojilerde cezalandırıldığı gerçeğinin altını çiziyor. Mitloji demek ceza hukuku demek bir bakıma: insanı daima mahkûm eden bir ceza hukuku... İnsanın cezalandırılışını okuyoruz bu gerçek üstü hikayelerde. Çünkü insan her zaman kendisi için belirlenen sınırı çiğnemek arzusunda. Memnu' meyve içimizde yaşıyor. İçimizde yaşayan meyvenin tadını merak ediyoruz! Promete'yi zincirliyorlar... İnsanı sınırlıyorlar zincirlerle. Az sonra Yusuf'u zincirleyecekler zindanda. Çünkü önce Yusuf zincir vurdu kadınların iradesine. "Kadın dedi ki: "Senin ailene kötülük yapmak isteyenin cezası, ancak zindana atılmak veya can yakıcı bir azaptır." Züleyha suçluydu ama cezayı Yusuf'a istiyordu. Ölmesine gönlü el vermiyordu da ya zindana atılsın ve kısıtlansın veya canı yansın istiyordu kendi canının yanmasına mukabil. "Her birine birer de bıçak verdi ve Yûsuf'a, "Çık karşılarına" dedi. Kadınlar Yûsuf'u görünce, onu pek büyüttüler ve şaşkınlıkla ellerini kestiler. "Hâşâ! Allah için, bu bir insan değil, ancak şerefli bir melektir" dediler." Kadınlar Yusuf'u suçlu bulamadılar akan kanları için. Melek dediler Yusuf'a, ondan günah sâdır olamazdı çünkü. O halde Züleyha da suçlu değildi meylettiği için. Kimdi suçlu? İçlerindeki memnu' meyve mi? İçlerinde "acısız yatan bıçak" mı? Yoksa kanlarını döken bıçak mı? Asırlar sonra gaybın perdesini aralayan ayetlerle öğreniyorduk Hz. Yusuf'un kıssasını. Kadınların Yusuf'u gördüklerinde yayılan sükûtu, Yusuf'un zindana girdiğinde yaşadığı sükûtu. Bu sükûta şahit kılınışımızı düşünmek istiyorum ellerimi kana bulamadan. Kadınların ellerinden akan kana kulak vermek istiyorum mesela. Kadınların kendi seslerinde boğuldukları anı, içlerinde kurdukları mahkemede Yusuf'u beraat ettirdikleri yargı kayıtlarını okumak istiyorum. Arapça bıçak kelimesinin "sikkîn" ile karşılandığını, "sikkîn" kelimesinin ise sükût ile akraba olduğunu yazmasam olmaz. Kendimizi ağyardan kesip ayırdığımız, kendimizi kendimiz ile başbaşa bıraktığımız bir zaman dilimi sükût... "veâtet kulle vâhidetin minhunne sikkînen" Müthiş bir detay! Her birinin eline bıçak verilişi üzerinde düşünmek lazım. Her birimizde bir bıçak var demek ki! Bütün kadınlar ellerini kesmişlerdi evet ama her biri münferid olarak ancak kendi elini kesmişti. İçimizde yatan bıçak ancak kendi elimizi kesebilir ve hakiki bir sükût anında, kendimizle göz göze geldiğimiz, kendimizle başbaşa kaldığımız muhakeme anında kalbimize saplayabiliriz bu bıçağı. İçimizdeki memnu' meyveyi bu bıçakla soyup yiyebiliriz. O bıçak ancak kendimize saplamak için.
·
1 artı 1'leme
·
128 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.