Sırtüstü yatıp dinlendik biraz, ılık bir esinti vardı. Bir süre sonra doğrulup tentürdiyotu sürdü. Sigaralarımızı yaktık, yavaşça konuşarak oturduk
orada. Gitmeye karar verdik sonunda. Evinin kapı
sına kadar götürdüm. Orada durup kucaklaşırken
birden sımsıkı yakaladı beni ve sürükledi.
«Bırakamam seni daha,» dedi. Der demez de üstü
me atıldı, çılgınca öperek ve can alıcı bir yanılmazlıkla pantolonumun düğmelerine uzanarak. Bu kez
boş bir yer aramadık bile, olduğumuz yere çöktük
kaldırımda, büyük bir ağacın altında. Rahat sayılmazdı kaldırım —biraz sürünüp birkaç adım ötedeki yumuşak toprağa erişmem gerekti. Dirseğinin
yanında küçük bir su birikintisi vardı, çıkarıp birkaç santim daha kaymaya yeltendim ama çıkarmaya kalkışınca iyice sinirlendi Mara. «Sakın çıkarma
bir daha,» diye yalvardı. «Deli oluyorum. Sev beni,
sev beni!» Uzun bir süre dayandım üstünde. Daha
önce de olduğu gibi, tekrar tekrar geldi beli, cıyaklayıp hırıldıyordu bir yandan, şişlenmiş bir domuz
gibi. Ağzı daha da büyümüş, ölçüsüz şehvetlenmiş
görünüyordu; gözleri kayıyordu sara nöbetine tutulmuş gibi. Biraz çıkardım serinlesin diye. Yanındaki su birikintisine elini sokup birkaç damla serpti
üstüne. Çok iyi geldi bu. Hemen arkasından dört
ayak doğrulmuştu bile, bir de böyle denemem için
yalvarıyordu. Emekleyerek arkasına geçtim; altından elini uzatıp yakaladı kamışımı, kaydırıverdi
içeri. Dosdoğru rahme girdi. Acıyla hazdan gelen
bir inilti koptu. «Büyümüş,» dedi, kıvrandırarak
kalçasını. «Gene sok, ta dibine kadar... Durma hadi,
acımasına aldırmıyorum.» Böyle diyerek çılgınca bir
sendelemeyle geri geri bana doğru geldi. Kanım
donmuş, taş gibi kalkmıştı kamışım, hiç gelemeyeceğim sanıyordum. Ayrıca, yumuşamasından korkmadığımdan, bir seyirci gibi izleyebiliyordum olanları. Çıkıncaya kadar çekip ucunu yumuşacık ıslak
dudaklara sürtüyor sonra gene daldırıyor, tıpa gibi
bırakıyordum öylece. Kalçalarını tutuyordum iki
elimle istediğim gibi itip çekerek. «Yap yap,» diye
yalvarıyordu, «delireceğim yoksa!» Çarptı bu beni.
Başladım tulumba gibi işlemeye, bir içeri bir dışarı,
sonuna kadar ama hiç çıkarmadan, birtakım sesler
çıkarıyordu o bir yandan —Ah! —Ah, oh! —Ah!
Sonra birden bumm! Balina gibi fışkırdım.
Üstümüzü başımızı silkeleyip eve doğru yürü
meye başladık yeniden. Köşede birden durdu olduğu yerde taş kesilmiş gibi, sonra bana dönerek neredeyse çirkin biri gülümsemeyle: «Şimdi gelelim pis
işlere!»
Şaşkın şaşkm baktım: «Ne demek istiyorsun?
Hangi işten söz ediyorsun?»
«Demek istediğim şu,» dedi, yüzündeki tuhaf
gülümseme hiç silinmeden. «Elli dolar gerekli. Yarı
na kadar bulmalıyım. Bulmak zorundayım. Mutlaka,
mutlaka...
Sayfa 81