Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

224 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Delinin defteri
Öncelikle kitap, neva bulvarı, burun, portre, palto, bir delinin anı defteri ve fayton adlı altı eserden oluşmaktadır. Neva bulvarı adlı bölümün genelinde yüksek sosyete mensuplarının tabiriyle hiyerarşinin kol gezdiği alt-üst sınıflarının yoğun olarak hissedildiği, günümüz ölçütünde bağdat caddesi, Şanzelize caddesi olsun, tamamıyla lükse karşı bir temaşa içerisinde bulunulduğu, burjuvazi sınıfının elit yapılı sistemleri oluşmaktadır. Yazarımız Gogol'un üstün beceriyle kurulmuş dilini okumak son derece karmaşık ve bir o kadar çetindir. Dostoyevski'nin, "hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık" Sözüne tam karşılık verilmesinin sebebinden biri de Gogol'un kalem becerisidir. Neva bulvarı adlı bölümde, aşk'ın iki insan üzerindeki şiddetli çatışmalarını iki biçimde, biri her ne kadar can acıtan cinsten olsa da diğeri de insanın aşağılık bir kompleksinin kesin bir şekilde gün yüzüne çıktığı cinsten bir aşktı, aslında aşk da denemezdi, dünyanın türevli bir oyunu dememiz daha doğru bir kuram olabilirdi. Ressam piskarev, kendi hayatının ölçüsü içinde kavrulmayı kendine görev edinmiş, oldukça yoksul ve temiz bir hayat süren, kuşkusuz melankolik desek, tam yerinde olmaz, hayatı sevmekte belli bir seviyeye kadar gelebilmiş, işinin verdiği muazzam dünyanın içinde kendi sanatını icra etmekte olan masum bir insan modeliydi. Hayatın sert semerinin keskin acınaklı vuruşu, yüzünde öylesine bir iz bırakasıya kadar gerçekten iyi bir insandı. Bütün bu muazzam denilebilecek güzel kişiliğin yanında, bir de teğmen prigov vardı. Mazbut bir yaşamın önderi sayılabilecek kendini asilzade yaşamın bir neferi olarak gören küstah bir burjuvalı. Gogol, bu iki insanın Aşk’ın göreceli kanunları gereği her insanın gerçekten sevgiyi kaldırabileceğini, buna eğilimi var mı diye güzel bir dilde, iki farklı insan tiplemesinde aşk üzerinden sevgiyi, sevgi üzerinden hayatı usta bir dilde ele almış. Ressam Piskarev'in neva bulvarında bir güzel, saf ve temiz görünümlü, şahin gözlü bir meleğe aşık olmasıyla hayatının en büyük tutkularının gün yüzüne çıkmasıyla, hayatı hiç olmadığı kadar dehşet verici aşk bulvarlarının arasında şehvet ve ihtiras duygularının onu doruk noktasına çıkarmasıyla belki de hayatının en kayda değer anlarına sürmesine izin vermişti. Ta ki bu kadını düşlerinde, hayatının çepeçevre her alanında görmeye başladıkça Aşk’ın zaman tanımayan kudretli acısını hissedince gerçekten de bir dirhem insanoğlunun ne için var olduğunu anlamaya yeltenmişti piskarev. Umudunun iyiden iyiye kabarıp, alevlenip bir buz Dağı'nın etrafında bu güzel kadının verdiği sevgi ateşiyle bütün bu buzları eritmeye bile bir cesareti varken, her şeyin tamamıyla dümdüz olduğu işin içinden çıkamayacağı bir Aşk’a değil de bir tabunun içine girdiğini zamanında değil, sonlarına doğru anladı piskarev, aynı bir kanser gibiydi bu aşk. Piskarev de bu kanserin sağlığına zararlı olduğunu son demlerinde anlamıştı, kanserin bütün vücudunu dize getirdiği bir zamanda. Piskarev'in o yoksul hayatına renk veren bu aşk, bir zaman sonra dayanılmaz bir hale gelecek ki piskarev, soluğunu bu güzel kadının evinin kapısının önünde soluklanmasıyla son buldu. Kapıyı açan, aydınlık yüz yeni uyanmış olsa gerekti, gözlerini hızlı hızlı kırpıyor, ince ve nizamiliğin eyleme geçtiği parmaklarıyla gözlerini oyacak şekilde oynuyordu, bir perinin uykusunu bölmüştü piskarev, ah hem de ne peri geceleri partilerden partilere, endamının onu nereye götürdüğünü bilmeden sabahlara kadar dayanılmaz derece de hayata meydan okumuştu bu su gibi berrak sandığı temiz kadın. Oysa piskarev, hayatının hatasını yapmıştı bu gencecik, taze yaşında yaşamın onun yüzüne güldüğünü ve artık iyi bir yaşam da yalnız olmayacağına inanmıştı. Ama nafile bu kadın, sandığının aksine suyun en kirli bölümlerinden biriydi. Yaşamsal fonksiyonları kapanmış, aşk'tan, sevgi'den umduğunu bulmaya bile cüret etmemiş kendisine kudretli bir karmakarışık olacak biçimde bir hayat kadınlığı terfisine layık görmüştü. Oysa piskarev, zamanın yegâne acısını böylelikle en güzel bulduğu bu umûmî denebilecek türden olan, aşk ‘ta anlamıştı. Bu kadının hayalinde var ettiği kadınla hiç bir alakası olmayışını anladığında tebessüm etti hayata ve büyük bir ustalıkla bu dünyanın alçaklığına katlanamayıp, aşkını yok etmeden kendisini yok etmeyi yeğledi. İşte birinci aşk tiplememiz buydu. Gogol öylesine dokunaklı işlemişti ki bu masum gencin aşkını okuyan herkes biçare olmuştu. Acının tatlı tebessümüydü bu. Ressam piskarev, saygıdeğer ama dünyanın şartlarını iyi okumamış bir insandı. Böylelikle aşkını daha derinden yaşamak üzere aramızdan ayrılmıştı... Bir diğer aşığımız ise evet, ikinci tiplememiz olan teğmen pirogov'du. O da yegâne aşkın acılarını tatmış bir adamdı. Ama bir diğer sanat üstadı kadar, aşktan tokat yememişti. Aynı piskarev gibi, pirogov'da neva bulvarının o süslü püslü özene bezene yaratılmış kadınlarından bir tanesine abayı yakmıştı. Tabi diğer arkadaş gibi özgüvensiz, korkak, muğlak bir adam değildi pirogov. Kadını gördüğü gibi hemen üzerine atılan cinslerdendi pirogov, işte bu sarışın, ay tenli güzel meleğimsi kadına da aynı zamparalıklarla yanaşacaktı, görür görmez göz çemberinde aldığı bu narin kadını evine kadar takip etmiş, sonuçta üst düzey bir memurdu, kim ona ne diyebilirdi, istediği her bir şey onundu. Sınırları yoktu onun. Kadının evine dalınca, kocasıyla karşı karşıya kaldı. Kocası mütevazi, içmekten haz alan klasik bir zanaatkardı. Hemen adamla senli benli olmaya yeltendi ve başardı, gözleri kadındaydı. Kocası hafif ayyaştı, anlayamıyordu, kadınına göz koyduğunu bu alçak memurun. Teğmen, büyük bir düşkünlükle kadınla iç içe olma pahasına esnafın işlerini yapmasını istedi. Esnaf sonuçta, topluma hizmet etmek zorunda, işi gereği. Fazla uzatmanın bir anlamı yok ki gel git, pirogov bu kadını çemberine almıştı. Özel burjuva sınıfının mensuplarıyla bir araya gelerek, nasıl da sözler ediyordu. Onu, kendime aşık ettim, ben olmadan yaşayamaz, gülüyordu, atıp tutuyordu, her bir şaklabanın yaptığı gibi... Günün birinde bu kadının kocası yokken evine gitti. Kadın takdir edilesi bir bireydi. Buna öylesine yüz verecek türden kadınlardan değildi. Kocasına sadıktı ama bir durum var ki endamıyla gerçekten kralı bile baştan çıkarabilirdi. Pirogov, yalanlarının aksine kıza çok kibar yaklaşıp, onu sevdiği şeyler ile tavlıyordu, dans ediyorlardı o gün, ta ki teğmen herkesin çok şaşırdığı gibi nasıl bu kadar süre kendini tuttu? Bu alçak dedikleri türden. Artık dayanamadı ve kadının üzerine, bir tilkinin avının üzerine sinsice atılması gibi kadının üzerine atılıp, durdurak bilmeden öpmeye başladı. Kadın ne kadar yapma, etme, kocam var dese de o bir teğmendi. Ayaktakımından değildi, ne demek yapma, olur mu öyle şey yaparım diyordu. Ben memurum, hem de 3.sınıf. Ta ki dünyanın bazen düzenin olduğu anlaşıldığı şekilde bir anda içeriye kocası ve iki tane iri yarı, yarma arkadaşı girdi. O an ki durumları sizlerde tahmin edebilirsiniz, adam boynuzluydu artık halk dilinde, arkadaşlarının yardımıyla teğmeni yakaladılar, pirogov ne kadar uğraşsa da bu yarma heriflere bir şey yapamadı. Pirogov'un hayatının en aşağılayıcı ve küstah bir anı gelip geçmişti, bir paçavra gibi sokağa çıktı, çok sinirliydi, bu esnafa ne yapacağını planlıyordu, hadsizlik diz boyuydu teğmende hem adamın eşiyle beraber olmuş, hem de hala suçsuz gibi intikam almak istiyordu, Gogol bu bölümde insanın gerçekten nasıl türden bir varlık olduğunu, genel bir yargıyla gözler önüne sermişti. Pirogov, bir pastaneye girip, iki üç dergi karıştırıp çay içtikten sonra siniri yatışmış bir şekilde arkadaşlarının evine gitti ve yine aynı yalanları savurup, gülüp eğlenip aşkı hiç var olmamış gibi hayatına kaldığı yersen devam etti... Nasıl da acınası bir dünyaydı burası, iki farklı kategoriden insanın nasıl da büyük farkları vardı, bir uçurum gibi. Bu neva bulvarıydı, işte her günün böyle enteresan, acıklı, komik olaylarla geçtiği her türlü adamın ve kadının evi olan, gösteriş caddesiydi. Ama yanlış anlama olmasın, lütfen, alt sınıfın pek bir caddesi değildi burası, genelinde üst sınıf, burjuvalılar vardı. Neva bulvarı dünyanın özetiydi. Bazılarının aşçısı olup da, yiyecek mecali yoktu, hastalıkla boğuşuyordu. Bazısının da tadı, damağı, midesi gurmeydi, yemek için yaratmıştı ama bir kuru soğana muhtaçtı. Böyleydi işte ayrımların, en üst seviyede olduğu küçük bir caddeydi burası. Kitabın ikinci kısmı olan burun bölümü, çok acayip ve fantastik bir olayın aslında toplumsal bir sıkıntının alaylı anlatım şekliydi. Düşünün ki bir sabah kalkıyorsunuz, her zaman eşinizin yaptığı sıcak bir ekmek ile bir güzel soğan sofrada sizi bekliyor, sandalyenizi çekiyorsunuz, ekmeğin sıcaklığıyla çıkan sıcak buhar, gözünüzü bir buğulandırıyor ve ağzından akan salyaların bir sınırı olmadığını fark edince, güzelim ekmeği bir açıyorsunuz içinden koca sivilceli bir burun, bu nedir? Diye bile düşünmeden, bir şoka giriyorsunuz ve anlam veremediğiniz bu burnun nasıl, nereden, kimin, tekrardan aynı soruları yineleyerek devamlı bir şekilde kendinize soruyorsunuz. Evet bölümün özeti fantastiktir. Ama bunun bir de toplumsal ve bireysel yönde bir ihtivası bulunmaktadır. Gogol, insanların yüksek rütbe, üst sınıftan olma içgüdüsü, rekabet, üstünlük, kibir, insan doğasına ait bütün bu olguları burun bölümünde detaylıca görebilmek mümkün. Gogol'un da belirttiği üzere' insanların burnunun büyük olmalarının karşısında yatan en ana etmenlerden birisi de budur şüphesiz, kıyafetiniz, aracınız, bedeniniz, saçınızdan, sakalınıza kadar sizi bütünüyle bu tür özelliklerin etrafında dönmeye zorlarlar. Ki ancak burnu büyük bir insan olabilirsiniz. Liyakat eşitsizliğinin, sömürgeciliğin dorukta olduğu bir zamanda değersiz biri olmamak için her zaman burnu büyük biri olmanız gerekmektedir. Burun bölümünde de kovalev, bir sabaha burnu olmadan uyanır, oysa bilmez ki, nereden bilsin, burnu bir ekmeğin içinde özene bezene konulmuş vaziyette bir aile sofrasının içerisinde, absürtlük konusunda kayda değer bir eser olmakla birlikte toplumun tabaka sisteminin en üstünde yer alan bu tür kesimin insanlarına ağır bir eleştiri söz konusudur. Gösteriş yapmak, insanın uzuvlarının bir parçası kadar gerçek bir şeydir. İşte bu burun hikayesinin temel etmeninden birisi de bir diğerine büyük burunlu olduğunu göstermektir. Bedensel varlıkların yani, daha çok somut bir varlığın hüküm sürdüğü bir toplumda liyakat hep en üstte tutulur. Tabakalaşma sistemi kurulur. Bir üst, bir alt sınıf kurulur, üstlerde her zaman burunovlar vardır, gerçi alt sınıfın da bundan farklı bir literatürü yoktur. O da bir burunov olmak için yaşamı boyunca varı yoğuyla bu üst sınıfla savaş verir. Düşünün, saygınlık bu işin erbabı olmaktan geçer. Ama bu üstlerin pel bir saygınlık derecesi yoktur, genelinde saygısızdırlar, liyakati savunurlar ama liyakatsizlerdir. Kendilerini üstün görme arzusu, kibir, egolu bir birey yapısıdır bunların bu sınıfları. İşte bunun en tatminkar örneği de her bir insan bir burunov yani, egolu olmak ister. Çünkü insanlar hayatların ego ile yön vermek için çabalarlar ve bunu isterler. Gogol, burun bölümünde okuyucuya gerçekten böylesine küstah bir yaşamın nelere kadir olabileceğini soluksuz bir şekilde göstermiş, kovalev de gerçek anlamda bu toplumun, üst sınıfın ayrılmaz bir parçası olmak in çok uğraşan biriydi. Burnunun yok olduğunu fark ettiğinde ki unutulmaz acının tarifini sadece o yaşayabildi, insanların özellikle de zengin kesimin karşısına nasıl çıkardı, böylesine bir hayatı nasıl yaşayabilirdi? İnsan ne kadar kibirli bir canlı ki ölümü unutup, dünyeviliğin esiri olmuş. Bir burnun nelere sebep olabileceğini toplum tarafından nasıl da küçük görüleceğinin korkusuyla, iğrenç denebilecek bir yaşam sürebilirdi kovalev ama şüphesiz burnunu en sonunda buldu ve gösterişli, kibirli, ezilmeyecek olan hayatına tekrar kavuştu. Gerçekten de Gogol, hayatın saçmalığını kara bir mizahla bu kitapta yeterince göstermişti. Kitabın üçüncü bölümü olan, portre de ise izahı mümkün olmayan birtakım olaylar çevresinde okuyucu olarak, şaşkınlığımı gizleyemedim. Gogol'un tekrardan söylemek zorunda hissettiğim muazzam dilinin bizleri duygundan duyguya sokmasının yanı sıra, eğer bir kitap okuyucuya, bir şeyler üzerinden bireyi değişime zorluyor, düşündürüyor ise o gerçek mana da bir yaşam rehberidir. Tabi Gogol'un bu eserlerinin yaşam rehberliğine kıyasla ağır bir hayat eleştirisi mevcut. Portre bölümünde de insanın hırslarına ağır bir hiciv mevcut. Paranın insan üzerinde kurduğu hakimiyet, onun elinin altına alması, paranın insan adına çalışması gerekirken, insanın para için kayıtsız şartsız her türlü ahlaksızlığı yapması, Gogol bu bölümde bir ressamın, bir portrenin arkasında bulduğu kuvvetli bir miktar parayla hayatının değişmesini konu alıyor, işin komik tarafı bu paranın herkesin korktuğu ünlü bir acımasız iblis görünümlü bir tefeciye ait olmasıydı. Bu adamın borç verdiği her bir insan hayatın acımasız yüzüyle tanışıp, can yakan türden bir sonla hayat gözlerini yumuyordu. Bu tarifsiz ressam da bu borcu almış, güzel bir kariyer edinmiş, hiç ait olmadığı burjuva dünyasının kapısını hızlıca açıp, içeriye selam vermeden girip adımlarını bütün herkese göstermişti. Gel gelelim ki ölen tefecinin bu yüklü miktarda ki parasının ressamı matemli bir hayatın eşiğine sürüklemesi ve başarıya ulaşmasının yanı sıra acınası birtakım düşüncelerin çevresini sarmasıyla, ressam çartkov kendini hiç bulunmak istemediği bir dünyanın kaprisli eşiğinde bulur ve girdiği bu dünyanın alışkanlıkları çartkov'u günden güne çürütür. Hırsları yüzünden yapmadığı edepsizlik kalmamıştır, hayatının kalanını hırsla, dedikoduyla, eleştiriyle geçiren çartkov, paranın ve şöhretin verdiği acınası bir hayat sürmüştü. Elbette bu bölümün trajedik yanlarından birisi de, bu tefecinin birçok kişinin hayatını bu şekilde mahvetmiş olmasıdır. Birçok ressam, iş insanı, yazar, kısacası; bu iblis yüzlü, gözleriyle insanı hayata küstüren bu tefecinin elinden kim bir şey aldıysa hayata küsmüştür. Gogol bu eserinde de insanın açgözlülüğünü eleştiri biçiminde fantastik bir öykü niteliğinde gözler önüne tekrardan sermiştir. Gerçekten hayatta insanın gözlerinden korkmak lazım, gözler bizde gerçeği ve sahte olanı göstermiyor muydu zaten? Onlar olmasa hayatımızın ne denli anlamsız ve çalkantılı geçeceğinden habersiz bir biçimde müphem bir hayat sürmüş olurduk. Bir portrenin arka tarafının gizli bir bölmesinden çıkan gizli bir para, hayatımızı değiştirebilir aynı zamanda hiç olmadığı kadar karartabilir de... İnsanın bu açgözlülüğü hep var olacak ve yaşamın da bu denli avları hep sürüp gidecektir. Kitabın dördüncü kısmı olan palto bölümü bütün bir okuyanlar alemine yaşamını sorgulatan ve iç çektirten cinsten bir yaşamın içinde kaybolan bir kalem memurunun acınası yoksul yaşamını konu alıyor. Okuyan her bir göze, vay arkadaş be ne paltoymuş, dedirten türden bir palto bu. Günümüz ölçüsünde giyimin en üst safhada önemle konu edinildiğine bakarsak, eski dönemlerde de giyim insanın bir yaşam stili olmayı hep sürdürmüş, gerçekten giyim önemli miydi? Veyahut ne derece bir önem taşımaktaydı. Varılan her bir yolun dönemecinde giyim bir önem mi arz ediyordu. Tartışılması lakin, sonuca varılması mümkün olmayan hep ikilemde kalacak türden bir konu bu giyim denilen her şeyin en başı fakat bazılarınca hiç önemi olmayan, bazılarınca ise büyük değer taşıyan kült bir simge. Palto bölümünde de insanın liyakat dengesi büyük ölçü de gözler önüne serilmektedir. Kitabın beşinci bölümü olan bir delinin anı defterinde ise absürtlük ve fantastik yazı biçiminin bütün tasvirlerini görmemiz mümkün. Tabakalaşma ve incelemenin başında belirttiğim üzere burjuva sınıfının olağanüstü olarak görünen ama insani açıdan pek bir saygınlık derecesinin olmadığı ve bunun ağır bir şekilde Gogol'un diliyle sürükleyici bir eleştirel bakış açısını gözler önüne seriyor. Kitabın kara mizah yönü de her bakımdan öne çıkıyor, o kadar büyük ve önem arz eden meseleler komik bir dille okuyucuya anlatılmış, duygu imgeleri ve kitabın sanatsal simgeleme dili bu bölümde oldukça öne çıkmaktadır. Gogol'un yaşam şartlarının ağırlığını kaldıramayan alt sınıf bir memurun yavaş yavaş zihni becerilerini kaybetmesini ve kendini olağan derece de önemli bir mevkinin sahibi olarak gören, delirmeye ramak kalmış, hatta delirmiş bir özel kalem memurunun içler acısı, sefil hayatının günden güne onu yok etmesini lakin bu süre zarfında bu saygın literatüründe yer alan hiçbir insan görünümlü iblisin el uzatmaması da cabası. Gerçekten insanların bencillik duyguları genetik ölçüden kaynaklanan bir gerçek çünkü her insan hatta abartarak iyi insanlar bile iyi ölçü de benciller. Kitabın son bölümü olan ve planlarımızın hayat doğrultusunda her zaman düzgün bir biçimde ilerleme ihtimalinin bulunmadığını gösteren fayton bölümü de, insanın çabuk bir ömrün ve hızlı bir yaşamın mayasını dikkat ederek gerçekleştirmesinin yanı sıra bazen hiç de beklemediği ölçü de yaşamın kendi şartlarıyla oluşturduğu planlarla karşı karşıya kalabilmektedir. Gogol gerçekten bu eserinde hayatın verdiği nicelikleri görmeyip sadece niteliklere odaklanan insanları yani, ruhun tevazusunu değil, bedenin şöhreti peşinde koşan insanları tastamam bir biçimde eleştirmiş, toplumsal meseleler üzerine oldukça dokunaklı bir eser olmuş. Ve insanın hayatta hırs ve para düşkünlüğü sayesinde acılar içinde kıvrandığı fantastik ve kara mizah denecek bir anlatım biçimiyle güzel bir eser haline dönüşmüştür.
Bir Delinin Anı Defteri - Palto - Burun - Petersburg Öyküleri ve Fayton
Bir Delinin Anı Defteri - Palto - Burun - Petersburg Öyküleri ve FaytonNikolay Gogol · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201955,5bin okunma
·
1 artı 1'leme
·
377 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.