“Ulu Tanrım,” diye mırıldandı, “ne yapmalı? Yardım et, bir şeyler söyle bana! Sana her gün raporumu veriyo rum, köyün ne hale geldiğini biliyorsun. Yiyecek şeyimiz kalmadı, her geçen gün eriyoruz; her geçen gün askerler den biri kaçıp dağdakilere katılıyor. Aforoz edilen oğlum, Kızıl Takkelilerin komutanı, Kartaltepesi’nden bize her gün haber yolluyor; ‘Teslim olun! Teslim olun! Yoksa vay halinize!’ Ne yapmalıyız? Ne yapmalıyım? Az önce Areti’nin sana sövdüğünü duydun, gerçekten dayanacak halimiz kalmadı. Açhktan ölen çocukları nasıl kurtarma lı? Bana bir öğüt ver Ulu Tanrım. Köyü yakılıp yıkılmaktan kurtarmak için dağdaki partizanlara mı teslim edeyim? Ya da kollarımı kavuşturup merhametini mi bekle yim? Ne yazık ki insanız Ulu Tanrım, bekleyemeyiz. Merhametin gecikiyor. Genellikle de bizi ölümden sonra, öteki dünyada gelip buluyor ama ben, merhametini yeryüzünde göstermeni istiyorum.” Bir an sustu. “Ne olursa olsun,” diye ekledi yüksek sesle, “merhametini yeryüzünde göstermelisin!”