Babam akıllı, basiretli bir adamdı. Sonumun neye varacağını önceden gördüğü için bana çok ciddi uyarı ve nasihatlerde
bulundu. Bir sabah, çekmekte olduğu damla hastalığı yüzünden
dışarı çıkamadığı odasına çağırdı beni. Ve çok yumuşak bir dille
öğütler verdi. Salt macera isteği dışında hangi sebeplerle baba
evinden, doğup büyüdüğüm, rahat, mutlu bir hayat sürebileceğim, mal mülk sahibi olabileceğim vatanımdan ayrılıp gitmek
istediğimi sordu. Ancak umutsuz insanların ya da çok büyük
servet sahibi olmak isteyenlerin, alışılmışın dışına çıkıp uzak diyarlarda macera ve şöhret peşinde koştuklarını söyledi. Böylesi
bir tutumun benim gibi birinin ya çok üstünde ya da çok altındakilere has bir şey olduğunu; benim için en uygun olanın ise vasat
yani orta yolu tercih etmek olduğunu söyledi. Uzun tecrübeleri
sonunda dünyadaki en iyi, insan mutluluğuna en uygun yaşama tarzının, bu orta yol olduğunu; böylece alt tabakadakilerin
ağır çalışma ve yaşama şartlarından uzak kalabileceğim gibi üst
tabakadakilere özgü gurur, kibir, lüks, ihtiras ve hasetten de azade olacağımı ifade etti. Bu mutluluğun değerini anlamak için şu
tek şeye bakmak bile yeterliydi: Böyle bir hayat bütün insanların
imrendiği hayattı; Krallar, büyük şeyler yapmak için yaratılmış
olmalarının can sıkıcı sonuçlarından yakınıp dururlar ve de iki
aşırı uç; süflîlik ile büyüklük arasında bir yerde olmanın özlemini çekerlerdi. Âkil insanlarsa ne fakir, ne de zengin olmayı
isterler, sadece ortalama bir yaşam tarzına sahip olmanın gerçek
mutluluk olduğunu bilirlerdi.