Gönderi

Dr. Adnan Bütün kabine toplantılarında bulunmaya mecbur oluyor, bundan başka da Mustafa Kemal Paşa’nın çağırdığı hususî toplantılara gidiyordu. Bu günlerde, nadiren gece yarısından önce gelir, bazan da sabahın beşlerine kadar dışarıda kalırdı. Mustafa Kemal Paşa’nın anormal denilecek bir enerjisi olduğu için, sabahleyin uyurdu. Fakat, Dr. Adnan saat sekizde vazifeye gitmeye mecburdu. Bu vaziyet, sıhhatini çok tehlikeli bir hâle sokmuştu. Kalaba’nın hastaları da peşini bırakmazlardı. Sabahleyin evden çıktığı vakit ya da geceyarısına doğru döndüğü zaman, mutlaka onu Kalaba’nın hastaları beklerdi. Cuma günleri tek dinlenme günü olmakla beraber, saat sekizden önce kalkar, odayı ısıtır ve Kalaba’nın hastalarını kabul ederdi. Kadınlar, sofada birikir, erkekler de kapı önünde beklerlerdi. Bir cuma günü, her zamandan daha kalabalık idi. Emine Hanım hastaların hepsini birer birer takdim etti ve kızları ellerinden tutup içeri getirdi. Hepsi ateşi yüksek olmakla beraber, dayanıklı insanlardı. Dr. Adnan onlara âdeta sihirli bir hoca gibi bakardı. Çocuklu kadınlar sedirin üzerine dizildiler. Onların muayenesi bittikten sonra, koridordaki kadınları Emine Hanım içeri aldı. Sedirde oturanlardan birisi dikkatimi çekti. Çünkü fevkalâde güzeldi ve aynı zamanda çok hasta görünüyordu. Hiç de köylü kadın bünyesi yoktu. Üçgen gibi ince bir yüzü, siyah kirpikleri arasında parlayan yeşil gözleri vardı. Yanında altı yaşlarında bir çocuğu bulunuyordu. Çocuk, kimseyi annesine dokundurmak istemediği için, Emine Hanım gelip onu tutmak zorunda kaldı. Ben de çocuğu oyalamaya çalışıyordum. Üstü başı partal içindeydi. Her hâlde çok yoksul olmalıydı. Dr. Adnan’ın sorduğu suallere kadınlar cevap vermeyi pek bilmedikleri için, bu işi de Emine Hanım yapıyordu. O günlerde, her damla su bir buz hâlini almış ve Dr. Adnan da bu kadını böyle bir havada nasıl dışarı çıkardıklarını sormuştu. Doktor’un vaziyetinden, kadının tehlikeli bir durumda olduğunu anladım. İçeriye giren ikinci kadın, Dr. Adnan’ın yanında yüzünü örtmeye çalışan ilk mahlûktu. Çünkü, kadınlar Dr. Adnan’a bir kardeş, bir baba gözüyle bakarlardı. Kadın, şişman, şalvarlı, eski biçim mor kadife ceketliydi. Yüzünün rengi ve görünüşünün kudretiyle ötekilerinden ayrılıyordu. Aynı zamanda çok da temizdi. Kim olduğunu sorduğum zaman, aile hikâyesini anlatmaya başladı. Halime adlı olan hasta kadın, Deli Mehmed’in karısıydı. Bu adam, anlaşılan şeytandan daha korkunç bir kimseydi. Bütün köy ondan korkardı. Yirmi yıl önce, kendisinden yirmi yaş büyük bir kadınla evlenmişti. Yedi yıl sonra da on dört yaşında olan Halime’yi almıştı. Halbuki, Kalaba’da iki kadın almak o zamana kadar görülmemiş bir şeydi. Bu adam, bu kırmızı yanaklı şişman kadını da bir yıl önce almış. Önce birinci karısıyla ikinci karısı iyi geçiniyorlarmış. Fakat, üçüncüsü ailenin huzurunu kaçırmış. Bu üçüncü kadın Deli Mehmed’in hayatında en çok tesir yapmış bir mahlûktu. Birinci karısı öldükten sonra, Halime’yi evde bir hizmetçi gibi kullanmışlardı. Halime hasta olunca (belki içinden hâlâ bir zaaf duyan) Deli Mehmed onun Dr. Adnan’a gönderilmesinde ısrar etmişti. Dr. Adnan ateşin yanında, uykusuz geçen bir geceden sonra, titreyerek oturuyor, kadınlar ona Orta Çağ’ın bir azizi gibi bakıyorlardı. Dr. Adnan’a göre Halime’nin hastalığı âdeta ümitsizdi. Dr. Adnan’ın ısrarı üzerine, bundan sonra, ilâçların ve tedavinin adamakıllı yapılabilmesi için, Ankara’dan hastabakıcılar çağırtmak gerekiyordu. Fakat ben, öğlelerden sonra muntazaman köye gidiyor, hastalara bakıyordum. O gün, öğleden sonra köye gittiğim zaman, beni evin üst katındaki odaya çıkardılar. Oda son derece pisti ve sobasında da bir tek odun yoktu. Çocukları derhal odun toplamaya gönderdikten sonra, odayı kadınlarla birlikte temizledim. Halime’nin çocuğu Sırma odadan ayrılmıyor, durmadan ağlıyordu. Onun da elini yüzünü yıkadıktan sonra, saçlarını taradım. Halime’nin arkasına lapa koymak için soyunca, bütün ömrümde gördüğüm en güzel kadın vücuduyla karşılaştım. Bu lapa onun acısını biraz dindirdi. Kendi kendime Hollywood’dan birisi onu görse, derhal alıp götürürdü, diye düşündüm. Dudakları mosmordu. Çok metanet gösterdi. Fakat, bütün tedaviyi sessiz kabul eden Halime’ye bir kaşık çorba içiremedik. Derecesini aldıktan sonra, onu ve küçük kızını köyde orta yaşlı bir kadına bırakarak eve döndüm. Yaşaması hayli şüpheliydi. Oradayken sormuştum: — Kuması ile Deli Mehmed nerede? Bu, Deli Mehmed’in evi mi? Kadın, garip bir gülümseme ve gözlerinde yaşla, cevap vermişti: — Kuması onu evden kovdu. Pis ve hırsız diye istemiyor. Burası Halime’nin ölen babasının kulübesidir. Kuması ona yemek veriyor. Bu yatağı da o verdi. Deli Mehmed’in elinden bir şey gelmiyor. Çünkü, karısı büyü yapmış. Ondan sonraki köy ziyaretlerimde çok tehlikeli vakalara tesadüf etmedim. Analar, Doktor’un tavsiyesini yerine getiriyorlar, çocuklarına yalnız ılık su içiriyorlardı. Buna biraz hayret ettim. Çünkü şehirdekiler çocuklarına mutlaka bulama yediriyorlardı. Halime iyileşti. Fakat ayakta yarı ölü gibi dolaşıyordu. Bu defa Emine Hanım da Halime’nin hırsızlık ettiğini, pis olduğunu ve köyün ondan şikâyet ettiğini söyledi. Her hâlde, Halime’ye arada yemek veren kocasının teveccühü hâsıl olmuştu. Kuma da bir kahpe olmasına rağmen köyün teveccühünü yavaş yavaş kazanıyordu. Anlaşılan, kadın, ezberden âyetler okuduğu için köyün gözüne hayli girmişti. İşte kahpelikten ve erkeklere göbek atmaktan sonra köye gelen bu kuma, köyün anlattığına nazaran, iyi bir kadındı. Emine Kadın, aynı zamanda, bana Deli Mehmed’den haber getirmişti. Halime’yi eve alabilmesi için, kuması üzerine tesir yapmamı rica etmişti. Ben, bunu kendisinin niçin yapmadığını sorduğum zaman, Emine Hanım böyle bir hareketin kumayı bütün bütün çileden çıkartacağını, bu işin benim tarafımdan yapılması Halime’yi kurtaracağını söyledi. Fakat ben, aile meselelerine karışmak istemiyordum. Kuma da beni gördüğü zaman, yüzünü örter ve uzaklaşırdı. Son zamanlarda, Mustafa Kemal Paşa’nın da sıhhati iyi değildi. Evinde ona bakacak bir kadın olmadığı için Dr. Adnan endişeliydi.
63 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.