Gönderi

Irkçılık-Turancılık Davası ve Dış Politika: Hem sanıklar, hem de birçok araştırıcı, Irkçılık-Turancılık Davası'nı, hükümetin dış politikasıyla ilişkili saymışlardır. Reha Oğuz Türkkan, yabancı araştırıcıların ve basının bu yöndeki görüşlerini aktarır: "Prof. Edward Weisband, 1974'te yayınlanan '2. Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası' adlı eserinde, İnönü'nün 'Atsız'ın yayınladığı mektupların hazırladığı fırsatı kaçırmak' istemediğini yazıyor ve şöyle devam ediyor: 'İnönü'nün (bu yolla) Sovyetleri yatıştırma çabası yine de başarısızlığa uğradı. İnönü, Turancıları ezerken... Sovyetlerin Türkiye'ye karşı takındığı tutumu etkilemek istemiş. Ancak bunda da hayal kırıklığına uğramıştı. Ruslar Turancıların yargılanmasını maskaraca bir oyun olarak nitelendiriyorlardı.' (s. 320). 1944'te bir makale yayınlayan İngiliz Review dergisi ise, Türkçü tevkiflerini Ankara hükümetinin 'Moskova'dan iyi not alma' çabasına bağlamaktaydı (15/11.1944, sayı: 37, sayfa: 181). C. W. Hostler de, 1952'deki yazısında ve daha sonra 1957'deki kitabında bu hareketi İnönü'nün 'Sovyetler Birliği'nin gözüne hoş görünmek' diye niteliyor (Trends in Pan-Turanism. Middle Eastern Affairs, Ocak 1972; c: 3, sayı:1)" (Türkkan 1988: 185). Yukarıdaki alıntıları aktaran Türkkan'ın kanaati de şöyledir: "Böylece memleket evlatları ve Türk vatanında 'Türkçü inançlar, Rus oyununa peşkeş çekiliyordu. Buna başka sebeplerin de eklenmiş olacağını sanırım. Meselâ, İnönü'nün Türkçüleri kendi iktidarına karşı gerçek bir güç bilmiş olması ve sahiden kendini devirecekler korkusu sebeplerden biridir." (Türkkan 1988: 32). Atsız da 23 Temmuz 1946'da yazdığı mektupta "Bizim davamız, Ruslara kompliman yapmak yüzünden çıkmıştı." (Hacaloğlu 2013: 33) diyerek aynı görüşte olduğunu belirtir. Konuyla ilgili bir doktora tezi yapan Özdoğan, Irkçılık-Turancılık Davası'nda önce sert tutum takınılmasını, 1947'de ise sanıkların ideolojilerinin lehine ifadelerle beraat kararı verilmesini, çok partili hayata geçişe ve hükümetin dış politikasının değişmesine bağlar: "1941 ve 1943 yılları arasındaki dönem, Türkiye'de yoğun bir Alman propagandasının yürütüldüğü ve Pan-Türkçü temaların iki ülke arasında önemli bir diplomatik konu haline geldiği bir dönemdir. Hem Alman propagandası, hem de Sovyetler'e vurulacak Pan-Türkçü bir darbenin olasılıkları konusuna duyulan karşılıklı ilgi, Alman orduları Sovyet topraklarında başarı kazandıkları, ama kesin zafer elde edemedikleri sürece devam etti... (fakat bu ilgi, savaşın kaderi 1943'te Almanya aleyhine dönünce) "şimdi Sovyetler'i yatıştırmak için düzeltilmesi gereken bir kambura dönüşmüştü. Ne var ki savaşın sonlarından itibaren sık sık tekrarlanan Sovyet taleplerinin ardından Türk-Sovyet ilişkilerinin bozulmasıyla, Pan-Türkçü amaçlar gütmek, cezalandırılması gereken siyasal bir suç olmaktan çıktı.” (Özdoğan 2001: 127). Ancak Irkçılık-Turancılık Davası'nda yargılanan 23 sanıktan hiçbirinin, Almanların Pan-Türkçü propagandasıyla ilgisi ispatlanamamıştır. Atsız daha 1943'te yazdığı En Sinsi Tehlike kitapçığında faşistlik ve Alman ajanlığı iddialarını şiddetle reddeder. Özdoğan'ın da belirttiği gibi, Pan-Türkçü politika konusunda “Alman yetkililerle olan ilişkileri Türk resmi çevrelerinin meçhulü olmayan birkaç yarı-resmi Türk şahsiyet" yürütmüştür (Özdoğan 2001: 126). Özdoğan'ın eserinin "Alman Propagandası" başlıklı bölümünde (s. 145 vd.), Almanlarla teması olan veya Almanya lehinde bulunanlar ayrıntılı olarak anlatılır. Bunlar arasında 23 Türkçü sanıktan hiçbiri yoktur. "1946'da tek-partili dönemin sona ermesiyle, daha da esaslı bir değişiklik meydana geldi. Türkiye'deki sağcı ve solcu grupların konumlarıyla yeni ve eski CHP hükümetlerine veya yeni kurulan Demokrat Parti'ye hangi mesafede oldukları, iki parti arasında siyasal tartışma konusu oldu: tartışmaların sonuçları, davanın seyrini doğrudan doğruya etkiledi.” (Özdoğan 2001: 92). "Ayrıca, dünyanın siyasal iklimi 1945'te savaşın sona ermesiyle birlikte değişmişti ve Türk dış politikasının, yeni koşullara ve dış baskılara göre ayarlanması gerekiyordu. Türk-Sovyet ilişkileri, biraz da Türkiye'nin savaş döneminde izlediği politika nedeniyle, savaş sonunda köklü bir değişime uğradı. Sovyetler'in Türkiye'nin doğu sınırları üzerinde hak iddia etmesi ve Boğazlar'ın statüsü konusu, iki ülke arasındaki ilişkileri bozdu; bu durum Türkiye'nin kimi iç siyasal gelişmelerini de etkiledi." (Özdoğan 2001: 92). Uğur Mumcu da Irkçılık-Turancılık Davası'nın siyasi bir dava olduğu görüşündedir: "1944 ırkçılık-Turancılık davası nereden bakarsanız bakın bir siyasal davaydı. Her siyasal davada olduğu gibi, bu davanın sorgularında da sanıklara işkence yapıldı. Yapıldı, ama Almanlarla işbirliği yaptıklarını ortaya konacak bir kanıt çıkmadı." (Mumcu, Şubat 2014: 70). 1944'te tutuklanan 23 sanıktan biri olan Fethi Tevetoğlu da Fevzi Çakmak'ın emekli edilmesi yanında dış politikanın etkisini de vurgular: “Fakat çok geçmeden Sovyetler Almanlara karşı üstün bir duruma geçince ve özellikle 12 Ocak 1944'de Mareşal Çakmak emekliye sevk olununca durum değişti. Artık Ankara'da Sovyet yardakçıları ile komünistlerin sözü geçerli idi... Moskova'yı memnun etmek amacıyla Türkiye'de Türkçülere karşı düzenlenen saldırı..." (Tevetoğlu 1989/17: 17). Jakob Landau, dış politikanın etkisini daha tereddütlü olarak ifade eder: “Hükümet bunlara (3 Mayıs göstericilerine-ABE) aşırı tepki gösterdi. Bu belki de Sovyetler Birliği'ne hâlâ yansızlık siyaseti izlediklerini gösterme tutumunun bir yansımasıydı." (Landau 1999: 171).
42 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.