Gönderi

Sınıftaki Atsız: Öğrencileri, Atsız'ın iyi bir hoca olduğunu, derste açıkça propaganda yapmadığını söylüyorlar. 1950-51 ders yılında Haydarpaşa Lisesi'nde talebesi olan Altan Deliorman şöyle diyor: "Devrenin yarısından çoğunu ders vermekle geçirirdi. Anlatır, öğretirdi. Çok da iyi öğretirdi... Yazılı notlarını açıkça okurdu. Kimin ne aldığı belli olurdu. Sözlü sonunda da verdiği notu söylerdi. Herkes kaç aldığını, yazılı ve sözlü ortalamasının kaç tuttuğunu bilirdi. Notu bol değildi, ama insaflıydı. Kimsenin, hakkından şikâyetçi olduğunu görmedim. Sadece bir hususta müsamahası yoktu. Sözlü imtihana kalkan herkesin İstiklâl Marşı'nı ezbere okumasını şart koşmuştu. Okuyamayan olursa onu yerine oturtur ve 'Tostoparlak, yusyuvarlak bir sıfır derdi. Arkasından da ilâve ederdi: 'Hiç olmazsa bunun veznini öğren.” (Deliorman 2000: 18). Atsız'ın bu tekerlemesi fâilâtün fâilâtün fâilün veznindedir. Vezinleri de uygulamalı olarak öğrettiğini yine Deliorman'dan öğreniyoruz: “Hece vezni nispeten kolaydı. Önce bir beyit veya kıt'a yazdırır, sonra veznini bulmamızı isterdi. Meselâ beşli hece vezni için Ziya Gökalp'ın şu kıtasını yazdırdığını hatırlıyorum: Demez taş kaya / Yürürüz yaya. / Türküz, gideriz / Kızılelmaya." "On birli hece vezni için yazdırdığı örnek de Mehmet Emin Yurdakul'dandı: 'Ben bir Türk'üm, dinim cinsim uludur!' Biz bu manzumelerin vezinlerini bulmaya çalışırken şuur altımıza yavaş yavaş Türklük sevgisinin yerleştiğini, kökleştiğini hissetmiyorduk... Aruz veznini belletirken değişik bir yol takip ediyordu. Önce vezinlerin şeklini ve isimlerini öğretiyor, örnek veriyor, sonra bu vezne göre birer misra veya beyit yazmamızı istiyordu." (Deliorman 2000: 16-17). Boğaziçi Lisesi'nde öğrencisi olan Attila İlhan da Atsız'ın hocalığını şöyle anlatıyor: "1941'di galiba, İzmir'deki bir liseden komünistlikten dolayı kovuldum. Belge aldığım için hiçbir yerde okuyamıyordum. Özel bir lisede okuyabilir mi diye beni İstanbul'a yolladılar. Boğaziçi Lisesi'ne geldim. Boğaziçi Lisesi'nde edebiyat öğretmenim kimdi, biliyor musunuz? Nihal Atsız idi. Ben 'eyvah' dedim, 'bu adam beni hemen mimleyecek ve perişan edecek.' Ne bekliyorum, biliyor musunuz? Bir Hitler bekliyordum ben. Geldi, hiç de öyle bir adam görmedim. Derli toplu, aklı başında, işini çok ciddiye alan bir adamdı. Her çocuğun İstiklâl Marşı'nı baştan aşağı ezbere bilmesini isterdi. Onu yapmadın mı, sıfırı alıp oturuyordun. Ve sınıfta bu işi yapan tek adam ben çıktım. 'Sen kimsin, nereden çıktın yahu?' dedi. 'Ben şuyum' dedim. 'Sende iş var' dedi. Birkaç soru daha sordu ve bizim Nihâl Bey ile öğrenci-hoca ilişkisi çok büyüdü. Derslerinde hiç politik telkinde bulunduğunu hatırlamıyorum. Sadece, İslâm öncesi Türk tarihinden daha çok bahsederdi. Yani onunla daha çok ilgilenirdi." (Arslan Bulut; Körüklü-Yavan 2000: 130'dan). Atsız'ın ilk öğretmenlik tecrübeleri Malatya ve Edirne'de geçmiştir. Edirne'deki öğrencilerinden Mehmet Orhun'un dikkatleri de Atsız'ın öğretmenliği hakkında fikir verdiği kadar onun görünüşünü de gözler önüne serer. 1933 Eylül'ündeki ilk dersleri Orhun şöyle anlatır: "Sınıftaki yerlerimizi aldık. Ben ön sırada oturduğumdan, açık kapıdan öğretmenlerin geldiği koridorun başı gözükürdü. Oldukça uzun boylu olan müdürümüz Suut Kemalettin Bey, yanında gri elbiseli, orta boyda, tıknazca olan yeni hocamızla koridorun başında göründü ve sınıfa doğru yöneldi... Sınıfta hiç ses yoktu. Biz onu, o da bizi süzüyordu. Bir dakika durduktan sonra mümessilden tekmil aldı. Kendi defterinden de yoklama yaptı. Herkesten, numarası okundukça ayağa kalkmasını istedi. Sıra bana gelince; '372 Mehmet' diyerek kalktım ve oturdum. Bununla, yeni hocamız herkesi numarası ile tanımak istiyordu... Kendisine dikkat ettim: 29 yaşlarında, tam delikanlılık çağında idi. Dik yürüyor, vücudunu biraz öne alarak hamle ve sebatkâr adımlar atıyordu. Al benizli, kumral saçlarının kenarları alınmış, sağdan ayrılarak sola doğru taranmıştı. Alnı açıktı. Gür olan saçları, alnının sağ tarafına perçem şeklinde düşmüştü. Geniş omuzlu ve atletik yapılı idi. Gözleri gayet canlı, insanın içini okur gibi bakışı ve telkin ediciliği vardı. Sınıfın ortalama yaş seviyesi 17'yi geçmeyen bizler kendisine, hocadan başka bir ağabey gibi ısınmıştık. Kendisi sınıfı boydan boya iki defa yürüdükten sonra, sınıfın Türk edebiyat tarihi üzerindeki bilgi seviyesini anlamak istedi. Sıra ile hepimize birer sual sordu. Sualleri öyle seçmişti ki, soru edebiyat tarihindendi ama onu cevaplamak için de tarih bilmek gerekiyordu... İkinci dersinde hocamız, “Dersimiz Türkeli'dir." diye başlayarak tahtaya büyük bir anayurt haritası çizdi. Anayurdun sınırlarını tespit etti. 'İlk Türkeli' diye başladı." (Orhun; Körüklü-Yavan 2000: 42-44'ten). Atsız'ın sevilen bir öğretmen olduğu, Deliorman'ın tanıklığıyla da sabittir: "Liselerin dört yıla çıkarılmasıyla ders saatleri yeniden düzenlenmişti. Bu arada, serbest seminer saatleri konulmuştu. Haftada iki saat olan seminerlere belli hocalar nezaret ediyordu... Birçok öğretmenin seminerine dört-beş öğrenci giderken, Atsız'ın sınıfı ağzına kadar doluyordu. Hatta sonraki haftalarda öğrenciler oturacak yer bile bulamıyorlardı." (Deliorman 2013: 89).
·
100 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.