Gözlerimizi bozan ekran tarafından yutulmuş halde, kısa sabah sağanağını pencereden ya fark ederiz ya etmeyiz. Ne gücünü artıran rüzgârı ne de güneşin tenimizi yumuşakça okşayışını hissederiz. Uzak bir akrabamız telefonda, “Sizin orada havalar nasıl?” diye sorduğunda bu kadar az dikkat ettiğimizden neredeyse utanırız. “Dur, bir bakayım pencereden... Evet, biraz bulutlu hava...” Daha ilkbaharın tadını çıkarmaya zaman bulamadan çoktan sonbahar gelmiştir. Hepsi birbirine benzeyen günlerin ritminde her şey şimşek hızıyla olup biter; ne otların bittiğini ne çiçeklerin açtığını ne de üzümlerin güneşte tatlandığını görürüz. Kırlangıçlar tellerin üzerinde toplanır ve uzun göç için yola koyulurlar. Bu ıslah olmaz gezginler koca kış ortadan kaybolurlar; peki, onların gökyüzünü terk ettiğini görür müyüz? Cıvıltılarının kaybolduğu dikkatimizi çeker mi? Hayır. Bari önümüzdeki ilkbahar geri döndüklerini fark edecek miyiz? Kuşkusuz gittiklerinde olduğundan daha fazla değil.